Tam bir asır önce. Zaman ne çabuk geçmiş, yaşayıp bilene. O gün doğan çocuk bugün yüz yaşında olacak, yüzüncü ad gününü kutlayacaktı. İstiklal Marşı’mızın yüzüncü ad günü: Kutlu olsun!..
Milletlerin devletini, hürriyet ve istiklâlini öncelikle iki şey anlatır: bayrağı ve marşı. Bir milletin bayrağı ve marşı varsa öncelikle tam olarak hürriyet ve istiklâlini elde edememiş olsa bile o yolda olduğunu bütün dünyaya göstermiş olur. Milletler fertlerinin hür ve bağımsız bir şekilde vatan adı verilen bir toprak parçası üzerinde varlığını devam ettirme idealini ferden ferda taşıyarak o yolda emin adımlarla ilerler. Bu yol birden alınmayabilir; yavaş da olsa emin ve kararlı adımlarla en büyük emele, bağımsızlığa ulaşılabilir. Yeter ki o milletin fertleri buna yürekten inansın!
Hürriyet ve istiklâline -özgür ve bağımsız da demek mümkün- her daim önem veren bir milletin evlatları olarak geçmişten bugüne, bugünden yarında daima kendi öz değerlerimizi yaşamamız, onları hayatımıza hayat kılmamız gerekmektedir. Bir gerçek: Aynı sebepler, aynı sonuçları doğurur. Geçmişte öz benliğini yaşayarak varlığını bugüne dek sürdüre gelmiş bu millet, var oluş değerlerini korumaz ise varlığını devam ettiremez. Milletin her ferdi bu bilinçle hareket etmek zorundadır.
Özgürlüğünü ve bağımsızlığını kazanmış her milletin marşı, o millete bir şeyler söyler. Devlet ve milletinin özgür bir şekilde varlığının devamına yöneliktir olan bu mesajlar, genellikle de yarınların sahibi gençlere yöneliktir. Bizim marşımız, bugün 100. doğum yılındadır. Daha nice yıllarda özgür ve bağımsız olarak yaşamak en büyük dileğimiz ve hedefimiz.
Millî ve manevi değerlerimiz konusundaki hassasiyetini yakinen bildiğim şair Yavuz Bülent Bakiler, Azerbaycan’ın büyük şairi merhum Bahtiyar Vahapzade’nin İstiklâl Marşı’mızla ilgili bir tespitini aktarır: “Azerbaycan’da, Prof. Dr. Bahtiyar Vahapzâde bana demişti ki: “24 ülkenin millî marşlarını büyük bir dikkatle inceledim, gördüm ki hiçbir ülkenin millî marşı, sizinki kadar muhteşem değil! Aşk olsun Mehmet Âkif Ersoy’a! Türkün millî marşını, noksansız ölçüler içinde Türk milletine lâyık bir coşkunlukla yazmış!”
Şiirin yazılması ve millî marş olarak kabul edilme süreci
Erkanıharbiye Reis vekili İsmet Paşa’nın isteği ile Maarif Vekaletinin bir yıl önce açılmış olduğu yarışmaya 724 eser katıldı. Ancak bu eserlerde istenilen ruh ve heyecan yoktu. Vardı ama istenilen ölçüde yoktu öyle demek daha doğru. Üstat Mehmet Akif Ersoy, şartnamede para ödülü olduğu gerekçesiyle yarışmaya katılmamıştı.
Dönemin Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıover’in 5 Şubat 1921 tarihli davet mektubu ile ödül şartının kaldırıldığını bildirmesinden sonra, Taceddin Dergâhı’na çekilen Üstat Mehmet Akif, marşı burada kaleme aldı ve Türk ordusuna hediye ettiği İstiklal Marşı adlı metni Bakanlığa teslim etti. Şiir, 17 Şubat 1921 tarihli Hâkimiyet-i Milliye ve Sebilürreşad gazetelerinde yayımlandı. Önceki 724 şiir arasından seçilen 7 şiir ile birlikte 1 Mart 1921 tarihinde Mustafa Kemal’in Başkanlığını yaptığı Meclis’te tartışmaya açıldı. Şiir, metinler üzerine konuşmalar yapıldı. Hemen oylamaya gidilmedi. Bu oturumun üzerinden on iki gün geçtikten sonra yani 12 Mart 1921 tarihinde metinler üzerine oylamaya gidildi. Oylama sonucunda Hasan Basri Bey’in Mehmet Akif’in şiirinin kabulünü teklif eden takriri, büyük çoğunlukla büyük alkış ve coşku içerisinde kabul edilerek “resmî millî marş” hâle gelen İstiklal Marşı, alkışlar eşliğinde, ayakta tekrar tekrar okunmuştur.
