“Hastane önünde incir ağacı” dizeleriyle yürekleri burkan türküyü dinlemeyenimiz yahut Kanunî Sultan Süleyman’ın “Muhibbî” mahlasıyla yazdığı “Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi.” dizelerini duymayanımız yok gibidir.
Onlar, aslında hayatımızın bir parçası; kendimiz, eşimiz, çocuklarımız, annemiz, babamız, kardeşlerimiz ve sair akrabalarımız, yakın uzak komşularımız… Hastaneler bunların hiçbiri ile ilgili olmasa bile genel olarak bütün insanların ihtiyaç duymaları hâlinde istifade etmeleri için devletler tarafından vatandaşın hizmetine sunulan kadim kurumlardır.
Tarihte ilk hastanenin nerede ve ne zaman yapıldığı konusuna girmeyeceğim. Bu konuda söylenebilecek en nesnel gerçeklik kanaatimce şudur: İcat edilen her şey bir ihtiyaçtan doğar. İcatlar, zaten hayatımızı kolaylaştırma ve insanlığın hayrına olma düşüncesiyle ulaşılan güzellikler değil mi? Tabii her icat için insanlığın hayrı düşünülmüştür, diyemeyiz. Türlü türlü bombalar, silahlar, atım bombaları vs. silahlar her ne kadar kendini korumayı yani savunmayı esas alan bir enerji ile elde edilmiş ve üretilmiş olsalar da bütün silahlar en temel gerekçesi düşmanı imha etmek, öldürmek mantığı üzerine kuruludur.
Hastane diyordum, bütün bileşenleriyle bir kurum olarak hastane, insanın şu fani dünyasını mamur etmeyi, beden ve ruhunun esenliğe ulaşmasını amaçlar. Allah kimse devasız dert vermesin; O, merhamet-i sonsuzdur, vermemiştir de! Hastaneler, Allah’ın “Şafi” ismine ayinedarlık eden, hastaların şifa, dertlilerin deva bulduğu şifahanelerdir. Yüce Mevlâ tarafından yaratılan ve adına “insan” denilen o harika makinenin temel görüm ve bakımının yapıldığı, gerekirse azalarının tamir ve tahvil yapıldığı mekânlardır. Felsefe terimi olarak kullanılan “hikmet” ile insanların sağlıklarına kavuşmasına vesile sağlık bilgini “hekim” kelimesinin aynı kökten olması sizce de oldukça anlamlı değil midir? Görece bir başka anlamlı durum da hekimlerin, doktorların insanın ruh aynasının en güzel ifadelerle dile getirilmesi demek olan şiir, sanat, musiki ve edebiyatla aralarının iyi olmasıdır.
Mesleği hekimlik olan nice şairlerimiz, ediplerimiz, musikişinaslarımız vardır. Divan edebiyatı şairlerinden asıl adı Yusuf Sinaneddin olan Şeyhi, “Hekim Sinan” adıyla şöhret bulmuş, attariyesi/eczanesi olan mütehassıs bir tabiptir.
Servetifünun döneminin önemli şairlerinden Cenap Şahabettin’in asıl mesleği doktorluk; Millî Mücadele döneminde verdiği vaazları ve yazdığı şiir ve yazılarıyla büyük hizmetlere vesile olmuş, İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Akif Ersoy’un asıl mesleği bir nevi doktorluk olan baytarlıktır, veterinerliktir.
Cumhuriyet Döneminin önemli şairlerinden, Dünyanın Bütün Çiçekleri, Kızamuk Ağıdı şiirleriyle adını zihinlerimize nakşeden Ceyhun Atuf Kansu bir çocuk doktorudur. Adını daha çok, “Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok”, “Beni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı”, “Bâki değiliz cihanda her şey geçici”, “Bülbülün çilesi yanmakmış güle” gibi unutulmaz bestelerden aşina olduğumuz, yakın zamanda ebediyete uğurladığımız Alaaddin Yavaşça da doktordur.
