Zamana ait kelimelerin çokluğu, kelimeler arasındaki anlam farklılıkları bizim zamana verdiğimiz kıymeti ortaya koyar. Çünkü bir dili ana dil olarak konuşan insanlar siyasî, sosyal, ekonomik ve çevre şartları ile doğru orantılı olarak kelime dünyalarını oluşturur; bu da o dilin söz varlığının hangi alanlarda, nelerden oluştuğuna dair önemli bir veridir. Türklerde at, Araplarda deve, Eskimolarda da kar ile ilgili olarak kelime sayısının fazla oluşu buna bir örnektir.
Bayram da bir bakıma zamana dair kelimelerden biri olarak güzel Türkçemizin söz varlığı arasında yer alır. Yılın belli zaman dilimlerinde gerçekleşen güzelliklerimizden olan bayramlarımız, dinî ve millî olarak hayat ufkumuzda parlar durur. Her iki alan da her türlü müdahalelerden azade olarak doğal ve olağan seyri, akışı içerisinde kutlandığı zaman gerçekten bayram olur. Değişik sebeplerle tonu, ibresi farklılaşan ve farklı şeyleri gösteren siyasetin etki alanından uzak kalarak, masmavi deniz dinginliği ve asudeliği içerisinde bayramlar yaşanırsa bayram olur.
Devletin ayakta kalması milletin ayakta kalmasıyla mümkündür. Milleti ayakta tutan şey de dinî ve millî hususlarda kendi rengini ve renginin tonunu da muhafaza ederek renkler kuşağı oluşturarak, kendi sesini de koruyarak, ülkenin birlik orkestrasında yer alarak geleceğe doğru hep birlikte yürüyebilmektir. O halde ayrıştırmadan, ötekileştirmeden, herkesi kendi renk güzelliği içerisinde, kendi ses tonu ve armonisi ile bayramlara girelim.
Bayramlar ne zaman bayram olur? Bu elbette bayramına göre değişir. Millî bayramlarımıza ve dinî bayramlarımıza göre bunun farklı cevabı/cevapları söz konusu olacaktır. Ramazan bayramına doğru yol aldığımız için meseleyi dinî bayramlarımız açısından el almak daha doğru olacaktır.
Bayramların bilhassa -hangi dine mensup olunursa olunsun- dini bayramların tam olarak bayram olabilmesi öncelikle o devletin sınırları içerisinde yaşayan herkesin “insan” olması gerekir. Yanlış anlaşılmasın “beşer” değil, “insan” olması lazım. Elbette biyolojik biçim itibariyle insan olan bir varlıktan bahsetmiyorum. Ruhu ve manevi melekeleriyle insan olmaktan bahsediyorum. Alvarlı Efe Hazretlerinin çok güzel bir duası vardır: “Rabbim bizi insan eyleye!”. İnsan olmak önemlidir; Allah (celle celalühü) kutsal kitabımızda “Ey İnsanlar” diye hitabet ediyor, insanı muhatap alıyor yani. O zaman “insan” olmak lazım, insan! İnsan akıl, irade, izan, kalp, merhamet sahibidir. İnsan, en azından öyle olmalıdır ki diğer varlıklardan farkını ortaya koyabilsin. İnsanoğlu, meleklerden üstün, hayvandan da aşağı olma arasında kendini konumlamaya müsait bir fıtratta yaratılmıştır. Onu, melekleri geçebilme yönüyle insan, hayvanlardan da aşağıya düşebilme durumuyla da beşer olarak adlandırmak mümkündür.
Beşer, insan olabildikten sonra huzura kavuşmada kolaylık vardır. İnsan, İslam’ın doğru yorumuyla ihsan şuuruna yani Allah’ın bizim halimizi her an görüp bildiği düşüncesine ererse, bu dünyaya gerçek anlamda “barış” gelecektir. İslam’ın “doğru yorumu”nun bilinmesi önemli. Çünkü Arapçada “selamet, barış, esenlik” anlamlarını içeren “silm” kökünden gelen bir kelime olan İslam, aynı zamanda “barış” demektir, “barış” dinidir. Onun içindir ki İslam, evrensel mesajdır, bütün insanlığa gelmiştir. İşin bu noktasını göremeden “İslam”ı yok eden, kafa kesen, öldüren bir anlayış olarak gösterilmesi, İslam’ın böyle algılanması hem Müslümanlara hem de İslam’a vurulan en büyük darbedir.
