Türk edebiyatı özellikle de Yeni Türk Edebiyatı alanının Türkiye’nin en yetkin isimlerindendi o. Gerek yetişme tarzından gelen birikim gerekse fıtratındaki alanına uygunluk, onu diğer öğretim üyeleri arasında gerçekten farklı kılıyordu. Kimden bahsettiğimi geçen haftaki yazımı okuyanlar elbette tahmin etmişlerdir: Evet, bu mümeyyiz vasıfları taşıyan, güzide ve güzel insan M. Orhan Okay Hocamızdan başkası değildir.
20.yüzyılın ikinci yarısının ilk dönemlerinde İstanbul’dan kalkıp bir “taşra” vilayeti olan Erzurum’da akademik çalışmalarda bulunmak, oldukça “fedakârlık” isteyen bir davranış olsa gerek. Bu, İstanbul gibi medeniyetin önemli merkezlerinde, dünyanın gözbebeği bir şehirde doğup büyümüş bir münevverin böyle bir tercihte bulunması esasen Anadolu adına önemli bir kazanımdır. Nitekim o dönemin ulaşım şartları dikkate alındığında bunun ne denli önemli olduğu daha da anlaşılacaktır. Aslında onun, kendisine öncülük eden “hoca”larının izinden gittiğini söylemek de mümkün. Nitekim gerek Ahmet Hamdi Tanpınar gerekse Mehmet Kaplan her ikisi de Erzurum’da görev yapmış önemli iki edebiyat adamı. Tanpınar 1923-25 yılları arasında Erzurum Lisesinde Edebiyat öğretmeni olarak görev yapmıştı; Mehmet Kaplan ise Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin kurucu dekanı ve Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünün kurucu akademisyeni olarak öğrencilerine öncülük etmişlerdi. Her iki kıymetli “edebiyat üstad”ıyla yolları İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde kesişmişti muhterem Hocamızın.
Anadolu’nun önemli kültür ve medeniyet merkezlerinden biridir Erzurum. Ben merhum Orhan Okay Hocamızı Erzurum’da üniversite okuma vesilesiyle tanıma şerefine nail oldum. Onu fakültedeki odasından çıkıp dersliklere doğru kucağında birçok kitapla seri adımlarla ciddi ve vakur yürüyüşü, karşılaştığınızda her daim mütebessim çehresi ile hatırlarım. Usul ve adabı dahilinde soru sorduğunuzda yüksünme, kibirlenme nedir bilmeden daima cevap verme lütfunda bulunurdu. Derslerinde anlattığı hep edebiyat, yaşadığı ise hep edep idi. Ama derslerinde hayata dair mesajları vermekten de asla geri durmazdı. Bir keresinde edebiyat bölümünde okumanın ve edebiyat öğretmeni olmanın önemi üzerine bir bahis açılmıştı. İnsanı rahatsız etmeyecek bir ses tonuyla söylediği o sözleri hiç unutmam. Söz, mesleği sevmenin ve hayatta mutlu olmanın nirengi noktaları bağlamına gelmiş idi. Muhterem Hocamız “Ya mesleğinizi seviniz veya seveceğiniz bir meslek seçeniz!” demişti. Bugün hemen hemen bütün pdr uzmanlarınca dile getirilen bu sözün ne kadar da kıymeti haiz olduğunu yaşadığım bunca sene içerisinde mesleğimi severek icra etmede aldığım hazlar ve dolayısıyla geçen bunca yıllar tasdik etmektedir.
Bugün birçok kişinin tanıma bahtiyarlığını eremediği Nurettin Topçu merhumu ben Orhan Okay Hocamız vasıtasıyla tanıma, eserleriyle karşılaşma imkânını elde etmiştim. Bir keresinde, Hoca’mıza merhum Topçu’nun imzalamış olduğu “Taşralı” hikâye kitabını okumak maksadıyla muhterem Hoca’mızdan istemiştim. O da hiç tereddüt etmeden bana vermişti. Tabii öğrenciyiz, fakülteye gidip gelirken çalışma ve okuma kitaplarımız da her zaman olduğu gibi yanımızda taşıyoruz. Bir gün, manevî değeri yüksek o kitabı amfide unutmuşum. Bir yandan, kitaplarımın arasına bakıyorum yok. Öte yandanamfide genellikle oturduğum alanlara bakıyorum yine yok kitap. Eyvahlar olsun, bana eyvahlar olsun! Hocamızdan aldığım emaneti taşıyamamış olmanın ezikliği ile yaşıyorum. Neyse ki bir arkadaşımız almış, kitabı sahibine, muhterem Hoca’mıza teslim etmiş. Ben bunu öğrendiğimde “Buna da şükür!” dedim. Çünkü en azından kitap kaybolmamış, olması gereken yere, asıl yurduna ulaştırılmıştı. Neyse ki ben Hoca’mızdan özür diledim. O da büyüklük göstermiş -yanılmıyorsam- biraz daha dikkatli olmam konusunda uyarmıştı, o kadar.
