|   | 
  • Nurettin Bilgen

    BİZİM KÖYLERİMİZ

    Selamların en güzeliyle selamlıyorum kıymetli gönül dostlarım!

    Kurtuluş Savaşı’mızın Başkomutanı ve Modern Türkiye’nin Mimarı M. Kemal Atatürk’ün en veciz sözlerinden biri olan “Köylü Milletin Efendisi’dir!” sözü, ülkemiz ve insanımız için çok kadar önemli bir ışıktır; köylerimizin tarım, hayvancılık, ormancılık, madencilik ve balıkçılık gibi birçok hayati sektörde sahip olduğu fonksiyon ve yerine getirdiği görev yadsınamayacak önemde ve büyüklüktedir.

    Geçen iki yazımızda şehirler ve yitirilen medeniyet ruhundan bahsetmiştim. Köylerimizde şehirlerin aksine sosyal ilişkiler maksimum düzeydedir. Köyde bir kişi hasta olsa tüm köylü işitir, komşuları bir tas çorba ile de olsa ona şifa diler. Askere giden erkeklere evlerde günler öncesinden yemek davetleri verilir, evlilik hazırlığındaki kızlara imece ile çeyiz hazırlanır, yine imece ile herkes birbirinin harmanında, hasadında birlikte çalışır.

    1930’lu yıllarda Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’da, Eskişehir’de, Bursa’da örnek çiftlikler kurdurup modern tarım için çalışmalar başlattı. Bu dönemde Atatürk Orman Çiftliği’nde ve tüm Türkiye’de sadece 7 tane traktör vardı.

    1950’li yıllarda Türkiye’de siyasal sosyal ve ekonomik canlanmalar gerçekleşti, traktör sayısı 550’ye ulaştı. Biçerdöver, pulluk ve mibzer gibi tarım aletleri arttı. Ancak Anadolu’nun çoğu yeri hâlâ modern tarımla tanışamamıştı. Bu devrenin devamında modern tarım için devrim niteliğindeki üç önemli gelişme oldu:

    1- Yolların hızla yapılması köyleri kasabalara, kasabaları şehirlere bağladı; böylece köylü geçimlik ilkel tarımdan hızla ticari tarıma geçti, gelir arttı.

    2- Traktörün yaygınlaşması da önemli bir devrim oldu. Verim, kalite, gelir arttı.

    3- Önce radyo ve sonra da televizyon yayınlarının köylere kadar yaygınlaşması köylerimizde örgün ve yaygın eğitimi geliştirdi.

    4- 1985’lerde traktör sayısı 1.250.000’e ulaştı ve tarımsal ihracatımız sanayi ihracatımızla birlikte büyük meblağlara yükseldi. Fakat zamanla şehirlerin köylü genç nüfusu göçlerle kendine çekmesi şehirlerden sonra köylerde de sorunların doğmasına neden oldu. Köylünün malını istismar eden tefeciler ve aracılar arttı. 1990’lı yıllarda ise köylerde ve köyden küçük mezra, oba, yayla gibi eklenti yerleşmelerde eğitim, ulaşım ve güvenlik sorunları iyice belirdi.

    Bu sorunları çözmek için KÖYDES ve SODES gibi ekonomik ve sosyal projeler devreye konuldu. Hâlen bu sorunlar çözülmüş değildir. Yerel ve Merkezi idarelerin ivedi olarak ve ağırlıklı olarak köy sorunlarına eğilmeleri ve çözüm sunmaları esastır. Köylerimizde nüfusun hızla şehirlere göç etmesi sonucu boşalan okullar ve ortaya çıkan taşımalı eğitim sistemi gözden geçirilmelidir. Bazı yerleşmelerde ve köylerde üç tane cami ve cami görevlisi varken, maalesef bir tane okul ve öğretmen yoktur. Köylerimizin ulaşım sorunlarının büyük oranda çözülmüş olması yeterli değildir, temizlik, yol ve eğitim gibi sorunlarının da çözülmesi gerekir. Bunun için her hizmeti de devletten değil yerel yönetimlerden de sağlamalıyız.

    ***
    Güzel Şehir Tanca’da Med Sonrası Cezirde Sahilde!

    Tetuan’dan akşam geç vakit Tanca’ya dönmüştük ve epeyce de yorulmuştuk. Ertesi gün, sabah yine aynı saatte başlayan dersten sonra ben Tanca’yı yalnız ve yayan olarak çarşı pazar gezmeye karar verdim. İlk olarak Belediye Plajı ve Tanca Limanı’nın da bulunduğu Tanca Kornişi’nden daha doğusunda yer alan Malabata Plajı ve çevresine gittim. Bu limandan her yarım saatte bir İspanya kıyısındaki Tarifa’ya feribot seferleri vardı. Bir başka gün de buradan günübirlik İspanya’ya gidip gelmeye karar verdim. Çünkü Tanca-Tarifa arası 14 km. uzaklıkta idi ve çıplak gözle Avrupa kıtasının en güneyi, Cebel-i Tarık Boğazı ve Afrika kıtasının en kuzeyi çok net görülebiliyordu. Feribotların geçiş süresi de yarım saatti.

