Sevenler için ayrılık gayrılık; uzaklık yakınlık diye bir şey yoktur. Seven her dem sevdiğiyle beraber değil midir? “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” diye buyrulmadı mı? O hâlde, aklı ve kalbi bir an olsun sevdiğinden ayrı değildir sevenin; bakışında gördüğü hep sevdiğidir, sevgilisidir.
Göz merceğinin üzerine su düşerse dünya, bütünüyle deniz görünür; âşık, kalbiyle baktığı ve kalbine sevdiğinin aşkını düşürdüğü için onun her ne görünürse gözüne, gördüğü sevdiğidir, sevgilisidir.
Kalp ayrı düşmez ise akıl ayrı düşebilir mi sevgiliden? Âşık, aklıyla değil, kalbiyle duyup düşünür. Onun için derler ki “Âşıka Bağdat sorulmaz, ufukları aşar gider.” Âşığa zorluk yoktur, o yoluna baş koyduğu, sevgilisine ulaşmak için her türlü çileyi, meşakkati daha baştan kabul etmiştir. Onun için o yolda ayağa batan dikenler, sevgiliyle sermest olacakları gül bahçesine götüren güllerin kutlu habercisidir. Acılar, ona sevgiliye götüren şeker şerbet ırmaklarıdır âdeta.
Âşık kararını daha baştan verdiği için talip olduğu yolun meşakkatlerinden gamlanmasına da gerek duymaz. O meşakkatler, ona gıdaları alırken sofradan ağza götürürken çekilen zahmet gibi gelir.
Âşık, sevgiliye ulaşma, ona her bakımdan kavuşma derdiyle müptelâdır; ona kavuşması ancak bir düğün gecesiyle mümkün olur. Mevlâna, devrinin edebî ve sosyal şartların bir gereği olarak Farsça yazmış olduğu Mesnevi adlı eserinde, insanlığın kurtuluşu için yine bütün insanlığa hidayet rehberi olarak gönderilen Kur’an-ı Kerim ve âlemlere rahmet olarak içimizden bir elçi olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi vesellem) paha biçilmez sözlerinden ilhamla güzel hâl çareleri ortaya koymuştur. Hatta öyle ki İslam’ın ilk emri “Oku!” anlamına “İkra!” sözü elif harfi ile başlar. Elif, aynı zamanda Allah (celle celâlülhü) isminin de ilk harfidir ve Allah’ı hatırlatır. İşte, bundan dolayı Allah’ın “Oku!” emrinin dinlenmesi, gereğinin yerine getirilmesi için Mesnevi adlı eserini “Bişnev!” yani “Dinle!” diyerek başlamıştır. Bu bakımdan Mesnevi, Hadisler ışığında Kur’an-ı Kerim’in bir tefsirinden başka bir şey değildir.
Âşık aşkından dolayı bir bakıma lâmekândır; mekânsızdır duygu ve düşünce bakımından. Oysaki insan hâşâ mekândan münezzeh değildir asla; o sıfat sadece Allah’a aittir. İnsan olan âşık, duygu ve düşünüş bakımından fanilikten bakiliğe talip olduğundan, onun sevgilisinin Allah oluşu sebebiyle, yani bu bakımdan “lâmekân”dır. Yoksa beşerî sıfatları itibarıyla o zaman ve mekânla mukayyettir, sınırlandırılmıştır.
Âşık her dem maşukuyla beraberdir ve bir an olsun kendini ondan uzak, ondan ırak ve dahi ondan ayrı düşünemez. Bu konuda bağlamında, Yavuz Sultan Selim Han’ın arkadaşı, sırdaşı Hasan Can’a verdiği cevap harikuladedir:
Yavuz Sultan Selim Han, ölüm döşeğinde iken, daima başında duran ve zaman zaman Padişah'ı kucağına alıp yatağında doğrultan Hasan Can, yine Padişah'ın başucunda duruyordu. Padişah bir ara gözlerini açıp “Bu zaman ne zamandır, Hasan Can?” diye sordu. Padişah'ın ölmek üzere olduğunu gören Hasan Can, “Allah ile olacak zamandır, şevketlü Hünkârım.” dedi. Şanlı Padişah, son söz olarak ona şöyle cevap verdi: “Sen bizi şimdiye kadar kiminle bilirdin Hasan Can?” dedi ve “Hasan Can Yasîn-i Şerif oku!” diye ilâve etti.