İslam’ın iki büyük bayramından Ramazan bayramına doğru yürüyoruz. Bu yürüyüş, zaman olarak bayrama erdikten sonra aile fertleriyle, hısım ve akrabalarla, komşularla, farklı renkleriyle toplum olarak birbirimizle kucaklaşabildiğimiz ölçüde gerçekten bayram olacaktır.
Bayramda başta aile içinde olmak üzere, konu komşuda, mahallede, köyde her türlü siyasi anlayış ve değerlendirmeleri bir kenara bırakarak bayramlaşmalı, birbirilerimize ziyaretlerle bu güzellik taçlandırılmalıdır. Bu konuda, öncelikle İslam’ın ve evrensel hukukun “Hiçkimse, işlemediği bir suç sebebiyle suçlanamaz!” yahu “Hiçkimse başkasının işlediği bir suç sebebiyle suçlanamaz.” temel prensibini hatırdan asla uzak tutulmamalıdır. Ayrıca, şartlara göre değişen siyasî anlayışların ortaya koyduğu düşünceleri yegâne hakikat veya dinin ortaya koyduğu bir buyrukmuş gibi dillendirerek insanımızın arasında birlik ve beraberliği bozucu, ayrıştırıcı, ötekileştirici tavır ve davranışlardan uzak durmak lazım. Siyasi ve düşünce ayrılıklarını bir kenara bırakarak, “insan”ı merkeze alarak bayramı bayram olarak yaşamamız lazım. Bu yapılmadığı ya da ihmal edildiği takdirde değil toplumda aile ortamlarında bile huzur ortamında bir bayramın yaşanması asla söz konusu olamaz.
Bayramın bayram olarak kutlanabilmesi için yukarıda dile getirilen düşüncelere ilave olarak aile bireyleriyle ve akrabalarla siyasi tartışmalara girmek başta aile kurumuna ve hısım akraba anlayışına zarar veriyor. Bu kısır tartışmalardan geriye sadece ayrılık ve kırgınlık kalıyor. Oysa kalpleri kırmak nedir? İnsana, o siyasi anlayışa ne kazandırır? Yunus Emre’nin çağlar ötesinden yankılanıp asrımıza gelen şu sesine kulak vermek lazım:
“Gönül Çalab'ın tahtı
Çalap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise”
Her türlü kayıttan, mekândan münezzeh ve uzak Allah Teâlâ’nın bir müminin gönlündedir. Sen o gönlü yıkarak ne büyük bir kusur işlediğinin farkında mısın? İki cihan bedbahtı olmak az buz bir şey midir kötülük adına? Bu dizeleri okuyup da insan kendisine bir çekidüzen vermeli değil mi? Dünyevi mekanları, köşkleri, sarayları değil, Niyazi Mısrî’nın ilahisinde “Yere göğe sığmayan bir müminin kalbindedir.” dediği yeri yıkıyorsun, daha ne olsun!..
“Bir kez gönül yıktınısa
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil”
Gönülleri yıkan ziyandadır. Gönül yıkan Kâbe’yi yıkmış gibidir. Namaz kılmaktan maksat, Allah’ın rızasını elde etmek ise onun ikamesi de gönül yapmaktan geçmektedir. Ayrıca, herkes elini yüzünü yıkar, mesele elini yüzünü yıkamak da değil. Gönül yapmak, gönül kazanmaktır asıl olan. Çünkü coğrafyaları askerle fethedebilirsiniz ama orada kalıcı olacaksanız gönül yapmanız, gönüllere girmeniz gerekir.
Gelin bu bayram, çeşitli sebeplerle ailesinden ayrı olan, değişik sebeplerle daha önceleri ötekileştirdiğimiz insanların bayramlarını kutlamakla işe başlayalım. Kalplere, gönüllere girelim. Aynı siyasi düşünceyi onlarla da paylaşmayı, onların da düşüncenizde olmasını istiyorsanız onların gönüllerine girmelisiniz. Onları dertlere, sıkıntılara, yokluğa mahkûm ederek değil. Bu, zaten insani değil İslamî de!
Sözümüzü Muhammed Lütfi Efendi Hazretlerinin o güzel ilahisi ile bağlayalım:
“Can bula cananını
Bayram o bayram ola
Kul bula sultanını
Bayram o bayram ola
Hüzn-ü keder def ola
Dilde hicap ref ola
Cümle günah af ola
Bayram o bayram ola”
Tebrik: Şimdiden bayramınız mübarek olsun. Bayramın İslam âleminin uyanışına, hayırlara, milletimizin birlik ve beraberliğine, ülkemizin dirliğine vesile olmasını Yüce Mevlâ’dan niyaz ederim.