|   | 
  • Cevahir Kadri

    Adaletin Terazisi

    Bilinen bir cümledir: Adalet herkese lâzım.  İnsanlar haksızlığa uğramadan hakka hukuka sahip çıkmanın önemini kavraması başkalarına zulmetmemesi adına önemlidir. Adalet kelimesi zaman zaman en çok aranan kelime ve kavramlardandır. Adaletin “saray”lara ad olması onun gerçek anlamda varlığını göstermez. O ihtişamlı yapılarda ismi yazılı olan adalet, insana, kibirle bakıyor sanki. Zayıflara, kimsesizlere, masumlara ve maznunlara sanki tepeden bakar bir hâli var onun.

     

    Bu fani dünyadaki doksan bir yıllık hayatını noktalayarak aramızdan önceki günlerde ayrılan yazar ve şair Adalet Ağaoğlu’nun gitmesiyle hayatımızdan bir adalet daha eksildi. Yazar Adalet’in öyle, kibirli ve muhatabını küçümseyen bir bakışı yoktu. O hep birlikte olmaktan, barıştan yanaydı. Hayatından anların damıtıldığı Damla Damla Günler adlı günlüklerini okuduğunuz zaman, onun “incinse de incitmek istemeyen” fıtrat ve anlayışta bir kişiliğe sahip olduğunu gösteriyor. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.

     

    Yaz günlerindeyiz; günler hem uzun hem sıcak. Vücut, sıcaklık karşısında bolca terliyor, kısa zamanda vücudumuzun sıvısı azalıyor. Bunun için bizim de bol su, sıvı takviye etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla bu mevsimde, vücudumuzun en çok aradığı, istediği sudur, sıvıdır. Bir yerde en çok aranan, eksikliği en çok hissedilendir. Arayanı çok ise bulanı azdır, aranılan şeyin.

     

    Bir ülkede insanların çoğu, hak, hukuk, adalet arayışı içerisinde ise orada bunların az olduğuna veya hiç olmadığına hükmedilebilir.

     

    Türkiye, olağanüstü bir dönemden geçiyor. Bu olağanüstü dönemde olağan hâlinden asla taviz verilmeyecek olan hususlar vardır. Hangi şartlarda olursak olalım; bir vücut için su, ekmek, gıda ne kadar önemli ise bir toplum ve toplumu yönetme aygıtı olan devlet için de adalet, hak, hukuk o derece önemlidir ve hayatîdir.

     

    Meselelere insan odaklı olarak bakmak zorundayız; insanların fikirleri, ideolojileri değişebilir. Devlet aygıtına dün başkaları hâkim olmuş, bugün başkaları hâkim, yarın da daha başkaları hükmedecek olabilir. Her dönemde değişmeyen, var olması istenilen şeyler aynıdır: hak, hukuk, adalet, lekelenmeme hakkı, masumiyet karinesi, bir başkasının işlediğinden bir başkasının suçlanmaması, suçun yasallığı, silahların eşitliği, vb.

     

    Her dönemde istenilen, aranılan hususlar aynı ise neden özneler değişir de talep edilenler, nesneler değişmez; sadece talep edenler değişir? İnsan, neden ders almaz geçmişten? Dün mazlum olanlar neden bugün zulüm derecesinde fiil ve uygulamalara göz yumar, arka çıkar? Ah üstadım Mehmet Akif Bey, neden hep sen haklı çıkarsın ki? Hele bir okuyuverin Kıssadan Hisse adlı şiirin şu dizelerini: “Geçmişten adam hisse kaparmış ... Ne masal şey!/ Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?/ "Tarih''i "tekerrür" diye ta'rif ediyorlar;/ Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” Geçmişten ibret, ders almadığımız için hep tekrarlarını yaşıyoruz tarihin.

     

    Entelektüel ya da ârifâne bakış

     

    Bir de entelektüelimizin içler acısı hâli var tabii. Kimdir “entelektüel” ve “entelektüel bakış ve mantık” nedir ve nasıl olmalıdır? Lügatlerde (lugatim.com), Latince kökenli, Fransızcadan bize geçen entelektüel kelimesi için “tahsil, bilgi, görgü sâhibi olan, fikrî meselelerle uğraşan kültürlü kimse, aydın, münevver” anlamı verilir. Güncel Türkçe Sözlük’te (TDK) ise daha kısa bir karşılık bulur kelime: “aydın, fikir sorunlarıyla ilgili.

