|   | 
  • Cevahir Kadri

    Ateş Düştüğü Yeri Yakar, Yakıyor da!

    Osman Sarı, “Taş Gazeli” isimli şiirine “Taş taş değil bağrındır taş senin / Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin” diyerek başlar. Ateş, çepeçevre kuşatmış bizi, her yanımız alev alev!.. Her gün yeni bir acıyla ateşler içinde kalakalıyoruz. Bazen de gözlerin dinlenmeye çekildiği/çekileceği bir vakitte alıyoruz şehadet şerbetini içen yiğitlerin acı ve ateş yüklü haberlerini; yaşamak için değil de yaşatmak için canlarını feda eden o yiğitlerin!... Yüreklerimize ateş düşüyor, yangınlarda kavuruluyoruz. Bu amansız ateş söndürülmeli bir an önce, diyoruz yangınlar daha da büyümeden!

     

    Hayatlarının baharında canlar bir bir toprağa düşüyor. Giden, sadece bir can değildir; canlardır giden. Onun gitmesiyle o haneye düşen ateştir ki düştüğü yeri yakıp kül eder … Babadır, annedir, evlâttır, kardeştir, ağabeydir!... Acıları en çok da onlar duyar, onlar yaşar. 10 Kasım 2016 günü bir terör saldırısında yaralanan, daha sonra da şehit düşen Kaymakam Muhammed Fatih Safitürk’ün vefatının yıl dönümünde babasının söylediği “Bir acının üstünden zaman geçtikçe unutulur derler ama evlât acısı unutulmuyor daha da çoğalıyor, azalmıyor. Bunu bilesiniz, bunu yaşayanlar iyi bilir." sözleri,evlât acısının nasıl bir kapanmaz yara olduğunu ortaya koyar. Elbette, bizler de üzülüyoruz ama başkasının duyduğu hiçbir üzüntü,evlâdının can vermesi karşısında bir anne babanın duyduğu acının topuğuna erişemez. Bu, onunla kıyaslanamaz da! Allah yavrularımızın acılarını göstermesin, yurdumuzu ve ordumuzu, ülkemizi ve milletimizi her türlü belâ ve musibetlerden, şer güçlerin şerrinden korusun!..

    ***

     

    Ateşler içindeyiz!..

     

    Bir yeri, ülkeyi gerçekten yakıp yıkmak, bir kişiyi /kişileri telâşa düşürmek ve güç duruma sokmak veya kurum ve kuruluşu, ülkeyi kargaşa ve savaş gibi sebeplerle sıkıntıya sokmak anlamlarını ateşe vermek deyimi ile karşılarız. Yunanlılar, yenilgilerinin acısını çekildikleri köyleri, kentleri ateşe vererek çıkarmışlardı. Bazen idarecilerin yanlış kararları ülkeyi ateşe vererek ülkenin bir yangın yerine dönmesine sebep olur. Osmanlının, Birinci Dünya Savaşına girmesi neticesinde vatan topraklarını savunmak için birçok cephede savaşmak zorunda kalmış olması gibi.

     

    İnsanız; katı ve sıvı gıdalarla beslenmek; yemeklerimizi sıcak, soğuk, çiğ ve pişmiş olarak yemek durumundayız. İşte, bir yemeği pişirmek için ocağa koymayı ateşe vurmak olarak ifade ederiz: “Benim acele gitmem lâzım, yemeği ateşe vurmuştum." cümlesinde olduğu gibi. Aynı şekilde, yemeğimizi kıvamında pişirdikten sonra ateşini söndürür ve ocaktan alırız. Bunu ifade etmek için ateşten indirmek deyimi bire birdir.

     

    Hayatın içindeyiz, türlü hâllerimiz var. Kimimiz eli açık, kimimiz çok cimri ve eli sıkıdır. İşte böyle hiç para harcamayanlar için “Ateşe vursan duman vermez.” deriz.

     

    Herkes farklı fıtrattadır, zaman içerisinde fıtratının, karakterinin gereğini yapar. Bazıları iyi, bazıları da kötü. İşte, kötü bir şeyi körükleyerek daha da kötü hâle getirmekiçin var güçleriyle çalışanların durumunu da “ateşe yağ dökmek” ile ifade ederiz. Gerçekten de ateşe yağ dökünce ateş daha da harlanır, çoğalır.

     

    Zarara uğramak, mahvolmak gibi durumlar için “ateşe yanmak” deyimini kullanır, “Bencil bir arkadaşım, başkası için ateşe yanmanın gerçekten aptallık olduğunu söylerdi.” deriz. Ama Türk şiirinin üstatlarından Nazım Hikmet “Kerem Gibi” adlı şiirinde “Ben yanmasam/ sen yanmasan/ biz yanmasak, /nasıl/çıkar/karan-/-lıklar/aydın-/-lığa...” der ki, bunda haklıdır. Askerlerimiz cephede cansiperane savaşmasalar, bu uğurda şehit olmasalardı bu toprak, vatan hâline gelebilir miydi?

     

    Hayat yolunda bazen bilerek bazen bilmeden çok tehlikeli bir işe girişmeyi, ölüme gitmeyi; fedakarlıkta bulunmayı, kendimizi bile bile tehlikeye atmayı ve fedakârlıklara kanatlanmayı “ateşe yürümek” olarak değerlendirir, “Kahramanlar, ateşe yürürken bile neşeli olurlar.” deriz.