    Doğuda Malabata Plajı tarafına gelince bir sürpriz ile karşılaştım. Aslında bu Tancalılar için olağan olan med-cezir olayı idi. Her altı saatte med ve ardından cezir yaşanıyordu. Tam sahile geldiğimde cezir olayı devam ediyordu ve sahilden iç kısımlara kadar deniz çekilmişti. Hemen yakında yer alan bir ilkokulun erkek öğrencileri suyun boşalttığı bu ıslak kumlu ve oldukça düz kıyıda futbol maçı düzenlemişlerdi. Bir süre onların maçını izledim sonra da hemen onların yakınında kıyıda yavaş yavaş bana doğru gelen ve yüzlerinden bir hayli mutlu olduklarını anladığım bir erkek ve onun kız arkadaşı ile karşılaştık; onlara selam verip tanıştık.

    O iki maşuk da okudukları Tanca Üniversitesi İktisat Fakültesi’ndeki derslerini asıp sahilde dolaşmaya çıkmışlardı. Kendilerine “Bakın dersi astınız ama ben sizi yakaladım, ben üniversitede hocayım, dedim!”  Bir süre sohbet ettik. Türkiye’den gelen bir akademisyen olduğumu öğrendiklerinde daha fazla ilgi gösterdiler ve ben onları uğurladım. Futbol oynayan çocukların ıslak sahasına indim, bir süre tezahürat yapıp fotoğraf çektim ve oradan ayrıldım.

    Liman çevresinde 6. Muhammet Caddesi’ne geldiğimde oradaki deniz manzaralı kafelerde oturup hem dinlendim hem de eşsiz Cebel-i Tarık manzarasına zaman zaman dalıp gittim. İbni Batuta, 24 yıl süren seyahatlerinin başlangıcı olan Tanca’da ilk çıkışı bu limandan mı yapmıştı acaba, diye de düşündüm. Sonra gözüm gönlüm açıldı, yıllar sonra ben de mütevazı bir gezgin olarak çeşitli vesilelerle buraları geziyordum. Bu sevinç ile gezmeye devam ettim, Liman ve çevresinde yer alan Tarihî Eski Şehir’i (Ancien Medina) ve mükemmel Mağrip mimarisi ile yapılmış genellikle beyaz ve azurit mavisi renklerle boyanmış evleri, dükkânları ve taş döşemeli dar sokakları bir bir gezdim. Hediyelik eşya satan dükkânlardan parlak ve mükemmel renklerde doğal kristal taşlar, deriden yapılmış cüzdan aldım. Yine yukarı doğru yükselen bu taş yoldan geniş bir meydanda bulunan Şehir Sineması’nın önüne gelip durdum. Uzunca bir bilet kuyruğu vardı ve benim vaktim bir hayli az kalmıştı. Sinemaya girmeyip orada yer alan bir pastanede yöresel bir tatlı ve tropikal meyvelerden taze sıkılmış meyve suyu kokteyli hazırlattım.

    Hafızların koro ile mükemmel Kur’an okuyuşu!

    Ardın’dan bir süre daha gezmeye devam ettim ve Tanca Mescid-i Kebir’ine (Ulu Cami) geldim. Bu cami oldukça yüksek bir noktada Cebel-i Tarık’a nazır bir tepecikte yer alıyor ve geleneksel Fas mimarisinin tüm özelliklerini aksettiriyordu. Ardından yine sanatlı olarak inşa edilen şadırvanda abdest alıp camiye girdim, ikindi namazını cemaatle kılmak için bir süre Kur’an okuyan Hafızları dinledim. Camideki 20’den fazla güzel sesli hafız koro hâlinde Kur’an okuyorlardı. Ben ilk defa koro hâlinde Kur’an-ı Kerim okunmasını burada gördüm ve çok sevdim. İkindi namazının ardından bedenen ve ruhen epeyce dinlenmiş ve rahatlamış olarak tekrar yola çıktım. Şimdiki hedefim, “Tembeller Duvarı” adı verilen 5. Muhammet Caddesi üstünde yer alan bir seyir terası idi. Çok geniş olmayan orta genişlikteki bu terasın etrafında küçük sanat eseri ve heykelcikler de yer alıyor ve buradaki tembel tembel gezinen misafirlere mükemmel bir Cebel-i Tarık manzarası sunuyordu. Bir süre burada vakit geçirip tembel hâle düşmeden oradan ayrıldığımda hava kararmıştı artık. Eve dönme vakti çoktan gelmişti. Cadde boyunca şehir merkezine doğru ilerledim, kitapçılara uğrayıp harita ve kırtasiye malzemeleri aldım ve ardından da Tanca Belediyesi’nin Binası’nın karşı sokağında yer alan apartmanın 5. katındaki misafirhaneme geri döndüm.

    Kıymetli dostlarım, haftaya Tanca’da son gezilerimizi yapıp Başkent Rabat’a geçeceğiz. Sürpriz mekânlar ve tanışmalarda buluşuncaya dek hoşça kalın.
    ***

    “Yeminine bakıp insana inanma; insana bakıp yeminine inan!”
    Aeskhylos




    ​​​​​​​

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.