Konuşan İstiklal Marşı’mızdır, dinle!
İstiklal Marşı’nı sadece söylemek yetmez; onu anlamak ve yaşamak lâzım. O hâlde onun sesini dinleyelim. Karşımızda bütün görüp geçirmişliğiyle tecrübe sahibi bir bilge, her daim ümit, emniyet ve özgüven içerisinde gelecekte var olma inancıyla dipdiri, düşmana korku, dosta güven veren bir Alperen duruyor. “Madem bilen konuşur.” O hâlde onu dinleyelim; o civanmert konuşsun, sesi bütün bir cihana dalga dalga yayılsın, yankılansın!
Nurani çehresi, aksakalı ve devasa mehabetiyle karşımda durdu ve derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı. Konuşmasında hem acıların hem de acılar sonrası elde edilen güzelliklere mahsus derin bir sürûrun tınısı vardı. “Bak evladım,” dedi. “Yıllar yılı bu coğrafyadayım. Bu topraklar kolay elde edilmedi. Nice canlar verildi bu uğurda, nice hanümanlar yerle bir edildi. Siz bu topraklarda bugün özgürce yaşayabiliyorsanız, bunu dünün şehitlerine ve gazilerine borçlusunuz. Yaşadığınız müddetçe bunu asla aklınızdan çıkarmayın.” diye sözlerine devam etti. Dolmuş da taşma isteğiyle gümbür gümbür, bulgur bulgur kaynayan bir yanardağı dolgunluğu ve tonu vardı sesinde; hiç bitmeyecekmiş, anlatımlarını hiç bitiremeyecekmiş gibiydi. “Bu kadar görüp geçirmiş olduğunuzu, yaşadıklarınızı az çok biliyor ya da tahmin ediyoruz. Elbette yaşadıklarınızı, yaşananları yaşamış kadar derinlikte duymamız mümkün değil. Kahraman ordumuza hediye edilen bir metin olan sizden biz neler anlamalıyız? Ne söylemek istersiniz bugünün ve yarınların gençlerine?” dedim. Bu soru üzerine yüzünde bir sevinç belirtisi, bir sürûr ışıltısı belirdi ve bu ışıltı ak saçlarına ve sakallarına yayıldı. Simasından, heyecanlı bir tebessüm kapladı her yanı. Büyük bir istekle başladı anlatmaya:
‘Korkma, Allah bizimledir!’
“Bak evladım. Bir metnin iyi anlaşılması için onu oluşturan kelimelerin anlam katmanlarına dikkat etmelisin. Bir de seçilen kelimeleri ve kullanıldıkları yeri. Üstadım Mehmet Akif, nasıl başlamış beni oluşturmaya, dikkat et! ‘Korkma!’ diyor. Bu çok önemli bir mesaj. Özgüven sahibi ol, başarabileceğine inan. Bağımsız olma düşüncesi, bağımsız kalma imkânı ve gücü sende mevcut, diyor. Bir de Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında müşriklerin onları takip ettikleri sırada, Sevr Mağarası’nda yakalanmaları an meselesi olduğu bir hâlde kutlu yol arkadaşı Hz. Ebubekir’e söylediği ‘Korkma, mahzun olma. Allah bizimledir.’ sözüne ve bu vakanın anlatıldığı ayete bir atıf ve telmih vardır. Tek bir sözle hem ümit hem cesaret hem iman hem mukaddesat ifade edilmiştir; bilesin!” dedi ve anlatmaya devam etti: “Korkma kelimesinden sonra gelen kelimelerin oluşturduğu anlam kümesi o ilk kullanılan kelimenin meyvesidir. Ona dikkat et, korkmazsan ümidin, azmin, özgüvenin ve özgürlüğün olur. Korkun olursa bunları elde edemezsin. Kelimenin görünüşteki muhatabı bayrağımız olsa da onun şahsında milletin bizatihi kendisidir. Sensin yani. O sebeple korkma!” dedi.
