|   | 
  • Cevahir Kadri

    Beklenenler Ne Bilsin Bekleyenlerin Hâlini?

    Beklenen, şüphesiz çok güzel bir şiirdir; Türk edebiyatının ve Üstat Necip Fazıl’ın belki de en güzel şiirlerinden biridir. Şiir olur da duygu olmaz mı? Derler ki şiir kelimelerle yazılır, doğrudur. Ama ben de derim ki şiir duygularla yazılır. Duygu yoksa kuru kelime yığınından başka nedir ki şiir diye ortaya konan o metin…

     

    Hiçbir vakit yoktur ki gelmesi beklenenden mahrum olsun. Hiçbir kimse de yoktur ki bir beklenenden ve beklentiden uzak olsun. Ve hiçbir beklenti de yoktur ki kendisini bekleyen biri bulunmasın…

     

    Geçenlerde sosyal medyada bir fotoğraf ilişti gözüme. Dikkat çekmeyecek gibi değildi çünkü. Türlü yemeklerle donatılmış bir sofra ve…kendisinin her zamanki oturduğu bölüme yerleştirilmiş bir çerçeveli bir fotoğraf!...Belli ki evin babası… Paylaşılan bu görselin üzerinde ise “Herkesin bir acelesi vardı; bizimse bir beklediğimiz... En güzel sabahlar sizinle olsun...” yazıyordu. İçim burkuldu…Çok şey anlatıyordu esasen, çok şey..ama anlayabilecek kalp lazımdı onun için, vicdan lazımdı, karşısındakini düşünebilme olgunluğuna sahip bir irade!..

     

    Herkesin kendine göre bir beklediği ve bu beklediklerinden birtakım beklentileri vardır. Gelmesi, buluşulması, bir arada olunması istenendir beklenen. Beklenen, bekleyen nazarında çok kıymetlidir, belki de biriciktir o. Dünya, o biricikin etrafında şekillenir. O, bekleyen kişinin, üzerinde hassasiyetle titrediğidir, gözbebeğidir âdeta.

     

    Beklenen, bekleyenine göre değişik değişiktir. Bu kimi zaman göz aydınlığı olacak, bu dünyaya henüz teşrif etmemiş bir bebektir. Kimi zaman gurbete yollanan ve oradan dönmesi gözlenen ciğerpare bir evlattır, kimi zaman da gidişini davul ve zurnayla kutladığı, ellerine kınalar yaktığı, vatanımızın bekçisi kınalı kuzulardır. Gurbete gidenlerin dönüşleri, askere giden evladının tezkere alarak sağ salim yuvasına avdet etmesi hasret kokan, acılar demleyen, insanı âdeta ihtiyarlatan bir süreçtir. Çünkü beklemek çok zordur. Zorluğu o bir an önce olması, yaşanması gerekenin o aciliyette bir türlü gerçekleşememesinden kaynaklanır. Zaman, orada geçmek nedir bilmez. Aslında zaman, her dem aynı hızda akar, lakin bizim ruh halimiz onun çabuk ya da geçmek nedir bilmezliği arasında gidip gelmesine yol açar. Çabuk geçmesi ya da hiç geçmemesi tamamen bizim ruh hâletimize bağlıdır.Nitekim divan şairi Sabit bunu ne de güzel anlatır:

    Şeb-i yeldayı müneccim muvakkit ne bilir,

    Müptela-ı gama sor kim geceler kaç saat.”

     

    En uzun geceyi yıldız ilmiyle uğraşanlar ve vakit tayininde uzman olanlar bilemez. O gecenin hangi gece olduğunu bilmek istersen dertlere, gam ve kedere gark olmuşlara gecenin kaç saat olduğunu bir sor bakalım.

     

    Beklemek, zordur; beklediğin ister sevinçle doldursun, isterse gamlara yuvarlasın seni fark etmez. Birinde için bir gül dalına konup konup kalkan bir kuş gibi kıpır kıpırdır, için içine sığmaz; birinde dert küpü olmanın kesafetiyle yüzlerce kilo altında iki büklüm vaziyette, dakikalar eskittikçe eskitmektedir seni. Hele bir de yol gözlüyorsan, gelmesini beklediğinin bir an önce gelmesi arzuluyorsan işte o zaman değil saatler, dakikalar, saniyeler bile geçmek bilmez.

     

    Behçet Necatigil de “Gece Vakti” bekleyenler arasında ve beklediğinin gelmemesi ihtimaline karşı Allah’a yakarış hâlindedir:

     

    “Yine yarın benimlesin bekleyiş,

    Gelmedi posta treni!

    Bu berbat düşünceler saatinde;

    Tanrım, başı boş bırakma beni!”

     

    Beklenen bilmese de bekleyen için vakit gamlıdır; hele bir de “Ortam” güvenli değilse, 12 Eylül öncesi gibi sokaklar güven vermiyorsa, sabah gidenin akşam eve döneceğinden endişe duyuluyorsa o zaman Necatigil haklıdır korkularda bekleye bekleye yorulan anne babaların duygularını şöyle söylerken:

     

    “Eski yapı, sarsılır evler

    Dayan, geçer

    Azgınlık zamanı.

     

    Akşam nasıl dönecekler

    Bekleye bekleye korkularda

    Biz her gün bu çocukları.”

     

    Beklenen bazen bir makam ve mevkiidir; ikbaldir, gelecektir. Daha modern bir deyişle kariyerdir; dünyevi anlamda iş sahasında, mesleğinin basamaklarını birer birer çıkarak o alanda en iyi, alanın bir numarası olmaktır. Böyle bir olma hedefi ve düşüncesi olan birinin elbette o istikamette gerekli çabayı göstermesi, enerjisini o alanda harcaması lazım gelir.