Yıllar sonra vazifem gereği İstanbul’a gitmiş, orada çalışmaya başlamıştım. Bu arada muhterem Hoca’mızı TDV İslam Ansiklopedisi’nin hazırlandığı İSAM’daki odasında birkaç kez ziyaret etme fırsatı bulmuştum. Şimdi yayın hayatında olmayan bir edebiyat dergisi için mülakat yapmıştım. Muhterem Hocamız mülakatlara yazılı cevap vermeyi tercih ederdi. Çünkü “Sözlü olarak verilen cevaplarda bilgi hatası, ifade hatası olması kuvvetle muhtemeldir. Bu sebeple yazılı olarak cevap vermek daha iyi.”derdi. Ben de soruları hazırlayıp teslim ettim, sonra cevaplanmış olarak dosyayı aldım. Başkaca ziyaretlerimde onunla “nehir söyleşi” türünde bir çalışma yapmak istemiştim ama bunun çok yorucu bir çalışma olacağından olsa gerek “Şimdilik dursun bakalım.” demişti. Benzer bir çalışmayı başka talebelerinin yaptığını da görmedim, bilmiyorum.
İsterseniz biraz da onun kitabî eserlerinden bahsedeyim. Çünkü üstatların kitapları da bir eserdir, yetiştirdiği talebeleri de. Bütün bunlar bir yazar ve hocanın sadaka-i cariyesidir yani sürekli akan hayırlarıdır.
Bir yazarın, mütefekkirin eserlerini yarıştırmak ne derece doğrudur bilemem ama bana göre onun en dikkat çekici olan eserleriaraştırmalarının yanı sıra deneme, sohbet, gezi yazısı hatıra, mektup ve monografi tarzında olanlarıdır: Kağıt Medeniyeti, Balat, Bir Başka İstanbul, Bir Başka Paris, Edebiyat ve Edebî Eser Üzerine, Kültür ve Edebiyatımızdan, Sanat ve Edebiyat Yazıları, Anadolu'dan Hatıralarla Nurettin Topçu'nun Mektupları, Mehmet Kaplan’ın Mektupları, Silik Fotoğraflar, Portreler, Beşir Fuad, Bir Karakter Heykelinin Anatomisi Mehmet Akif,Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar,Kendi Sesinin Yankısı Necip Fazıl Kısakürek, Kalabalıklarda Bir Yalnız AdamMehmet Akif ve Ahmet Mithat Efendionlardan bazılarıdır. Ayrıca Hoca’mızın araştırma ve inceleme tarzında Tanzimat sonrasına ait edebiyatımızı edebiyat ve sosyal disiplinlerin araştırma usul ve erkanı çerçevesinde ortaya koyan tahlilleri ayrı bir hazinedir. Adı geçen eserlerin bu araştırma ve incelemelerin mahsulü olduğunu da hatırdan uzak tutmamak gerek. Bu çerçevede PoetikaDersleriadlı eserini ve değişik ansiklopedilere yazdığı maddeleri de hesaba katmamız gerekiyor.
Orhan Okay Hoca, derslerini anlatırken bize söylemiş olduğu “Ya mesleğinizi seviniz ya da seveceğiniz bir mesleği seçiniz.” Sözünü hayatına hayat kılmış birisidir ki o edebiyat hocalığını, edebiyat araştırmalarını gerçekten seven biridir. Hâli, tavrı, yaşayışı, üslubu ve edasıyla, duruşu, söylemi ve eylemiyle bu böyledir ve biz talebeleri olarak buna şahidiz.
Kadim kültürümüzde doğum ve ölümlerin tarihini şiirle düşürmek bir gelenektir. Tarih düşürülen dizedeki kelimelerin ebced değerinin toplanmasıyla tarih oluşturulur. Bu tarih, esas itibarıyla hicrî tarihtir. Onun vefatıyla ilgili İdris Mahfî bir tarih düşürür:
Pek çok hizmet eyledi aşk ile ilm ü irfâne
Bir hoş sadâ bıraktı şolâsmâne
Bir er çıkıp söyledi târih-i fevtin bugün
Orhan Okay açtı per uçtu mülk-i cinâne 1439-1=1438
Son olarak şunu diyebilirim ki Yüce Rabbim, Orhan Okay gibi hocalarımızın sayısını artırsın, merhum Hoca’mızı da cennetiyle ve cennetinde de cemaliyle müşerref kılsın. Âmin.