“…Bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalalet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir. Çünkü şer olmazsa, hayır bilinmez. Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakikati, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücut bulur. Cehennemsiz Cennet'in pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyasen, her şey bir cihette zıddıyla bilinebilir.” (Şualar, Said Nursi)
İki nokta veya zıtlıklar, zıt kavramlar arasındaki mesafe sanıldığı kadar uzak değildir. Bazıları hemen üşüşüverirler dilimize: doğu- batı, gece- gündüz, temiz- kirli, vb. Onların arasında bir ışık çizgisi kadar veya bir saniyelik bir süre kadar fark vardır. Birbirilerine uzaklıkları o kadardır. Bir iki saniye önce gece olan zaman, bir iki saniye sonra sabah, gündüz olur. Gece ve gündüz, teorikte zıt ve birbirine uzak kavramlar, ama aslında o kadar da uzak değiller.
Uzak demişken açılmış dünya haritasını gözünüzün önüne getirin. Bir yanda Amerika kıtası diğer yanda Asya. Bir tarafın büyük devleti ABD, diğer tarafın büyük devleti Rusya, eski adıyla SSCB. Amerika ve Rusya arası çok uzakmış gibi gelir bize. Niçin, elbette ki dünyanın iki ayrı ucunda gösterildiği için! Gerçeğini söyleyeyim: ABD ve Rusya arası sadece 455 Km. Bu da iki kutuplu bir dünya anlayışına hizmet eden, soğuk savaş döneminden kalan uluslararası algı çalışması. Demek ki her şey gösterildiği gibi değil!..
“Adanmışlık” ve “atanmışlık” konusuna gelecek olursak bu kelime ve kavramların da böyle birbirine uzak gibi görünse de aslında çok yakın, hatta iç içe olduğunu söylemek bile mümkündür. Aralarında sadece bir zar inceliği mesafesinde bir tını farklılığı vardır. Her iki kavramı zıtlıklar arasında değerlendirmek de tam doğru olmaz aslında. Pekâlâ, atanan adanmış olabilir, adanan da atanmış olabilir. Öyleyse nedir insanın aklına bu kavramların zıtlıklar dünyasında yer almasının sebebi? Söyleyelim, okuru bekletmeyelim.
Bir hâlin zihinlerde yer edinmesi onun benzerlik bakımından süreklilik arz etmesinden kaynaklanır. Adanmış olanlar, kullardan, genelde herhangi bir beklenti içine girmeden işini yapmaları ve sadece işiyle meşgul olmaları, atanmışların bir resmiyet havası içerisinde işi yürütme tavır ve davranışından kaynaklanır. Adanmış, atanmış dedik de lügatler ne anlam vermiş, nasıl izah etmişler, hele, bir soralım!
Bayburt Zihni’nin “Vardım ki yurdundan ayak göçürmüş/ Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı/ Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş/ Sakiler meclisten çekmiş ayağı” dizeleriyle içler burkan türküsü vardır. Güncel Türkçe Sözlük’ün kapısını tıklattım, girdim içeri. Bir de ne göreyim; aradığım yok oralarda. Adanmışlık da yok adanmış da! “Adanış” var ama onun da ihtiva ettiği anlamı açıklayan bir ibare yok; sadece “adanma iş” diyor, muhtemelen “adanma işi” olacak o; iyelik eki eksik yazılmış. “Adanma” nedir diye bakıyorum, bu kez sadece “adanmak işi” diyor. Bu açıklamalar neyi açıklama yapmış gibi olup aslında pek de bir şey açıklamayan bir ibare!.. Yoksa bu işin ucu atanmışlık ve adanmışlık farkına mı varacak? “Atanmışlık” kelimesi için de “atanmış olma durumu” diyor, “atanmış” için ise “atama ile işbaşına gelen” denilmiş. Bu, biraz daha kelimenin koridorlarından ses veren bir ibare olmuş.