     

    Peki aydın kelimesine verilen karşılık neden daha uzun? O zaman akla şu soru geliyor: Kelimeler eş anlamlı olsalar bile çağrışım değerleri farklı mıdır? Bu soruya peşinen “evet” cevabını vermek zor olmasa gerek. Aynı sözlüğe göre aydın üç farklı anlama sahip: Birincisi “ışık alan, ışıklı, aydınlık”, ikincisi “kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver, entelektüel” ve üçüncüsü ise “kolayca anlaşılacak kadar açık, vazıh (söz veya yazı)”.

     

    Adaletle ilgili bir yazıda aydın, entelektüel kavramların ne işi olduğu akla gelebilir. İzah edeyim; bir yerde adalet dağıtmakla görevli/yetkili kişi ve kurumlar, adaleti tam olarak dağıtamamış olabilir. Tam da bu noktada, yani adaletin tam olarak tecelli etmesini sağlamak için aydınların, entelektüellerin, daha içselleştirilmiş bir kavram olan münevverlerin hatta ariflerin devreye girmesi gerekir. Eğer bu vasıfta olan kişilerin adaletin tecelli etmesi noktasında bir görevi yerine getirmiyorlarsa o toplumda sosyal çürüme kronikleşmiş demektir.

     

    Düşünen insana, insanların düşünmemesi yorar. İnsanı, insanların düşünmemesi neden yorar? Şundan; bir kere okuma, yazma, düşünme nedir bilmeyen birinden özgün bir düşünce beklenmez zaten. Onları bu babda ele almaya gerek de yoktur. Ama adaleti, düşünmenin önemini, farklı düşünmenin önemini, özgürlüğü, özgür düşünmenin önemini, farklı düşüncelerin bir arada yaşamasını, bunun önemini bildiğini düşündüğünüz kişilerde bu gibi özellikleri görememek insanda umut kırıcılık etkisi yapar. İnsan, bundan dolayı çok ama çok yorulur.

     

    Hangi kelimeyle ifade edersek edelim; entelektüel, aydın, münevver birinin olaylara ve olgulara bakışı özgün olmalıdır. Birilerinin, hâkim güçlerin, muktedirlerin, mütekebbirlerin söyledikleri her şeyi doğrulayan, onların dediklerinin dışına çıkmayan, resmi söylemi âdeta bir noter anlayışı içerisinde tasdik etmekten başka bir şey yapmayan akıl, entelektüel akıl değildir.

     

    Âlim ve ârif farkı

     

    Bir kişi yıllarını verip bir alanda uzmanlaşmış, türlü kitaplar yazmış, adı “ünlü yazar”a çıkarak pöpüler kültürün ana kişisi hâline gelmiş olabilir. Aynı kişi, eğer olaylara ve olgulara adil, gerçekçi, nesnel bir bakışla ele alıp inceleyemiyor ve irdeleyemiyorsa ona alim/bilgin kişi dense de entelektüel, aydın ve arif kişi asla denemez. Alim kişi var olanı bilendir ama arif kişi ise olayların arka yüzünü görebilendir. Sadece kendi mahallesinin hakkını, hukukunu, özgürlüğünü savunan kişi için de durum böyledir. Başkasına yapılınca hukuka uygunluk bulan, aynı şeyi kendilerine yapılınca hukuksuzluğu haykıran anlayış gerçek anlamda adil bir yargılamayı isteyen bir bakış açısına sahip değildir.