Şiirleriyle tanıdığımız Behçet Safa Aysan psikiyatri hekimi; özgün müzik eserleri ile zihnimizde yer edinen Fikret Kızılok diş hekimi; Muzaffer Hacıhasanoğlu ise hem doktor hem de hikâye yazarıdır.
Siyasi düşünceleriyle daha çok öne çıkan Hikmet Kıvılcımlı da bir tabiptir. Ayrıca, Cumhuriyet Dönemi hikâyeci, fıkra yazarı ve eleştirmenlerinden Fahri Celal (Göktulga), bir ruh hekimi yani psikiyatri doktorudur. Edebiyat eleştirmeni, şair olarak adını duyuran Mustafa Şerif Onaran, ihtisasını, Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde cerrahi alanında tamamlar ve ardından gastroenteroloji cerrahisi alanında uzmanlaşır. Şiirleriyle tanıdığımız Hüsrev Hatemi dahiliye yani iç hastalıkları uzmanıdır. Şair Süleyman Portakal kadın doğum uzmanı, şair Halil İbrahim Bahar asabiye mütehassısı, şair Hakan Savlı onkologdur. İlmi, İslami konulardaki araştırma ve yorumlarıyla tanınan yazar Haluk Nurbaki de bilim insanı ve onkolog olarak vazife yapan ediplerdendir. Edebiyat, sanat, şiir ile doktorların, hekimlerin ilişkisi bu kadar değildir elbette, bunla akla ilk gelen isimlerden.
Tohum ve Toprak, Simavnalı Genç Bedreddin, Atçalı Kel Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman Dörtlemesi, Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe, Hürrem Sultan, Ölümü Yaşamak, Yılan, Fadik Kız, Toroslardan Öteye gibi farklı konularda kaleme aldığı tiyatro oyunlarıyla tanıdığımız Orhan Asena’nın da asıl mesleği çocuk doktoru olması bizi şaşırtmamalı.
Öte yandan şiirleriyle de tanınan Kemal Sayar’ın psikiyatri doktoru, yine şiirleriyle adını duyuran Alper Gencer’n de doktor olduğunu biliyor muydunuz?
Haydutlar, Wilhelm Tell, Don Karlos, Hile ve Aşk, Sanatın Biatı adlı dramatik eserlerinin yanı sıra düzyazı ve şiirleriyle tanınan Alman yazar Friedrich Schiller’in asıl mesleği doktorluktur.
Kuğunun Şarkısı, Vişne Bahçesi, Martı, Vanya Dayı ve Altıncı Koğuş gibi roman ve hikâyeleriyle tanıdığımız Rus yazar Anton Çehov’un asıl mesleği doktorluktur. Bu mesleği sayesinde toplumla iletişime geçmenin imkânlarını bulmuş ve eserlerinin yazımında bu durum önemli rol oynamıştır.
Bir doktor da doğudan, Afganistan’dan. Son yılların en çok okunan yazarlarından, Uçurtma Avcısı romanıyla tanıdığımız, Afganistan doğumlu Halit Hüseyni (Khaled Hosseini), genel cerrah alanında uzmandır. Yazarın ayrıca Bin Muhteşem Güneş, Ve Dağlar Yankılandı adlı eserleri de en çok okunanlar listesindedir.
Aynı şekilde, Köpek Kalbi (1925), Beyaz Muhafız (1925), Ölümcül Yumurtalar (1925), Usta İle Margarita (1940), Bir Ölünün Defteri (1967) ve Genç Bir Doktorun Anıları (1975) gibi eserleriyle tanınan Ukraynalı yazar Mihail Bulgakov’un da asıl mesleği doktorluktur.