Sözlüklerin bütün hâlleri anlatmadığını, anlatamadığını duyar ve bilirdim. Şimdi bildim ki bütün kelimeleri ve kavramları da anlatamıyormuş sözlükler. Bazılarını yok sayıyorlar bazılarını ise kıyısından köşesinden dolanıp asla içini vermeden kısaca değinip geçiyorlar. Hâli anlatmak ne mümkün, bazı hâller ve anlar vardır yaşanmadan anlatılamaz. Peki yaşanan her şeyi anlatmak mümkün mü? Buna evet demenin imkânı yok; kelimeler sınırlı zaten. İnsanın hâlleri ve hayalleri sınırsız…
İşin özünde ne var biliyor musunuz? İşe dört elle sarılmak ve içtenlikle hareket etmek; asla nemelazımcı olmamak. İslamî terminoloji ile söylemek gerekirse “amel-i salih” yani “nitelikli amel” yani “Allah’ın razı olduğu, olacağı” kalitede güzel iş, doğru hareket içerisinde olmak.
Şöyle düşünelim: Bir dairede çalışan iki kişiyi ele alalım. İkisi de normal mesai saatlerinde daireye geliyor ve kendisine verilen görev tanımı içerisinde verilen görevleri yapıyor. Biri mevzuatı, resmiyeti, rutini yerine getiriyor diğeri o iş kendisininmiş gibi içtenlikle davranıp ona dört elle sarılıp öyle yapıyor. İkisi de zahiren işini yapmış görünüyor. Biri usulen yapıyor diğeri esasen yapıyor; esasen yapan da usule riayet ediyor ama usulen yapan esasenin yaptığı nitelikte bir iş yapmıyor. İki kâğıdı yapıştıracaksa yapıştırıcıyı kâğıda dokunup çeker, kâğıt yapışmış mı yapışmamış mı çok da dikkat etmez. Ama diğeri de kâğıda yapıştırıcıyı sürer, usulünce yapıştırır ve yapıştırıcının kurumasını bekler. Sonra da yapışıp yapışmadığını kontrol eder. Biri vazifesini öylesine yaptı, diğeri ise yapılması gerektiği gibi yaptı; içten ve olması gerektiği gibi!..
Aslında adanmışın ve atanmışın da adanmış bakışı ve duruşu ile hareket etmesi lazım ki nitelikli davranışlar yaygınlık kazansın, üretim, sosyal ilişkiler, aile, toplum, kurumlar, vb. hep nitelikli olsun.
Aslında her insan, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla geleceğe kalır, adını gelecek haritasına yazdırır. Terazisinin, heybesinin hangi kefesine, gözüne neler doldurduğu, defterinin sayfalarına neleri yazdığıyla ilgili bir durum bu. Adanmış da mesaisini dolduruyor, atanmış da! Eğer yaptığı işi bir angarya görüp o işin hakkını vermeden, desinler diye, yapmış görünmek için, üstünkörü yapıyorsa milletin her ferdinin hakkına giriyor demektir.
Bir ses değişikliğinden bir uzun yazıya yol bulduk. Gördük ki değişiklik sadece seste değil, işte, işin özünde ve ruhunda. Bu sebeple adanmak gönül işi, yaptığını gönülden yapma işi; atanmak ise bir resmiyet tamamlama, tüzel kimlik kazanma işi. Kişi atanarak da adanmışlık duygusunu yaşayabilir, yaşamalıdır da. Atanarak da adanmış bir ruhla işini dört elle sarılıp nitelikli ürünler, eserler verebilir, vermelidir de!..
Toplumun hizmet aldığı özel veya resmî her kurumdaki her fert, işini adanmışlık ruhu içerisinde yaparsa nitelikli ürünler, eserler meydana gelecektir. Ülkenin gerçekten kalkınması adanmış ruhların işbaşına gelmesi ile mümkün olacaktır. Burada da kişiler adanmışlık ruhu ile hareket edecek, toplumu idare edenler de onların her türlü özlük haklarını koruyacak, insanlar yarın endişesi taşımadan işlerini hakkıyla ifa edeceklerdir. Amirler, yöneticiler, maiyetindekilere her türlü insani çalışma ortamı hazırlayacak çalışanlar da nemelazımcılıktan ve işi angarya görmekten, sadece resmiyet tamamlayıcı olma bakış ve anlayışından uzak bir biçimde nitelikli çalışma içerisinde olacaklardır.