     

    Toplumu yönetmede bir aygıt olan devlete hâkim olan irade, her zaman, her şeyi olduğu ve olması gerektiği gibi ortaya koyar mı? Meseleye, dünya genelinde ve geçmişe yönelik olarak yaklaşıldığında ne yazık ki bunun böyle olmadığı görülür. Dünyada nice ülkelerde yaşanan haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler hep o iradenin gerçeği olduğu gibi aktarmamasından, gerçekleri, algılarla olduğundan farklı göstererek toplumu yönetmeye kalkışmasından ileri gelir. Hâlbuki adaletli davranılsa, adil olunsa yani devleti yönetme sorumluluğunu alan her irade, toplumu adaletle yönetse hiç kimse haksızlıklardan, hukuksuzluklardan yakınmaz ve adalet arayışı içine girmez. Günümüz batı toplumlarında kısmen çözümlenmiş olan bu adaletli davranma durumu, doğu toplumlarında çoğu kez yarım kalıyor. Çünkü batıda, yazılı kurallara, yasalara herkes uygun davranıyor ve aşırılıktan kaçınarak birinin hakkına girme söz konusu olmuyor.

     

    Devletin dini adalet

     

    Bir gün Hz. Ali Efendimizden sordular: “Devletin dini olur mu?” Hz. Ali Efendimiz, “Evet, devletin dini vardır ve adalettir.” diye cevapladılar. Bu, çok doğru bir tespitti. Çünkü, adalet dinin özüydü zaten. Dinin ibadet kısmı kul ile Allah arasında olan bir meseledir. Dinin toplumsal yüzünü ortaya koyacak olan devlettir, devletteki uygulamalardır.

     

    Devlet işlerinin adaletle yürütülmesi gerektiği her hafta hutbede okunan ayet-i kerimeyle bildiriliyor; bunu hiç işitmiyor muyuz? Yine “Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletten alıkoymasın, adaletsizliğe sevk etmesin!”, “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun.” ikazını kulaklarımız duymuyor, vicdanlarımız sızlamıyor mu? Gönül insanı Şeyh Edebalı da “İnsanı yaşat ki devlet yaşatsın!” demiyor mu? İnsanı mutlu, huzurlu olmayan toplumların sağlığının uzun ömürlü olması mümkün mü?

     

    Adalet heykeli ne söyler

     

    Adalet heykelini görmeyen yok gibidir. Sağ elinde bir kılıç, sol elinde kefeleri eşit, dili ortasında duran bir terazi; gözleri bağlı bir kadın heykeli, adalet heykeli olarak bilinir. Yunan mitolojisinde “ilahi düzeni, hukuku ve gelenekleri kapsayan” tanrıça Themis ile Roma adalet tanrıçası Justitia’nın birleşimi, günümüzde adalet heykelinin simgesidir. Reference.com’a göre, adalet heykelinin gözünün bağlı olması hukuk ve adaletle ilgili konularda tarafsızlığa işaret eder. Kılıç da haksız taraftan haklının hakkını almak için doğruluğu ve gücü temsil eder. Terazinin anlamı ise hukukta denge, eşitlik ve adil yargılanmadır. Bu şartlarda yapılmamış bir muhakeme, yargılama adil ve eşitlikçi bir yargılama değildir.

     

    Adaletin terazisi şaşmasın, hukuk siyasetin emrine girmesin, güçlü olan haklı olan değil, haklı olan güçlü olan olsun. Bazen olur ki halk nazarında alkışlarla göklere çıkarılan bir karar, belki hak nazarında itibara bile alınmayacak hukuksuz bir karardır. Çünkü çoğunluk demek, her zaman doğru ve hukuki olan demek değildir. Hatırlanacağı gibi, bunu daha önce, Bülbülü Öldürmek başlıklı yazımda, aynı adlı romandan hareketle ortaya koymuştum.

     

    Adalet dağıtmakla görevli kurumlar, kişiler adaletin terazisini milim şaşırmadan vazifelerini yapmaya gayret göstermeliler. Vatandaşların uluslararası hukuk, anayasa ve yasalardan doğan hak ve hürriyetlerini tam olarak yaşayabilmesi biraz da bu terazinin ibresinin doğru yerde olmasıyla alakalıdır.

     

    Adalet, su, hava, ekmek gibidir. Evet, adalet herkese lazım; adalet dağıtan hukuk insanlarına ve toplumu yöneten mülki ve idari amirlere de! Adil davranınız ki adil davranılasın!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.