Hasan Can,Yasîn-i Şerif’i okumaya başladı. Son âyetini bitirdiği zaman Yavuz Sultan Selim Han da ruhunu teslim etmişti.
Yavuz Sultan Selim Han’ın -cennet mekân- sırdaşı ve nedimesi Hasan Can’a verdiği cevapta olduğu gibi ihsan sırrına ve şuuruna eren âşık için, elbette fani âlemden baki âleme giderken âdeta bir buud değiştirme olan ölüm; sevgiliye, Allah’a kavuşma ânıdır. Bu bakımdan Mevlâna'nın, ölümü “düğün gecesi” anlamına gelen “şeb-i arus” olarak nitelendirmesi oldukça manidardır; bu, ifadelerin en güzellerindendir.
İçinde bulunduğumuz yılın Mevlâna’nın 744. Vuslat Yılı olması münasebetiyle, her yıl olduğu gibi, Şeb-i Arus Törenleri 7-17 Aralık tarihlerinde Konya’da düzenlenmektedir. Bu törenlerde “Mevlevi Ayinleri” icra edilmektedir.
Ölümü bir “düğün gecesi” bahtiyarlığında görebilmek adına bir karar verme sürecindeyiz; verdiğimiz karar nasıl olursa olsun bizim bu dünya hayatında biriktirdiklerimiz, bu tarlamızda bir meyve olacak, öbür âleme alıp götüreceğimiz. Elbette iyi dileklerle harç edilmiş bir karar bu.
Kararımızın güzel meyveleri olabilmesi için niyetimizin güzel olması gibi amelimizin de güzel olması lâzım. Alınan güzel kararların, istenilen ölçüde etkisinin olabilmesi için güzel güzel başka fiillerle desteklenmesi elzemdir. Nasıl ki iman kandili amel camekânıyla koruma altına alınırsa iman içimizde yanmaya devam edecek, bu âlemden öbür âleme -inşallah- imanlı bir şekilde gitme lütfuna nail olacağız.
Kararımız budur: Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, nebi ve resul olarak da Hz. Muhammed Mustafa’dan (s.a.v.) razıyız diyerek yarınlara yürüme iradesindeyiz. Rabbim bu kararımızı ve kararlılığımızı hiçbir zaman bozmasın, söylemlerimizle eylemlerimizi birbiriyle barışık eylesin; bu irademizden ve Mevlâna’nın sevgi ve hoşgörü ile yoğrulmuş düşüncelerinin çağladığı muhabbet nehrinden bizleri asla ırak eylemesin.
***
Muhabbet nehri olan Mesnevi çağlayanından imkân ölçüsünde tasımıza doldurduğumuz o güzel sözlerden ikramımızdır:
Ey gizlice heva ve hevesini tazeleyen kimse! İmanını tazele, ama yalnız dille olmasın. Heva ve heves tazelenip durdukça iman tazedeğildir. Çünkü heva, îman kapısının kilididir.
***
Gül olmayan yerde, gül kokusu duydun mu?Koku sana kılavuzdur, yol göstericidir. Seni sonsuzluk cennetine ve Kevser ırmağına kadar götürür. Koku, göze nûr veren bir devadır. Hz. Yâkub'un gözü, bir koku yüzünden açıldı. Kötü koku, gözü karartır, Yûsufun kokusu ise, göze yardımda bulunur. Madem ki, Yûsuf değilsin, hiç olmazsa Yâkub ol; onun gibi göz yaşı dök,coş.
***
Ey başkasının yüzünde kötü bir ben gören! Gördüğün kendi beninin aksidir, ondan nefret etme! “Müminler birbirinin aynasıdır.” Bu haberi Peygamber’den rivayet etmediler mi? Gözünün önüne gök renkli bir cam koymuşsun, o sebepten âlem sana gök görünüyor.
***
Allah, kuvvet ve kudretin yalnız kendisinde olduğunu anlatmak için insanların karar verdikleri şeyleri bozar, zıddını meydana getirir. Bazen de kararında azmetsin, yapacağı şeye tamah eylesin diye o kararı bozmaz da sonunda bozar, bu da tembih üstüne tembih olur. Yapacağın işlere iyice niyetlenir, yapmayı kurar, kararlaştırırsın. Bazen bu kararın denk gelir. Gönlün tamahtan düşer, niyetini sağlamlarsın. Sonra tekrar o niyet bozuluverir!
***
İradesini Allah’a verenin işi iştir. O, Allah işi için her işten kesilmiştir.