Bahar geldi geliyor; ağaçlar çiçeğe durdu, toprak ısındı ısınacak, boz topraktan yeşil çimenliğe dönüyor yerler. Karıncalar uzun kış boyunca dinlendikleri yuvalarından yeryüzüne çoktan çıktı; yeni rızıklarını elde etmek gayesiyle canlarını dişlerine takarak yollara döküldü. Kuşlar, çiçeklerle bir gelin gibi süslenmiş dallarda cıvıldaşa cıvıldaşa baharın neşesini haykırmakta, bahar türkülerinden senfoniler sunmakta dinleyenlerine…
Çocuklar okul bahçelerinde gönüllerinden gele gele oyunlarını oynuyor, derslerinde derslerine harıl harıl çalışıyor, öğretmenleri – geleceğimizin kurucuları çocuklarımızı hayata ve dahi geleceğe hazırlayan fedakâr insanlar topluluğu- yürekleri memleket aşkıyla dolup taşarak içlerinden gele gele derslerini anlatıyor, taze dimağlara “güzel insan ol”maları yönündeki mesajlarını sunuyorlar…
Fabrikalarımız çalışıyor, çarklar dönüyor, hayatımızın devamını sağlama adına ihtiyaçlarımızı karşılamak, üretmek, topluma, insana, insanlığa maddi manevi değer katmak amacıyla dönüyor çarklar… İşçilerimiz, personel müdürleri, patronları … herkes işinde gücünde, vazifesini bihakkın yerine getirmeye çalışıyorlar…
Devletin her kademesinde kamu adına, millet adına anayasa, kanun ve yönetmelikler, yönergeler çerçevesinde vazifelerini ifa etmenin huzuru ve mutluluğu içindeler… Askerimiz, emniyet görevlilerimiz… Korucusundan askerine bütün güvenlik güçlerimiz vazifesinin başında, yine kendisine yasalar nezdindeki görevlerini büyük zorluklar altında yerine getirmeye çalışıyorlar.
Gören için gözler vardır güzelliği gözleri kamaştıran, duyan için sözler vardır dimağları ve yürekleri coşturan. Her taraf güzelliklerle dolu, her tarafta insanlar sevinçlerinden, mutluluklarından, huzurlu oluşlarından içleri içlerine sığamıyor… Dolup dolup taşıyor, dere dere olup akıyor, birleşip nehir olup şelalelere dönüşüyor; Sutüven oluyor dillere destan. Öyle ki o güzelliklerde boğuluyor çoğu zaman bakışlarımız kendinden geçiyor. Öyle değil miydi zaten “Hüsn odur kim ihtiyar elden gider.” dememişler miydi? Güzellik, bakışların kendisine çevrildiği anda başka güzel arama iradesinin ortadan kalkması, bu iradenin iptal olmasından başka nedir ki!..
Biliyorum, yüreklerinizi hoplatacak, yüreklerinizi titretecek kelimeleri ve cümleleri bekliyorsunuz asıl siz… Evet, biliyorum onu ve sizi daha fazla bekletmek istemiyorum. İşte bütün bu sayılan ve sayılamayan güzelliklerden sonra güneşin önüne gerilen bir kara bulut gibi, bakışlarımızı, kalbimizi, dünyamızı karartarak hüzün ummanlarına salan olaylar yaşıyoruz. Kalbi rikkatle çarpan her insanın, insaf ehlinin yaşanan bunca acıların kızgın çiçeği hüzünler karşısında mahzun olmaması düşünülebilir mi?
