İnsan, bir erkek ve bir kadından yaratılmıştır; canlılar içerisinde ama onlardan apayrı bir tür olan insan, soyu itibariyle Âdem (aleyhisselam) ve Havva (radıyallahu anha) ebeveynine bağlıdır. Biri baba, biri anne olan bu iki insan, insanlık âleminin birbirini tamamlayan iki parçasıdır. İnsan, kadınıyla erkeğiyle birlikte bir bütündür. Erkek kendisine emanet edilen fiziki gücü kullanarak kadına bütün bütün hakimiyet kurmaya çalışması aslında onun eksikliğinden kaynaklanır. Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, iki yarım bir bütün etmez; iki yarım ancak taraflardan biri erkek biri kadın olduğu zaman bir bütünlük oluşturabilir, başka türlü bunun gerçekleşmesi asla söz konusu değildir.
Allah, her iki cinsi farklı fıtratlarda yaratmış, onları farklı farklı melekelerle donarak bazı konularda birini bazı konularda da diğerini ona üstün kılmıştır. Hayatın en güzel idamesi için kadın ve erkek bir bütün oluşturmalıdır, bunlar oluşturmak zorundandır; bu, gerek kişinin hayatını en güzel şekilde yaşayabilmesi gerekse neslinin devam etmesini sağlayabilmesi için gerekli ön şartlardandır.
Allah, kadınları duygu ve şefkat bazında erkeğe göre daha üstün yaratmıştır; erkekler duygusuz ve şefkatten uzak diye bir şey söylemiyoruz. Sadece Duygu ve duygunun zirvesi olan şefkatte kadının adının zirvelerde bayraklaştığını söylüyoruz.
Şiir de duygunun zirveye ulaştığı yazı türlerindendir. Bundan dolayı şiir bahsinde kadınların isimlerinin geçmesi oldukça önemli bir husustur. Çünkü onlar duygularını en güzel şekilde ifade etme çabasına girerlerse bir dildeki anlatıma kadının dili değişmiş olacağından o dil güzelleşir. Nitekim bir şeye kadın eli değmişse orada temizlik, berraklık ve huzur vardır. Aynı şekilde kadının dilinin değdiği dil de bu sebeple daha incedir, daha kibardır, hassasiyet ve incelik o dilde zirveye ulaşmış demektir.
Türkçenin şiir yazan kadınları ya da kısaca şaireleri adını ne yazık ki erkekler kadar duyurabilmiş değil. Bunu başaranlar da bütün bütün yok değil.
Eski Türk edebiyatı alanında yapılan araştırma ve incelemelerde, Türkçe şiirler yazarak adını duyurabilen kadınlardan bazılarına baktığımızda şu isimlere rastlarız: Zeynep Hatun, Mihrî Hatun, Ani Hatun, Fıtnat Hanım, Leylâ Hanım, Şeref Hanım, Âdile Sultan, Tevhîde Hanım, Feride Hanım, Hatice Nakiye Hanım, Sırrî Hanım, Münire Hanım, Fıtnat Hanım (Trabzonlu), Habibe Hanım, Hasibe Maide Hanım, Hatice İffet Hanım, Leylâ Hanım (Saz), Nigâr Hanım, Makbule Leman, İhsan Raif, Şükûfe Nihal ve Halide Nusret Zorlutuna. Bunlardan başka da elbette şiir vadilerinde varlık gösteren kadın şairlerimiz vardır. Kendisi de müthiş bir şair olan Kanunî’nin hanımı Hürrem Sultan bunlardan biridir. Kanuniye yazdığı mektuplarını beyitlerle süsleyen Hurrem Sultan bir mektubunda yer alan şu beyit, onun şiirdeki durumunu göstermesi bakımından önemlidir:
“Ey saba, sultanumazaru perişan diyesin
Gül yüzünsüz işi bülbül gibi efgan diyesin”
Bu isimlerden başka bilhassa Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren günümüze kadar bir tarama yaptığımızda Yaşar Nezihe, Gülten Akın, Türkân İldeniz, Lale Müldür, Nilgün Marmara, Arife Kalender, Bejan Matur, Birhan Keskin, Didem Madak, Gülseli İnal, Sennur Sezer, Melisa Gürpınar, İnci Okumuş, Gonca Özmen, Fatma Şengil Süzer, Hayriye Ünal, Umay Umay, Sergül Vural, Nilay Özer, Zerrin Taşpınar ve Ayten Mutlu, vd. çıkar. Bunlardan başka adını ulusal düzeyde henüz duyuramamış ama daha güzel şiirler yazan kadın şairlerimiz söz konusudur.
