Önce insan, sonra Müslümanız; insanlığımızı kaybettiğimizde Müslümanlığımızdan zaten eser kalmayacaktır. Çünkü insan, duyguları, düşünceleri, aklî melekeleri, iradesi, düşünüşü, duyuları ile bir bütün varlıktır. İnsanın belki de en büyük ayırt edici özelliği aklı, iradesi, vicdanı olmasıdır. İnsanlık tarihi bu özelliklerini kaybeden insanın, âdeta canavarlaşmış bir yaratığa dönüştüğünün örnekleriyle dolup taşmaktadır.
“Son ve ekmel” din olan İslamiyet’in tabiri caizse hedef kitlesi, “akıl sahipleri” olarak nitelendirebileceğimiz insandır. Evet, akıl ve irade sahibi insan muhatap alınmıştır o kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de. Düşünme üzerine pek çok ayet vardır; bu ayeti kerimelerde “Akletmez misiniz?” diye de biz insanlara sorulmaktadır. Ayeti kerimelerde anlatılan olay ya da durumlardan sonra anlatılanlarda “akıl sahipleri” için pek çok hikmetlerin bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Bundan dolayı diyoruz ki önce insan, sonra İslam. İnsanî yönümüzü koruyamadığımız zaman zaten İslamî yanımızdan eser kalmayacaktır.
Dinî hayatımızın şekillenmesinde birinci âmil Ku’anı Kerim, ikinci âmil ise Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sallalahu aleyhi vesellem) söz, fiil ve takrirlerinden oluşan sünneti senniyeleridir. Bunları “icmaıümmet” ve “kıyasıfukaha” yani fakihlerin Kur’an’dan ve Hadislerden hareketle o konu ortaya koymuş oldukları görüşleri takip eder. Bunlara aynı zamanda edilleişeriyye adı verilmektedir. Edilleişeriyye, herhangi bir konuda dinin ortaya koyacağı hüküm, söz ve tavırlarda geçerli olacak deliller anlamına gelen fıkhî bir terimdir.
İslam’ın evrensel mesajını bütün insanlığa duyurabilme düşüncesi, her Müslümanın mefkuresinde, idealinde yer edinmesi gerekmektedir. Bu, aynı zamanda emribilmaruf, nehyianilmünker yani iyilikleri emretme ve kötülüklerden sakındırma, alıkoyma emri her Müslüman üzerine farz olan hususlardandır. Bunu yaparken de elbette hiçkimse kendi kafasına göre bu iyidir, şu kötüdür; o halde şu iyiliğe herkes katılmalı, şu kötüdür, bundan herkes uzaklaşmalıdır anlayışı içerisinde olmamalıdır. Bir şeyin iyi ya da kötü olması için yukarıda bahsedilen delillerden bir delile sahip olması gerekir. İslam fıkhının önemli isimlerinden İbn-i Abidin "Hiçbir şey akıl ile haram ya da helal olmaz. Yani bir şeyin helal veya haram olduğuna hüküm vermek Allah'a mahsustur. Bir şeyin güzel ya da çirkin olduğunu ispat eden dinin şeriatıdır. Akıl ise; güzelliği ve çirkinliği idrak etmek için bir vasıtadır." demektedir. Hz. Peygamber’in (aleyhisalatü vesselam) hadisi şeriflerinde beyan buyrulduğu üzere “Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir." (Buharî, İman 39, Büyû 2)
İyilikleri emredip kötülüklerden sakındırıp Allah’ın adını, İslam’ın o evrensel mesajını bütün insanlığa duyurmanın yollarını ve yöntemlerini bize emanet edilen akıl, irade ve vicdanımız ile bulmak ve onun gereğini yapmak Müslüman olarak en temel vazifemizdir. Bu en temel vazifesini yapmak için Müslüman; okumalı, araştırmalı, izlemeli, incelemeli, salt bir bakışla değil küllî ya da afakî bir bakış açısıyla değerlendirmelerde bulunmalıdır. Müslüman Rızkın Allah’tan geldiğine ve çalışmanın, sebebe yapışmak olduğuna inanır ve çalışırken de Allahü Teâlâ’ya asi olmaz, haram işlemez. Yoksa dünyada “hayvanlar gibi” sadece rızık peşinde koşup ömrünü tamamlamak bir Müslümanın yapması gerekenler arasında asla değildir. Bir de hayatın hayhuyu içerisinde zaman zaman siyasetin zaman zaman başka hususların labirentlerinde dolaşırken ne siyaseti ne de başka hususları dinin yerine asla ikame etmemez. Şu bir gerçektir ki, siyaset asla dinin yerine ikame edilemez. Çünkü siyaset günün şartlarına göre değişebilir, değişik bakış açılarına sahip olabilir. Ama din yukarıda da ifade ettiğimiz deliller çerçevesinde sözünü söyler, onun bakışı bu sebeple değişmez. Siyaset kişilerle farklı bakış açılarına sahip olarak yoluna devam edebilir. Ama dinin kaideleri, kuralları, olaylara temel olarak bakışı bellidir ve asla kişilere göre de değişmez.
