Hani bir söz vardır ya, çok güzel, gelişmiş ve düzenli şehirler için “doğunun Paris’i, güneyin Paris’i” denilir ve siz de bunu sıkça duyarsınız. Bu sefer yolumuz Paris’e idi; yani Paris’in kendisine, dünyanın Paris’ine! Londra’ya gelişimin dördüncü akşamı, yine bir restoranda Yaşar ve kuzenleriyle akşam-iftar yemeği yerdikten sonra kahve içerken koyu ve çok tatlı bir muhabbete başlamıştık. Yaşar’a “İki gün sonra yani pazar günü için Oslo’ya gidip döneceğim şekilde uçak bileti alalım.” isteğime; Yaşar “Hocam Oslo yerine Paris’i öneriyorum.” deyince planımı Paris’e çevirmiştim. O sırada internet üzerinden Paris için 64 £’e gidiş dönüş bileti de aldık. Bir de telefonumla Türkiye’de evimi arayıp Paris’te hukuk doktorası yapan arkadaşımın öğrencisi Ali’nin telefon numarasını aldım. Arkasından da Paris’te yaşayan Ali’yi arayıp Pazar günü için Paris’e geleceğimi eğer müsait ise ve mümkünse beni Paris’i gezdirip gezdiremeyeceğini sordum. O da memnuniyetle beni beklediğini söyleyince çok mutlu oldum.
Ve cumartesi akşamı saat 23.00’te Yaşar ve kuzenleri beni Thames Nehri’nin güney kıyısında ve merkezi konumdaki belediye binasına yakın bir mesafede yer alan Londra Garı’na getirip; önce Paris’e gidecek otobüsümüzü bulduk, ardından da otobüsteki adıma ayrılan koltuğuma kadar gelip beni yolcu edip uğurladılar. Şimdi unutulmaz bir akşamın ardından macera dolu bir gece yolculuğuna ve yeni bir günde yeni bir ülkeye, Fransa’ya ve başkenti Paris’e doğru yola almanın vaktiydi.
ÇOK GÜZEL BİR SÜRPRİZ!
Londra’dan Paris’e 500 km’lik bir uzaklık var ve bu yol otobüsle yaklaşık 7-8 saat sürüyor. Pahalı olduğu için tren bileti alamamıştım. Oysa benim öteden beri en büyük hayalim trenle ancak beş saat süren bu yolla gidip Dover Boğazı’nda Fransa ve İngiltere arasında 50,5 km’lik uzunluğa sahip olan Manş Tüneli’nden geçmekti. Otobüsümüzün yola çıkışı ancak iki saat kadar olmuştu; güneydoğu yönünde ilerlerken Greenwich, Dartfort gibi banliyöler de geride kaldılar. Otobüsümüz kırk beş kişilikti ama içinde otuz kişi kadar yolcu vardı. Şimdi de Canterburry’den sonra Dover’e de gelmiştik. Aaa, o da neydi? Otobüsümüz Manş Tüneli’nin İngiltere kısmında Dover’de Manş Tüneli’nin terminaline giriş yapıyordu. Ben de heyecanla ne olduğunu sordum, meğer ki otobüsümüz Feribotla değil, yük treniyle Manş’ı geçecekti. Bu benim için tarifsiz bir duygu idi. O an öyle mutlu olmuştum ki bu konu aklıma gelince, her seferinde ve şimdi bile, âdeta o mutluluğu tekrar yaşıyorum. Param yetersiz diye otobüs bileti almak zorundaydım, o da Manş’ı feribotla geçecek diye biliyordum! Meğer trenle geçecekmiş, tarifsiz mutlu olmuştum.
Manş Treni’nin kalkış saatine bir saat kadar vardı. Otobüsten indim, etrafta yiyecek ve içecek satılan bir büfe buldum. Saat gece yarısını geçmişti. Ben de park şeklinde yeşillik ve ağaçlık olan o çevrede bir yere geçip aydınlık bir yer buldum ve aldığım yiyecekleri yiyip içeceklerden içtim. Ramazan ayı olduğu için de o an sahur yemeği şeklinde aperatif şeklinde karnımı doyurdum ve oruca başladım. Oysa ağustos ayındaydık ve Paris, Londra’dan 15 °C daha sıcaktı, bunu hesaplayamamıştım. Dinimize göre yolcu (seferi) oluyordum, orucumu tutmayabilirdim fakat Paris’te yaşayan beni gezdirecek olan Ali, oruç tutacağını söylediği için onun yanında ben yiyip içmemeliydim yani oruç tutmalıydım şeklinde düşündüm ve oruca başladım.
MANŞ’I GECE GEÇTİK!