Örnekleri çoğaltmak mümkün; şiir, edebiyat, sanat ve musiki ile hekimlik mesleği arasındaki bu ilişkin bu kadar yoğun olmasının sebebi, anılan bu hususların odağında bizzat insanın olmasıdır. İnsanla ilgilenenin insanla ilgili olandan ayrı kalması, ona bigâne durması söz konusu olamazdı zaten.
Cilt hastalıkları doktoru Cenap Şahabettin’e atfedilen “Tıbbiyeden her şey çıkar; arada bir de doktor çıkar!” sözü, işin esprisi bir yana hekimlerimizin de insan olduğunu, her insan gibi onların duygularının ve düşüncelerinin bulunduğunu hatta insanın maddi yapısını iyi bildiklerinden dolayı bunu şiir ve düzyazılarına yansıttıklarını söyleyebiliriz.
Dünya insanının, hikâye ve romanları ile bir edebiyatçı olarak tanıdığı Anton Çehov da mesleğine yönelik değerlendirmelerde bulunurken kendi toplumun sosyolojik yanlarını ifade etmekten geri durmamış. Çehov mesleği ve edebiyatı arasındaki ilişki konusunda şöyle demiş: “Tıp, nikâhlı karım, edebiyat metresim. Birine kızarsam, geceyi öbürüyle geçiririm.” demiş. Aslında bu sözde şu hakikat gizli: Dinlenme; yatıp uzanma, gaflet hâli değildir, pozisyon ve iş değiştirmedir. Doktorlar ve diğer sağlık personelinin iş yoğunluğu ve risk durumu diğer personelin durumu gibi değil; daha yoğun, daha riskli ve stresli. Onların sanat ve edebiyatla, şiir ve musiki ile uğraşmaları onların ruhunu dinlendirmesi bakımında çok önemli. Hekimlerin bazı branşlarında bütün hâller, âdeta hayat memat meselesi, ölüm kalım durumu yani. Elbette başka mesleklerde de risk, yoğunluk ve yoruculuk vardır; bunda ilk sırayı doktorlardan sonra güvenlik personeli alır. Bu sıralama yerine, bölgesine, iş yüküne göre farklılık arz eder, ülkenin her bölgesinde aynı durum söz konusu değildir.
Annemin parmağında oluşan iltihaplanma sebebiyle tedavisi için ona refakat etme sıfatıyla bulunduğumuz hastane ortamında başladığım bu yazı ile aslında sadece hastane ortamında bir tefekkür yolculuğu yapmaktı. Konu şiir, edebiyat, sanat, musiki ve hekimlere geldi dayandı, orada karar kıldı. Bu hâl, kalemin özgürlüğüdür. Yazıya başlarken düşündüklerin ile yazının sürecinde konu akışının farklı bir yöne kayması çok olmuştur. Birçok yazardan, roman kahramanlarının “başına buyruk” oluşlarından şikayetini az okumamışsınızdır. Bu hâl, düzyazı için de geçerlidir. Kalemin özgür olması önemlidir.
Ne diyelim “hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilmek” lazım. Öncelikle sağlıklı olmak, hasta olmamak esastır. En ucuz tedavi hasta olmamaktır. Herkes için en iyi doktor, kişinin kendisidir. Kendi sağlığını bile isteye korumayan, aslından en büyük ihaneti kendisine kendi etmiştir. Bakara Suresi’nin 195. ayetinde “…. kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” buyrulması oldukça anlamlı bir ikazdır.
“Mevla’m birçok dert vermiş/ Beraber derman vermiş”tir, sen o derdine derman aramakla mesulsün. Kişinin derdine derman bazen kendisidir: “Derman arardım derdime/Derdim bana derman imiş” (Niyazi-i Mısrî)
Dileğim duam; hiç kimsecikler hasta olmasın, hasta olanlara da Rabbim en kısa zamanda acil ve kâmil şifalar versin inşallah. İnsanımızı ve insanlığı şu salgın ve zulüm illetinden bir an önce kurtarsın inşallah!.. Sağlık, huzurla ve mutlulukla kalın!..