Cemre bir ateştir, ateşlerden bir ateş değil, kor bir ateş; ateşin kor hâlidir, sıcaklıktır yani. Güncel Türkçe Sözlük’te (TDK) “Şubat ayında birer hafta arayla havada, suda ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık yükselişi.” şeklinde anlam verilen “cemre”yle ilgili olarak İslâm Ansiklopedisi’nde (TDV) ise“Hacda şeytan taşlama sırasında atılan taşlara ve bu taşların atıldığı yerlere verilen ad. Sözlükte “kor parçası; çakıl taşı” gibi mânalara gelen cemre, bir fıkıh terimi olarak hacıların kurban bayramı günlerinde Mina’da attıkları küçük taşların her birini ve bu taşların atıldığı üç ayrı yeri ifade eder. Çoğulu cimâr ve cemerâttır. Bu yerlere taş atılması işine de remy-i cimâr denir. Cemrelerden Mina-Mekke yönündeki ilkine küçük veya birinci cemre (el-cemretü’s-suğrâ, el-cemretü’l-ûlâ), ikincisine orta cemre (el-cemretü’l-vüstâ), üçüncüsüne de büyük cemre veya Akabe cemresi (el-cemretü’l-kübrâ, cemretü’l-Akabe) adı verilir. Birinci cemre ile orta cemre arasında 156,40 m., orta cemre ile Akabe cemresi arasında 116,77 m. mesafe bulunmaktadır.” şeklinde bilgiler yer almaktadır.
Hep düşünmüşümdür; neden, şubat ayının yirmisinde havaya düşen cemre ile Hac esnasındaki şeytan taşlama alanına “cemerat” denmiştir diye. Her ikisi arasında ne gibi ortak bir özellik vardır da aynı kökten gelen kelimelerle bu durum ifade edilmiştir? Sonra farkına vardım ki her ikisinin ortak özelliğinde sıcaklığın bulunması söz konusu. Cemre-şeytan kelimelerinde sıcaklık, ısı anlam ilişkisi söz konusudur. Malum olduğu üzere, şeytan ateşten yaratılmıştır.
Cemrenin, ateşin havaya düşmesi ile havaların, suya düşmesi ile suların, toprağa düşmesi ile de toprağın ısınmaya başlaması söz konusudur. Eskilerin anasır-ı erbaa yani hayatın devamını sağlayan dört unsur diye tanımladıkları su, hava, ateş ve toprak cemre zamanında ile bir araya gelmektedir. Bundan dolayıdır ki cemre yeni bir hayatın başlangıcının habercisidir. Yeni bir hayatı ise asıl mart ayının yirmi birinde yani tam bir ay sonra “nevruz” ile karşılaşmış olacağız.
Divan edebiyatının önemli kadın şairlerimizden Fıtnat Hanım (d. 27 Kasım 1842 - ö. 1909), cemre ile ilgili olarak gazel nazım şekline “cemreyi konu edinen şiir” anlamında “cemreviye”ye uygun olarak bir lügaz/bilmece ile karşımıza çıkar:
“Ol nedür kim üç birâder her zaman
Birbiri ardınca olmuşdurrevân
Yılda bir kerre gelirler âleme
Makdemiylekesb-i feyz eyler cihân
Kimseler görmüş değildir yüzlerin
İsmi vardur cismi ammâ ki nihân”
dedikten sonra bu üç “birader”in neler olduğunu ortaya koyar:
Birisi oldıhevâyamünkalib
Birisi âb içre tutdıâşiyân
Gördi bulmuş her birisi yerlerin
Biri dahi eyledi hâki mekân
Serleri üç pâları beş anlarun
Kıl tefekkür eyledim anı beyân
Bundan başka Divan şairlerimizin cemreviyeleri de söz konusudur.
***
Doğada gördüğümüz, karşılaştığımız nesnel gerçekliklerin bir de edebî gerçeklik, sosyal gerçeklik, manevi gerçeklik olarak da yaşamamız söz konusudur. Havaların soğuması, havaların ısınması, tabiatın canlanması, baharın gelmesi gibi insanların birbirine soğuması, ısınması, herkesin birbirine saygılı olması, nezaket içerisinde hareket etmesi vb. hususlar da hayatta karşılaştığımız gerçeklerdendir. Öyle değil mi?