     

    İki kişi, grup, topluluk ve devlet arasında var olan tartışmalı bir durumu kışkırtmayı, kızıştırmayı ateşe/yangına körükle/kürekle varmak/gitmekolarak ifade ederiz. Bazılarımız, bir olayı veya kavgayı yatıştıracak, örtbas edecek yerde daha da azdırmak için ne gerekirse yapmak; kişileri, toplulukları, devletleri “fitlemek” eğilimindedir. Bu kimseler için “O, yangına körükle gitmeyi sever.”, Bunlar ateşe körükle gidenlerdir” deriz.

     

    Hayat çizgisi tekdüze değil; türlü duygularla iç içe yaşıyoruz. Aşırı sinirlenmek, kızmak; öfkelenmek, azmak, olur olmaz hareketlerde bulunmak, sapıtmak, hareketlerimizde dengesizlik alâmetleri görülmek, sinirlenmek gibi türlü türlü hallerimiz var ve bu hâllerimizi dillendirmek için “ateşi başına vurmuş” deriz. Zaman zaman sabrımız öyle bir taşar ki orada kendimiz yoktur artık…

     

    Mevsimler değişir; kıştan bahara, bahardan yaza, yazdan sonbahara ve kışa… Bu değişim ve dönüşümlerde farklılaşan hava sıcaklıkları karşısında vücudumuzun dengesi bozulur. Normal vücut ısısı 36,5 ila 37 derecedir. Isımız, bunun üzerine çıkmışsa bu durumda ateşimiz çıkmış veya ateşimiz yükselmiş demektir. Vücudu ateşler içindek ıvranan, çok ateşli; acılı, sancılı, sıkıntılı, dayanılmaz bir hâldeyiz demektir.Yükselen ateşin, alınan tedavi tedbirlerinin ardından normal sıcaklığa gerilemesi durumunda ateşimiz düşmüş demektir. Yükselen vücut ısısını düşürmeyi; acıyı, yanmayı azaltmayı da ateşini almak biçiminde söyleriz.

     

    Çeşitli olaylar karşısından tepkilerimiz farklı farklıdır; bazen sevinçle bazen öfkeyle bazen de sevinç öfke arasıdır. Zaman içerisinde eski atak hareketimizden eser kalmamış, sakinleşmişizdir. İşte bu durumu ifade göreviateşi sönmek deyimindedir.

     

    Sönmek üzere olan ateşi tekrar alevlendirdiğimizde, onun gür bir şekilde yanmasını sağladığımızda ya da kapanmış bir konuyu yeniden canlandırmak istediğimizde, böylece fitneye sebep olunduğunda ateşi uyandırmış oluruz. Ateşi yanık tutmak veya söndürmemek deyimini ise yapılmakta olan bir işi devam ettirmek için kullanırız.

     

    Ateşin ağzına atılmak, kişinin kendisini tehlikeye atmasını; ateşine/narına yanmak ise biri yüzünden çok büyük zarara uğramayı, birinin tehlikeli bir hareketinden başkasının da zarar görmesini, başkasının belâsına uğramasını anlatır. Bu deyim ayrıca, âşık olmayı, birine karşı yanıp tutuşmayı; herhangi bir kimseye veya şeye aşırı derecede düşkün olmayı; onsuz yapamamayı, sevgisi sebebiyle perişan olmayı ifade eder. İşte, Cahit Sıtkı Tarancı, “Bir kere sevdâya tutulmaya gör / Ateşlere yandığının resmidir” dizeleriyle bu durumu ortaya koyarken Neşet Ertaş Usta da “Ben yandım aşkın nârına /Meyletmem dünya malına” diyerek sevdanın, karasevdanın bizi türlü hâllere düşürdüğünün tablosunu resmederler hayat tuvaline.

     

    Tutkularımızı dindirmeyi, aşırı bir durumu sona erdirmeyi ise ateşini söndürmek ile karşılarız. Bir de ateşle oynamak vardır ki bu, heyecanlı olduğu kadar tehlikelidir ve tehlikedir de. Bu deyimi, bir tehlikenin üstüne üstüne gitmeyi; tehlikeli bir işin üstüne ısrarla gitmeyi, tehlikeli bir işle uğraşmayı; bile bile tehlikeye atılmayı, birilerine sataşmayı anlatma sadedinde kullanırız.

     

    Ateş sözcüğünün deyimlerimizin damarlarında dolaşımı,elbette bunlarla sınırlı değil (Bkz. Metin Yurtbaşı, Örnekleriyle Deyimler Sözlüğü). Biz, Nasrettin Hoca misali, ateşin anlam deryasına bir maya çaldık, tuttuğu kadar!.. Mevlâna da "Bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez." der. Biz de ateşten bir parça ateş aldık tutuşturmak için başka bir anlam ateşini. Yanmayan anlam utansın diyoruz Necip Fazıl gibi.

     

    Sözü, Nâilî’nin bir beytiyle bağlayalım:

     

    Biz bülbül-i muhrik-dem-i şekvâ-yı firâkız

    Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden…

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.