Müslüman, bilir ki bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir, Allah’a ibadet için ve yine Allah tarafından yaratılmıştır. O bunları gerçekleştirebildiği nispette imtihanı kazanarak ebedî hayatını kurtarma düşüncesi ile Allah’a yalvarmalıdır. Hayatını bu imtihanın neticesinde kendisine sorulacak sorular doğrultusunda şekillendirmelidir. Bu durum, onun sahip olduğu maddî ve manevî imkânlarla asla değişmemelidir. O varlık içindeyken de darlık içindeyken de bir sınavdan geçtiğini asla unutmamalıdır. Çünkü Bakara Suresi 155. ayeti kerimede mealen “Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!” buyrulmaktadır. İşte Müslüman verenin de alanın da Allah olduğu bilinciyle hareket etmeli, verdiği için Allah’a şükretmeli, aldığı için de yaşananlar karşısında sabretmelidir. Bu konu çok anlamlı gördüğüm Epiktetos’un şu sözleri ne de anlamlıdır: “Her ne hakkında olursa olsun: «Onu kaybettim!» deme. Fakat «Onu geri verdim!» de. Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü? Onu da geri verdin. Tarlanı mı elinden aldılar? İşte yine bir geri verme. Lâkin onu elimden alan kötü bir adamdı! Onu sana verenin falan veya filân yolu ile geri almasının ne önemi var? Onu sende bıraktığı sürede, yolcuların otellerden faydalandıkları gibi, âdeta sana ait bir şey değilmiş gibi ondan faydalan.”
Epiktetos’un su sözlerini de konumuz bağlamında dikkatlerinize sunmak oldukça önemlidir. “At şarkı söyleyemediği için talihsiz midir? Hayır, ama koşamazsa talihsiz olur. Köpek uçamadığı için talihsiz midir? Hayır, fakat koku alamazsa talihsiz olur. İnsan aslanları boğamadığı ve olağanüstü işler yapamadığı için bedbaht mıdır? Hayır, o bunun için yaratılmış değildir. Ama temizliği, iyiliği, vefayı, adaleti, kaybettiği vakit ve ruhuna Allah’ın işlediği ilâhî değerler silindiği vakit bedbahttır.” (Düşünceeler, Sohbetler - Epiktetos) Evet, insan; insanî melekelerini kaybettiği zaman insanlığı yitirir.
Bir insanı yitirirsek yerine bir insan bulabiliriz ama insanlığı kaybedersek orada sadece canavarlaşmış bir yaratıkla karşı karşıya kalabiliriz. Onun için vicdanlarımızın körelmesini istemiyorsak, İslamî duygu ve düşüncede olmak istiyorsak, hasılı gerçek bir Müslüman kalmak istiyorsak, her türlü tavır ve davranışlarımızda önce insanî davranmalıyız. Bunu gerçekleştirdiğimiz anda Allah’ın sevdiği kullar arasında yer alma umudumuz daima var olacaktır. Vesselam.