Saat gece yarısı… Bir otuz gibi, otobüsümüz ve yük araçlarının hepsi teker teker bindiği için uzun ve çok büyük tren kapılarını kapattı ve yavaş yavaş hareket etti. Çok kısa süre sonra trenimizin ön tarafı alçalmaya başladı ve giderek tünelin içine girip kayboldu. Trenin ve otobüsümüzün ışıkları ortamı gündüz ışığı gibi aydınlatıyordu. O saatte artık sadece trenin ve o saatte uyanık olan yolcuların sesleri geliyordu kulağıma. Ben çok yorgun olmama rağmen sevinç ve heyecandan asla uyuyamıyordum. Fakat Tünelin içinde hiçbir şey görülmediği için bir süre sonra ben de biraz uyumuşum. Uyandığımda otobüsümüz, Fransa tarafındaki Calais Terminali’ne gelmişti bile. Buradaki pasaport kontrollerinin ardından otobüsümüz yeniden Paris Otobanı’na doğru yola çıktı. Hava hâlâ karanlıktı ve bir hayli yolumuz vardı. Bu sırada biraz daha uyumuşum. Ama sabah saat 07.00 sularında uyandığımda, otobüsümüz, yol üzerindeki önemli şehirlerden Arras, Campiégne’dan sonra Paris’in banliyölerinden Saint Denis’e gelmişti. Nihayet Otobüsümüzün Paris’teki varış durağına da ulaştık.
VE ŞİMDİ PARİS’TEYİZ!
Gare İnternational D’Paris’te Denizlili hemşerim Ali, beni çok içten ve sıcak bir karşılamayla karşıladı. Benim için yirmi dört saatlik, sınırsız bir bilet de almıştı. Bu bilet ile Paris’te tüm toplu taşıma araçlarını (metro, vapur, otobüs, tren vb.) sınırsız sayıda binebilecektim.
Ali önce beni metro ile şehir merkezine gideceğimizi söyledi. Bunun için otobüs terminalinin alt katına indik ve Paris Metrosu’na bindik. Önce kısa bir hâl hatır, muhabbet edip ardından o günkü gezi planımızı Ali bana aktardı. Çok dolu ve müthiş güzellikte bir gezi planı yapmıştı Ali benim için ben de ona çok teşekkür ettim. Çam sakızı çoban armağanı hediyemi kendisine takdim ettim.
O günkü Paris gezi planımız şöyle idi: Metro’dan inince önce Seine (Sen) Nehri kıyısında bir gezinti, ardından Eyfel Kulesi’ne çıkış. Daha sonra Chanzelize Bulvarı ve Zafer Takı, Notre Dame Kilisesi, Louvre Müzesi, Concorde Meydanı, Tuillerie Lale Bahçeleri, Paris Camii, Sorbon Üniversitesi vb. yerler. Akşam yemeğini de bir Türk lokantasında iftar yemeği şeklinde yiyecektik. Günün sonunda da Ali beni alıp tekrar Gare İnternational D’Paris’ten Londraya yolcu edip uğurlayacaktı. Sevgili dostlar haftaya Eyfel Kulesinden ve Şanzelize’den sizlere unutulmaz Paris hatıralarımı yazacağım. Ardın’dan da tekrar Londra’da olacağız ve gezeceğiz.
***
CANIM ANAM!
Mekânın cennet olsun, Allah rahmet eylesin!
Kıymetli dostlarım, bir yıla yakındır Alzheimer hastası olan canım anam, 4 Şubat Cuma günü vefat etti ve 5 Şubat günü onu ahirete uğurladık, sizlere ömür. Hepimizin anne ve babası gibi benim de anam ve babam en değerli varlıklarım idi. İlkokul 5’i köy ilkokulunda bitirince ilçedeki okullarda okumak için oralara yazılmak istediğim günlerdi. Babam fakirdi; “Abin okuyor, ikinizi okutamam!” demişti! O söz üzerine ben, avazım çıktığınca ve hıçkırıkla ağlayınca; Anam “Bunu da okutalım, ben dağ bayır çalışırım, yuvarlana yuvarlana gayret eder, okuturuz.” deyince babam razı olmuştu. Umarım okuyup onlara layık ve faydalı bir insan olmuşuzdur. Onların da amel defteri kapanmaz ve sürekli dua alırlar. Sizlerden onlara dualarınızı beklerim; ben de sizlerin geçmişlerinize duacıyım. Allah hepimizi cennetinde kavuştursun.
***
Anamın vefatı sebebiyle geçen haftaki yazımı yazamadım, beni bağışlayın. Selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
Nurettin BİLGEN