Edebiyat, insanı gerçeğin can sıkıcılığından kurtarır, kurgunun büyüleyici atmosferine çeker, ona rahat bir nefes aldırır. Bu sebepten mutluluğum için her gün edebiyatla bir miktar da olsa ilgilenmem gerekir. Çünkü edebiyat gerçeği hayallerle süsler, onu daha çekici daha gizemli, daha anlamlı kılıp önüme koyar. Ben de bütün varlığımla ona uzanır, onu alır, bir şeker hastasının kendisine insülin yapıp rahatlaması gibi damarlarıma bırakırım. Yarı ölü bir hal alırım. Artık mutlu ve huzurluyumdur. Ama ilacın bir dozunun olması gibi benim de alacağım edebiyatın bir dozu bir niteliği var: Öyle herkesin yazabileceği sıradan bir şey olmamalı. Gerçeğe dayanan bir kurgusal olmalı. Kurgusal olduğunu bilmeliyim. Ama gerçeği de beni inandırmalı. Yazarı hakkında da bir şey bilmemeliyim. Etkileyici, özgün bir dille, derin, sıkı böyle bir eser, beni hem mutlu eder hem de günlerce tesirinde bırakabilir.
Yazmayı da severim hani. Eğer gün içerisinde edebiyattan biraz alıp ardından da yazı yazarsam keyfime diyecek yok. Şöyle birkaç satır yeter. Güzel birkaç satır… Kendimi bildim bileli hemen her gün az miktar da olsa edebiyatla ilgilendim. Mutlu olabilmem için her gün okumalıyım, her gün yazmalıyım. Eğer okumamış ve yazmamışsam o gün, dünyam başıma yıkılır, ruhum azaba girer. Umudumu, yaşama sevincimi yitiririm, yeryüzünün iklimi değişir, aklımda ve kalbimde; fırtınalar, su baskınları başlar, yanardağlar canlanır, bulutlar güneşimi kara kefene bürür, ölüm arzusu yaşama sevincime baskın gelir. Dünya berbat, saçma, yaşanılmaz bir matemhanedir artık benim için. Kimseyle konuşmam, evimde koltuğa oturum, başımı önüme eğerim, somurtkan bir yüzle ayaklarıma bakarım. Ceset parçasından farkım yoktur o zaman. Canlanabilmem, yeniden insan olabilmem için edebiyattan damarlarıma bir şeyler boşaltmam gerekir.
Edebiyat; var olandan kaçış, var olandan nefrettir. Politik sohbetlerin yapıldığı bir birlikteliğe katılma, bir düğünde kalabalıkla eğlenme, yemekten içmekten ibaret bir etkinliğe müdahil olma, kafasında arsa, inşaat, para, lüks, refah gibi kavramlarla betondan bir âlem meydana gelen bir bayla zoraki sohbet etme, makbuzları ödeme, televizyonda beyinleri kirleten basit şeyleri seyretme… Edebiyat, bu gibi şeylerden duyulan tiksintiden kaçış, kurtuluş gibidir. Böyle durumlarda evimi, odamı, kitaplarımı, kalemimi, mürekkebimi özlemle düşünürüm. Tek tesellim onlara o an ulaşamadığımdan onları hayal etmektir. Ah! Şu hayallerde olmasa nasıl yaşar insan?
Belki de asıl sorun edebiyat değil, gerçeğin dayanılmaz hafifliğidir. Edebiyat, bu hafifliğin bende oluşturduğu ıstırabı azaltıyor. Edebiyatla düğün eğlenceleri daha kalabalık, daha şık, daha neşeli; politik sohbetler daha insancıl, felsefi, daha saygılı; kafasında arsa, inşaat, para, lüks, refahtan âlemi taşıyan bay, daha derin, daha gizemli, daha bilgili, daha zarif, daha insan bir hal alıyor. Gerçeğin hafifliği kurguyla ağırlık kazanıyor.
Hayal, gerçekten daha güzeldir. Kavuşmanın hayali kavuşmaktan daha güzeldir. Divan edebiyatçıları sevgilinin aşkından çektikleri derdi sevgiliye tercih etmiyorlar mı? Gerçek bırakıp gidebilir, zarar verebilir. Ama hayallere biz şekil verir, onları biz kontrol ederiz. Bir atın tasviri attan daha güzel değil midir? Kurgusal at kusursuzdur. Oysa gerçek at baca gibi tüten koca ve geniş delikleri olan bir burunla, terleyen aksıran, kötü kokan, kendisine musallat olan sinekleri savmak için kuyruğunu sağa sola sallayan bir hayvancağızdır. Çoğumuz hayal ettiğimizin aksiyle karşılaşırız. Keşke hiç ulaşmasaydım, görmeseydim diye yakınırız. Edebiyatın bize sunduğu hayali dünya, gerçeğin bizde oluşturacağı hayal kırıklıklardan kurtulmak için bir sığınaktır. Ne zaman hayal kırıklığı yaşasam edebiyata sığınırım. Gerçek dünyada bulamadığımı o bana verir.
Edebiyat insana insanı sevmeyi, ona şefkat göstermeyi de öğretir. İnsanız, kusurlu varlıklarız: Kinciyiz kıskancız, cimriyiz… Birbirimizin kötü taraflarını görürüz. Biri bize kötülük yaptı mı intikam almak isteriz. Ama ben intikamımı edebiyatla alırım. Kötü birini gördüm mü, ya da birinin bana kötülüğü mü dokundu? Evime gelir, odama kapanır, kalemimi elime alır, defterimi açar ve başlarım yazmaya. O adamı hikâye kahramanı yaparım. Artık tüm iradesiyle avucumun içindedir. Onu dilediğim gibi yontarım. Dileğim çoğunlukla onu iyi bir insan yapmaktır. Öyle de yaparım. O adam artık herkese iyiliği dokunan, güce değil hakka dayanan, kötülüğün en küçüğünden bile kaçınan melek gibi biridir. Böylece hem intikamımı almış olurum hem de o kötülüğü bırakıp iyiliği tercih ettiği için onu sevmeye başlarım, kinimden vazgeçerim. Bazen de bana kötülüğü dokunanı feci bir şekilde cezalandırırım. O zamanda cezalandırmam sadece kurguda kalır. Böylece hem öfkem sönmüş olur hem de gerçekte kötülük yapmamış olurum.
Erasmus: “Hayvan, hayvan olarak doğar; İnsan, insan olarak doğmaz, oluşturulur.” der. Matematik, fizik, kimya gibi pozitif bilimlerle makine oluşturulur. Peki ya insan nasıl oluşturulur? İnsan maddi olmaktan ziyade manevi bir varlıktır. Bu nedenle onun ruhunu oluşturmak çok önemlidir. Ruhun oluşmasın da edebiyat çok tesirlidir. Edebiyat insanı duyarlı, hayatı yorumlayabilen, ufku açık bir varlık haline getirir. Edebiyat insanı iyi bir yönetici, iyi baba, iyi bir anne, iyi bir evlat, iyi bir öğrenci, iyi bir öğretmen yapar. İnsanlar daha lise yıllarındayken dünya klasiklerini bitirmeli, insanı tanımaya çalışmalı. İnsanları en güzel edebiyat ifade eder.