     

    Kimisi için zengin olma düşüncesi onun için en büyük hayaldir. Böyle, olmasını, gerçekleşmesini umut ettiği hayali taşıyanlar da elbette o hayalin gerçekleşmesi yönünde gerekli adımları atmak durumundadır. İlgili kitapları okumak, alanında yetkin isimlerle görüşmek, ticaretin girdisini çıktısını âdeta avucunun içi gibi bilmek, sahanın usul ve anlayışına göre gerekli kişilerle iletişime geçmek, onların tavsiyelerine uymak ve uyarılarını dikkate almak bu yönde yapılacak çalışmaların başında gelmektedir. Tabii bu alanda da her alanda olduğu gibi insan hak ve hukukuna azami dikkat etmek ve bu yönde hassas davranmak, her şeyi gören ve bilen, kendisini hesaba çekecek bir Yüce Yaratıcının var olduğunu ve onun tarassutu altında bulunduğunu unutmamak, iki cihanda kârlı çıkan bir tüccar olmanın gereğini yerine getirmek olduğu asla akıldan uzak tutulmamalıdır.

     

    Kiminin beklediği, yol gözlediği her akşam evin penceresine çıkıp acaba bugün gelir mi diye umudunun kök salıp dağlarca bir ağaca büründüğü, aşılamaz ümit dağlarında yaşadığı evladıdır, evlatlarıdır; sevdiğidir, eşidir, kocasıdır. Böyle beklemeler, dünyanın en ağır yükünü yıkar omuzlarına insanın. Ağırdır, zordur, acıdır, hicranlıdır; gözler kimi zaman kan çanağına dönmüştür kimi zaman da Yakup (a.s.)  gibi bu fani dünyada hiçbir şeyi göremez olmuştur. Kokusunu bari getirmesi için Kerem gibi, rüzgarlara haber salıp kuşlarla ceylanlarla hasbihal etmektir beklenen yolunda. Onlardan bir umut ışığını sezme, bir yardım ihtimalini görme, beklediğine kavuşma imkânı olup olmadığını öğrenme, aradığını bulma arayışına sokar insanı. Beklemenin en kısası bile en uzun zamanlardandır. Çünkü araya mesafeler, engeller girmiştir. Bu engellerin başında mevsimsizlik gelir. Nasıl ki kış ortasında her yer duman çiçek olmaz ve olamazsa bu beklenenlerin gelmesi, ona kavuşulması için bazı zamanların geçmesi, mevsimlerin değişmesi, beklenenin mevsimine girilmesi gerekir.

     

    Mevsimlerin en güzelidir “insan mevsimi”. Onda herkes kul hakkına riayet eder. İnsan ancak böyle zaman dilimlerinde gerçek mutluluğu ve huzuru yakalayacak ve yaşayacaktır, dolayısıyla da en büyük huzura erecektir.

     

    Beklenen bazen soyut iklim kuşağıdır; insanlıktır, adalettir, özgürlüktür. Adaletin var olması için büyük büyük binalara değil fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür hukuk insanlarına ihtiyaç duyulur. İnsanlık, aklı, kalbi ve vicdanı ile insana insanca bir bakışla bakabilenlerde bulunur. Bu anlamda kalabalıklar içinde insan aradığımız çok olmuştur. Ancak onlardır ki kalabalıkları içinde yalnızlığı yaşarlar ve en büyük ıstırabı da onlar duyarlar. İnsanlar içinde insana ve insanlığa hasret kalmak en onulmaz bir yaradır, en dayanılmaz acıdır. Bu acıyı bazen en yakınların, en yakın dost bildiklerin yaşatır.

     

    Beklenen bazen o kadar yorar ki insanı. Ömürden ömür çalan âdeta bir ömür törpüsüdür o. Ömrünü kıyım kıyım darbelerle kıymık kıymık kopartan, yontan sonra da çaresizlik içerisinde boşluklara savurandır o. Üstat Necip Fazıl da “Beklenen”e neler söylemiş neler!.. Gör de bir bak…

     

    “Ne hasta bekler sabahı

    Ne taze ölüyü mezar

    Ne de şeytan bir günahı

    Seni beklediğim kadar”

     

    Hastalar, sabahın bir an önce olmasını, ölen kişi de bu dünyada beklemeksizin tez zamanda gömülmeyi, şeytan da insanın her an günah işlemesini nasıl beklerse ben de seni onlardan daha istekli olarak bekliyorum. Bunu bil, öyle davran, çabuk ol!...

     

    Bunu duyabiliyor musun ey beklenen, sen asıl onu söyle… Söyle de bekletme bekleyenlerini. Ama duyamaz; çünkü araya düşündüğün ve düşünmediğin türlü türlü engeller girmiştir. Engelleri aşamamanın çaresizliği ve yıpranmışlığı içinde yığılıp kaldığın bir anda duyguların dile gelmiştir artık:

     

    “İstemem artık gelmeni

    Yokluğunda buldum seni

    Bırak vehmimde gölgeni

    Gelme artık neye yarar”

     

    Şair her ne kadar gelme dediyse de bu, altından kalkılamaz sıkıntılar karşısında bitevi bir çaresizlik atmosferinde dolaşmasından dolayıdır. Hayır, böyle de olsa asla çaresizlik içinde kalıp ümitsizliğe düşmeyeceksin. Müslüman ümidini kaybetmez. O çarelerin tükendiği bir anda her şeyi yaratan Allah’a sığınır. Sığınır da halini ona arz eder, odur bütün dertlere derman! Odur sana her türlü imkânı veren ve yaratan!

     

    Allah, kim neyi bekliyorsa hayırlısını ama daima hayırlısını versin. Vatanımızı ve memleketimizi, devletimizi şer odaklarının beklentilerinden uzak eylesin.

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.