Sonradan olanların zaman içerisinde solmaya yüz tutması kaçınılmazdır ve bu bir değişimi gerektirir. Çevremizdeki eşya ve hadiseleri bu gözle izlediğimizde, incelediğimizde gerçeğin çevresinde bir semazen gibi döndüğümüzü göreceğiz.
İlkbahar bir tazeleniş, bir yenileniştir. Yeni doğumlar gerçekleşir orada; yeni bir dünyaya uyanmadır, yeni bir dünyanın uyanışıdır ilkbahar. Önce cemreler haber verir bize bu uyanışı. Yenilenmenin ilk emarelerini cemrelerde görürüz. Cemre düşünce, yüreklerde bir kıpırdanma başlar, sevgi atmosferine yolculuğun ilk adımlarıdır bunlar. Cemreler, zemheri ayazlarına, şubat soğuklarına inat bir meltem atmosferi üfleyen bahar soluklu içten yakarışlar manzumesidir. Hangisi olursa olsun, cemre düşmüşse, bir uyanış başlamış demektir.
Bir yılın içinde ilkbahar ile nasıl bir tazelenmeye ihtiyaç duyuyorsak, kâinat sistemini kuran Gerçek Kurucu ve Yaratıcı, eşyanın, zamanın ve olayların buna duyacağı ihtiyacı bildiği için bu durum böyle kanun olarak eşyanın ruhuna derç edilmiştir. Bundan dolayı yenilenmeye ihtiyaç duyma ve yenilenme bir âdetullahtır, sünnetullahtır. Güneşin doğması, akşamın olması, gecenin karanlığının üzerimize çökmesi nasıl bir sünnetullah ise, doğma, büyüme, gelişme, olgunlaşma, yaşlanma ve de her faniyi bekleyen bir son da aynı derecede âdetullahtır.
Kâinat içerisinde bir nokta kadar bile yer işgal edemeyecek ölçüde küçük bir alanda kurulan bu dünyada, Allah’ın halifesi olarak yaratılan insanoğlu, bu fani âlemde iyi yaşayabilmek ve yaşatabilmek için bazı kuralların geçerli olduğu yönetim şekillerinden biri ile idare edilmektedir. Bu idare biçimlerinden hangisine tâbi olacağı zaman içerisinde değişiklik ve farklılık göstermiştir.
Günümüz şartlarına en uygun yönetim biçiminin cumhuriyet olduğu kesin bir gerçektir. Çünkü cumhuriyet, bir idare biçimi olarak sürekli yenilenmeyi esas alan bir sistemdir. Bu özelliği itibariyle zaman içerisinde yıpranan, pörsüyen, çürüyen, aksaklıklara medar olan hususların kendi özel şartları içerisinde değerlendirilerek toplumun taleplerinin yansıyacağı bir metotladeğiştirilerek yenilenmesi söz konusudur. Bu yenilenme ile esasen yöneticilerin değiştirilmesi veya onların da yeniliğe ayak uydurması sağlanır. Bu da esasen demokratik cumhuriyetle mümkündür. Çünkü demokrasinin olmadığı cumhuriyetlerde halkın iradesi tam anlamıyla sandığa yansımamaktadır.
Halkın kendi kendisini yönetmesi demek olan cumhuriyetin bütün ruhuyla yaşayabilmesi ve yaşatılabilmesi ancak ve ancak demokrasi ve demokratik değerlerle mümkündür. Cumhuriyetin ve demokrasinin de en karakteristik özelliği toplumun, yönetimin, yöneticilerin sürekli bir değişim ve canlı kalmanın ruhunu ve heyecanını taşımasıdır. Şöyle düşünelim; belli bir süreliğine seçilen idareciler, başkanlar, cumhurbaşkanları, başbakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları, muhtarlar vs… eğer bu görevlerde belli bir süreliğine gelmemiş olsalardı o makamı Kral Debşelim’de olduğu gibi “babasının tapulu malı” olarak görür, halka her türlü eza ve cefayı normal görmeye başlardı. Oysaki cumhuriyet ve demokrasi sayesinde kişiler, o makamların geçici olduğunu, o makamlarda bulunmanın “halk ve Hakk’a hizmet” demek olduğunu her daim hatırında tutar, milletiyle bir bütünlük ve kaynaşmışlık içerisinde vazifesini yerine getirmeye çalışır.
Saadet Asrı’na baktığımızda, Hz. Peygamber’den (sallallahu aleyhi vesellem) sonra seçilen “raşithalifeler”in halkın oyları ile başa geldiklerini görürüz. Devam eden yıllarda bu yöntem ve anlayıştan uzaklaşıldığı için İslam toplumları zaman zaman çok acılar yaşamıştır, yaşamaktadır da...
Günümüzde bazı Orta Doğu ülkelerinde olduğu gibi şeklen bir seçimle de gelseler ve adı cumhuriyet olsa bile halkın iradesinin sandıklarda tam olarak tezahür edememesi sebebiyle türlü türlü acıların yaşandığına şahit olmaktayız. İşte Suriye, Irak, Libya, Mısır, Yemen vs. bu acıların merkezini oluşturmaktadır. Krallıkla yönetilen ülkelerin ise bu anlamda esamileri bile okunamaz. Çünkü oralarda halkın iradesinden söz etmenin imkânı yoktur.
Ülkemizde 1923 yılında ilan edilen Cumhuriyet’in bugün 94. yılını kutlayacağız. Aradan bir asra yakın bir zaman dilimi geçmiş. Buna rağmen henüz tam olarak demokratik olgunluğa eriştiğimiz söylenemez. Terörü onaylamayan ve benimsemeyen her türlü düşüncenin varlığını olgunlukla karşılayabilir, farklı düşüncelerle aynı ortamda buluşabilirsekancak o zaman demokratik olgunluğa erişebiliriz. ThedoreParker“Demokrasi, “Ben senin kadar iyiyim.” değil, “Sen benim kadar iyisin.” demektir.” diyerek gerçek düşünme ve davranış olgunluğunun demokrasiyle mümkün olabileceğini ifade eder. Demokrasi ve demokratik olgunluk sadece seçim sandığına yansımaz, sadece oralarda kendini göstermez. Demokrasi, sosyal hayatın her alanına hâkim olmalıdır; biz bunu başarmalıyız.Her ne kadar Jean Jacques Rousseau “Kelimenin tam anlamıyla gerçek bir demokrasi hiçbir zaman var olmadı ve var olmayacaktır.” dese de bizler, hadis-i şeriftedikkat buyrulan “Bir şey bütünüyle elde edilmezse, tamamen de terk edilmez."Noktasından hareketle,demokrasiyi gerçek anlamda elde edemesek de ondan asla vazgeçecek değiliz.
Sonuç olarak, “tabiat kanunları” ya da “âdetullah” olarak ifade edilebilecek olan “değişim ve yenilenme”ninçevremizdeki yansımalarına paralel olarak yöneticilerin de değişmesi ve yenilerinin seçilmesi ancakve ancak demokrasi ile mümkündür. “Demokrasi ilkesinin en yeni ve akılcı uygulamasını sağlayan hükümet biçimi cumhuriyettir.” ve “Türk ulusunun yaratılışına en uygun olan yönetim cumhuriyettir.”sözleriyle Atatürk’ün dikkat çektiği hususları gözden kaçırmamalıyız.
Ruhunda demokrasi, değişim ve yenileşmeyi barındıran Cumhuriyetimizin 94. yılı kutlu olsun. Cumhuriyetin ve demokrasinin kıymetini ve kıymetimizi iyi bilelim.