Çocuklar, ah çocuklar, çocuklarımız… ciğerparemiz, bedenimizden birer parça, canlarımızdan can. Yüreklerimizdeki heyecan. Bahar tomurcuklarımız, yarınımız, geleceğimiz; çocuklarımız. Bir evde yoksa onlardan bir fert, ailenin yüreklerini baştan ayağa sırılsıklam eder dert. Çocuklar mutlu değilse, çocuklar huzurlu değilse ve çocuklar güvende değilse bir milletin geleceği de güvende değildir. Bir millet geleceğini güven altında tutmak istiyorsa çocuklarına yatırım yapsın, onların huzur ve mutluluğu için çalışsın. Bu, ne yazık ki her zaman mümkün olmuyor, tıpkı gün İdlib’deki müessif, insanlık dışı hadisede olduğu gibi…
Hiç kimse kötülük düşünmüyor şu dünyada, kendisine sorular sorulunca. Ama uygulamalara baktığınızda güldeki diken değil, dikendeki çiçek kadar olsun bir güzellik, bir huzur ve mutluluk veren çalışmaları yok bazılarının. Ama barış için çalışıyorlar, topluma, insanlığa barış getirmek için “savaşıyor”lar… Söylenen hep bu! Söz ve müziği Gündoğar’a ait olan güzel eserde Hasan Sağındık bebeklere, çocuklara şöyle haykırır:
“Barış türküsü söylüyor dünya bebeğim
Yüreğine namlular ateş kusarken
Yarınlar seninmiş güya bebeğim
Darağacı boynuna kement atarken”
Her sistem kendi varlığının devamı adına ne gerekiyorsa onu yapıyor. Bunu yaparken tam da insan odaklı olamayabiliyor. Öyle olabilseydi dünyada savaşlar çıkmazdı zaten. Çıkan bu savaşlarda en çok da mağdur olan ne yazık ki çocuklarımız… işte ezginin devamında ikazla bu durum şöyle ifade edilmektedir:
“Sana dostuz diyenlere kanma bebeğim
Sırtındaki hançerin sahibi onlar
Yıllar boyu vurulan sensin bebeğim
Katleden her silahın mermisi onlar”
İşte Hama, işte Halepçe, işte Srebrenitsa, Saraybosna, işte Filistin, işte Arakan, Somali, Afganistan… Terör örgütünün hain kurşunlarıyla kırk senedir hedef olan binlerce çocuğumuzun ve gencimizin yaşama veda ettiği Güneydoğumuz… ve en son İdlib!... Kullanılması bir değil savaş suçu, insanlık adına suç olan bir fiilin kurbanı onlar. Kimyasal silahlarla insanlığın kurbanıdır fotoğraflardaki o çocuklar... Hangi vicdan sahibi yaşanan bu olumsuzlukları onaylayabilir, hangi vicdan sahibi?
Geçen gün gazetelerde, haber sitelerinde gördüm, izledim; yürek dayanmaz görüntüler… Üzerine az miktarda sıkılan sularla gazın etkisi giderilmeye çalışılıyor; ama yeterli gelmemiş, çare olmamış ki bu dünyaya doyamadıkları bakışlarından belli olan ve gözleri açık olarak fani âleme veda eden çocuklar… Bu yüzden hüzünlü, bu yüzden dertliyim. Erdem Bayazıt Ağabey gibi demeliyim şimdi “Gamdan dağlar kurmalıyım, kayaları kelimeler olan.” dedim ya, gam ve kedere, hüzne gark olmamak ne mümkün! Ve yazılmıyor her hüzün, yazılamıyor her acı…
Yaşadığımız coğrafyanın etkisiyle midir bilmiyorum ama Hilmi Yavuz dillerimize pelesenk olmuş o muhteşem dizesinde “Hüzün ki en yakışandır bize” der. Hüznü aşk derecesine yükselten Bülent Gündoğan da “aşk hükmündedir her hüzün” adını verdiği şiir kitabında “hüznün de taliplisi var/kürek mahkumuna gül diyemezsin ki” der ve ardından “Saklasan da ayan tanıdım seni hüzün/Kerkük türküsü gibi hüzünlüydü yüzün.” dizeleriyle içimizdeki çocuk bakışlı hüzünlerimizin resmini çizer. Nazım Hikmet de “Bulutlar Adam Öldürmesin” şiirinde:
“Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.”
diyerek çocukların masumiyetine dikkat çekerek onların dünyalarımızdan koparılmamasını
ister.
Hepimiz kendi dünyalarımıza çekilmişiz, diğerinin, ötekinin yaşadıklarından bir haberimiz yok; bîhaberiz onlardan. Oysaki öyle mi olmalıydık? Müslüman olmanın vasıflarından biri değil miydi kardeşinin derdiyle dertlenmek? “Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir.” emrinin ve ikazının muhatabı bizler değil miydik?
Ne çok isterdim şimdi sevinci huzuru, mutluluğu burada resmetmeyi… Çocuklarımızın sevincini, heyecanını yazmayı, anne babaların, dedelerin, ninelerin mutluluklarını... Bir gün onlar da olacak, bir gün onlar da olsun inşallah. Umutlarımızı asla yitirmeyelim, asla!
Rabbim dünyanın her neresinde olursa olsun, zulüm altında inleyen çocuklarımıza tez ferahlık versin. Savaşlar son bulsun… ve son bulsun insanların birbirini bir hiç uğruna kıymaları. Son bulsun çocukların barut ve gaz kokularıyla bu âleme bu çok erken vedaları. Çocuklarımızın yuvamızda, bahçemizde şen bülbüller olarak ötsün, evlerimizi, gönüllerimizi şenlendirsin.