Ne kadar da soğudu kalbimiz, birbirimize. Ne kadar çok ihtiyacımız var birbirimizi birbirimize ısıtacak cemrelere… Cemrelere diyorum, çünkü bir cemreyle bu kalplerin ısınması çok ama çok zor. Cemreler düşmezse kalplerimize, kalp ülkesine baharların gelmesi, baharda çiçeklerin açması, kalp ovalarının obalarının rengarenk çiçeklerle donanması mümkün değil; bu hep hayallerde kalacak gibi…
Cemreler işte havaya düştü, havalar ısındı. Haftaya da suya düşecek; kıştan beri buz kesen suya, nice dondurucu soğuklar ile buz kütlelerine dönüşen göller, ırmaklar, dereceler, çaylar cemrelerle su olup akacak ve dünya yeni bir dirilişin daha yaşanmasına şahitlik edecek.
Yeni bir diriliş, yeni bir hayat, yeni bir şahlanış… Cemre hayatın varlığını hatırlatır; canı, canları hatırlatır bize. O her akşam ve her sabah gaflet içerisinde yüzdüğümüz, bir türlü gaflet bataklığından kurtulamadığımız zamanlarda canların yeniden hatırlanmasıdır cemre. Bir başkasına da hayat hakkı tanımanın, bir başkasının var olduğunu fark etmenin ve kabul etmenin adıdır cemre. Bu anlamda esasen kendi yaşama hakkımızı kendimize hatırlatmadır, saygının, sevginin, hoş görünün mevsimidir cemre.
Gıybet vadilerinde, sersem sepelek dolaştığımız bir zamanda, önü alınmaz kin ve haşyetin girdabında boğulmaktan son hamlede tövbe duşuyla uyanmamızın adıdır cemre. “Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir şeye feda edilmez.” düsturunu yedi cihana, sağır kulaklara, kapalı vicdanlara, sağır sultanlara haykırmanın dal dal filizlenmesidir cemre. Bu haykırışla yedi cihanın hak ve hakikatle dolabilir, sağır kulaklarının hakikati işitir, kapalı vicdanların aslî vazifelerini hatırlayıp yapabilir, küçüğünden büyüğüne herkesin hak ve hakikat ortak paydası altında buluşma çağrısının işitilebilir olmasına imkân veren ortamlara yolculuğun adıdır. Gönüllerimizin, vicdanlarımızın hak ve adalet, özgürlük ve huzur şarkılarıyla yaşanabilir bir dünyanın kapılarını aralamanın, bu yönde çaba göstermenin işaret fişeklerinin seslerinin duyulmaya başlandığı bir zaman dilimi, bir ân-ı seyyalenin adıdır cemre.
Cemre yeni bir uyanıştır, yeni bir hayata başlayıştır demiştik. Maide Suresi 99. Ayeti kerimede “O ki, gökten su indirir. Sonra bu su ile her çeşit bitkiyi (toprağın altındaki tohumunu yararak) çıkarırız, ardından o bitkiden canlı bir filize boy verdirir ve ondan da yan yana ve üst üste yığılmış başaklar, taneler hâsıl ederiz. Hurmanın tomurcuklarından salkımlar sarkar; ayrıca birbirine hem benzer hem benzemez özellikte (aynı topraktan aynı gıda ile beslenmelerine rağmen kendi içlerinde farklı türlerde, farklı tat, koku ve görünüşe sahip) üzüm, zeytin ve nar bahçeleri yetiştiririz. Her birinin meyvesine bir ilk ortaya çıktığı, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Gözünüzün önünde cereyan eden bütün bu işlerde iman edecekler için elbette işaretler, deliller vardır.” burulan bu hakikatte;“anlayanlar”ımız, “düşünüp ibret alanlar”ımız için “ne güzel ibretler, hikmetler” vardır, öyle değil mi? İşte bu hakikati anlama çabasında olmanın, anlama yolculuğuna çıkmanın adıdır cemre.
Nazan Bekiroğlu ne güzel der “Bir kez olsun aynı şeyleri hissetmeyi başarabilen iki insan birbirini hep anlayacaktır.” Hissedebilmek, kalple olur ancak. Cemrenin bir an önce kalplerimiz düşmesi, böylelikle insanımızın ve bütün insanlığın birbirini ötekileştirmeden, özgür biçimde herkesin kendi duygu ve düşüncesi içerisinde yaşayabildiği mutlu ve huzurlu bir dünya dileğiyle…