Halk şiiri geleneği içinde sazları eşliğinde şiir söyleyerek adını duyuran ozanlarımız de söz konusudur. Bunlar arasında Gürsel Doğan, İlkin Manya (Sarıcakız), Âşık Şahsenem (Senem Akyüz), Âşık Mihrumah (Necla Tezerdi), Şahturna Ağdaşan (Şahturna), Durşen Mert (Nurşah Bacı), Filiz Yurdakul (Sinem Bacı), Sürmelican Kaya (Sürmelican), Ayten Çınar (Gülçınar -Ki geçen günlerde vefat etti, Allah rahmet eylesin.), Arzu Yiğit (Arzu Bacı) ve Kevser Ezgili’nin (Ezgili Kevser) vardır. Bunlardan başka Derdiment Ana, Şerife Soykan, Döne Sultan, Güllühan Hanım, Vasfiye Hanım da halk şiir geleneği içerisinde söyledikleri şiirleriyle araştırmacıların dikkatini çekmişlerdir.
Üstat Yahya Kemal Beyatlı”nın “Türkçe ağzımda annemin sütüdür.” dediği gibi o kadar duru ve o kadar fıtrata uygun bir dil olan Türkçemizi nakış işler gibi hece hece işleyen kadın şairlerimizin binbir maharetle örgüledikleri şiirlerin dünyasına bir yelken açalım. Korkut Ata gibi biz de diyeli: Görelim hanum ne söylemiş? İlk sözü Zeynep Hanım’a verelim. Ziya Paşa’nın Harabat’ına girmiş şu beyitleri pek meşhurdur:
“Senin hüsnün, benim aşkım, senin cevrin, benim sabrım,
Efendim dem be dem artar, tükenmez, bi-nihayettir”
…
“Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın
Ne bileydim ki seni böyle cefâ-kâr olasın”
Sözün burasında sazı Fitnat Hanım alır:
“Neşve-i cam-ı muhabbetle gönül cuş eyler
Çekilen der ü gamı cümle feramuş eyler
Kıl hazer alma sakın aşık-ı zarın ahın
Seni bir şuh-ı sitemkara felek dun eyler”
1847 yılında vefat etmiş bir hanım şair olan Leyla Hanım sevgili Peygamberinden bakın ne istiyor:
“Alil-i derdi isyana devasın ya Resulallah
Bize sûy-i cinane rehnümasın ya Resulallah
Ne yüzle varacak Leyla huzura ruz-i mahşerde
Ona rahm eyle şah-ı enbiyasın ya Resulallah”
Günümüz şairlerinden adı en çok duyulanlardan ve şiiri konuşulanlardan Gülten Akın. Bilhassa Deli Kızın Türküsü adıyla anılan şiiri dillerdedir:
“Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan
Elimi uzatsam tutamasam
Olanca sevgimi yalnızlığımı
Düşünsem hayır düşünmesem
Senin hiç haberin olmasa
Senin hiç haberin olmaz ki
Başlar biter kendi kendine o türkü”
Şair Melisa Gürpınar da “Gözyaşıyla Söner mi Yangın” diye soruyor:
“Gözyaşıyla söner mi yangın
Ey ölüm
Ben ne aptalım
Okunur mu yolladığım mektup
Tutuşmuş bir kalemle yazdığım
Dağıldı oyuncak atımın boncukları
Bütün çeşmeleri kurudu sokağımın
Kapladı göğün yüzünü
Kara bir örümceğin ağı”
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren, kansere yenik düşerek aramızdan erken ayrılan, “Ah’lar Ağacı” adlı şiiriyle maruf Didem Madak şöyle seslenir:
“Bir göl vardı evimizin karşısında,
Mavi gözleri olan,
Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca.
Ya siz,
Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?
Nasıldı
Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?
Birhan Keskin’in “Saf Sabır” adlı şiirinde zorlu seçimlerden geçtiğimizi, kederlerin de zamanla geçeceğini hatırlatır:
“Ben, birlikte kıyıya sürüklediğimiz kayıktan
Saflığımı ve sabrımı aldım tek
Kalanları kumsala göm sen de
Yaz boyunca
Nasılsa her keder eksilir
Kendini doldurarak
…
Sardunyalara su vermekle unutamadığımız
Şeymiş aşk:
Alnından bir günaydın gibi düşürdüğün sabah,
Sağ yanımda unuttuğun keder.”
Cumhuriyet Döneminin önemli kadın şairlerimizden usta romancı Emine Işınsu’nun da annesi olan eğitimci, yayıncı Halide Nusret Zorlutuna’nın “Gel Bahar” şiiriyle yazımızı sonlandıralım:
“Ben mi çıldırmışım, sen mi delirdin?
Yalvaran sesimden bu kaçış neye?
Git dediğim zaman koşar gelirdin;
Gel şimdi de, inan bu efsaneye;
Şimdi günler bir peymânedir, gel!
Gel bahâr, gel bahâr, yakınlarda gül!
Denize renginden armağan bırak;
Ufuklarda gezin, semâya süzül,
Sonra yavaş yavaş in, içime ak!
Gönlüm hasretinle divânedir, gel!”
Türkçem, duygu ve düşüncelerimin tercümanı güzel Türkçem… Senin imkanlarınla ortaya konan nice güzellikler var ki onların farkında değiliz çoğu zaman. Bu dünyadan -erken ya da geç- ayrılan bütün dil işçilerine, ses avcılarına rahmet ve dualarımla…