Anlatışındaki hatırlatma ve benzetmeler dikkatimi çekmişti. Anlatmasını istedim. Bu isteğim karşısında memnuniyeti ifade ederek “İkinci kıta, birinciye cevap gibidir. Milletin bayrağa, özgürlüklerine cevabıdır yani. Bu kahraman millet senin özgür bir şekilde dalgalanman için canlarını feda etti, bu vatan topraklarını kanlarıyla suladı. Bu sebeple sen ona karşı çatık kaşlı, çehreli olamazsın. Böyle yaparsan, senin için yaptıklarını sana helal etmez. Onlar ki Hak ve hukuk yolundadır, Hak olan Allah’a ibadet eder. Allah’ın “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (Kur’an, 3/139) müjdesinin gereği olarak bağımsızlık O’na inananların hakkıdır olarak anlaşılmalıdır.” dedi. Her pazartesi ve cuma günleri bu iki dörtlüğün millet tarafından söylenmesinden son derece mutluluk duyduğunu da belirtti.
Ergenekon’dan çıkış
Nurdan çehreli yüzüne baktığımda, gözlerinin çok eski zamanlara doğru gittiğini fark ettim. Ufuklara doğru öyle derin bir bakışı vardı ki bu bakışta nice binyılların tecrübesinden gelen, her daim yaşadığı özgürlük bağımsızlık seslerini duydum. Özetle dedi ki “Bak evladım, sen öyle yiğit, korkusuz atalara sahipsin ki tarihin bilinmeyen ve bilinen zamanlardan beri daima özgür ve bağımsız olarak yaşamış, özgürlüğe ve bağımsızlığa aşk derecesinde tutkun bir geçmişin var. Bugün senin o atalarının tavır ve davranışlarını görmezden, bilmezden gelen, aklını yitirmiş o güruh sana bir şey yapamaz. Çünkü sen o geçmişin yiğitliğini miras olarak devraldın. Sen iman kuvvetinle ve cesaretinle, kendine olan özgüveninle önüne çekilen setleri aşar, zincirleri kırıp parçalar yine de özgürlüğüne kavuşursun. Korkma, hayatı tek maddede gören o bahtsızları geçmişte atalarının denizlerde ve karada onlara dünyayı nasıl dar ettiğini hatırla! Hani bir vadiye sıkışıp kalmış ataların dağların demirlerini eriterek oradan, Ergenekon vadisinden çıkıp dünyanın dört bir yanına dağılmıştı. Korkma, aynı güç ve kuvvet bugün sende de var.” sözleriyle öz benliğime can suyu verdi.
Anlatmasında öyle bir iştah vardı ki hiç bitmeyecek sandım, bitmesini istemem de!.. Benim dikkatle dinlediğimi görünce anlatmasına bir nefesle ara verdiği yerden devam etti. “Bak evladım. Sana şimdi söyleyeceklerimi unutma, iyi dinle.” diyerek dikkatimin daha da artmasını sağladı. Sonra “Sana önce iman gerek, sen o imanı elde ettikten sonra, tek dişi kalmış bir canavar hâlini almış Batının duygusuz, kaskatı hâli, kalbi ve her şeyi sadece dünyalık para ve mal gören aklı karşısında sen iman gibi bir değerle ona karşı durabilirsin. İman dediğim hem Allah’a iman hem de özgürlüğüne kavuşabileceğine ve her daim özgür kalabileceğine inanmandır. Bu imanı elde edersen onlar, varsın senin kapında bir köpek gibi ulusun dursun. Sana bir zarar veremeyeceklerdir.” dedi. Sonra da “Şimdi senin vazifelerini anlatacağım. İyi dinle!” diyerek meseleye daha bir dikkatle yoğunlaşmam gerektiğini hatırlattı.
Vazifene dikkat et
Vazifelerimin ne olduğunu, olabileceğini az çok tahmin ediyordum. Ama yine de onun sesinden dinlemek, o vazifenin ne olduğunu bizzat ondan dinlemek için sordum; “Nedir vazifem ey Bilge İstiklâl Dedem, nedir vazifem?”
Gözleriyle, bulunduğumuz noktadan dairesel vaziyette ve tam bir daire oluşturacak biçimde ufukları süzerek biraz öfke biraz hamaset karışımı bir tınıyla yoğurmuş olduğu sesiyle şöyle dedi. “Evladım, sen şimdi burada özgür duruyorsun. Bu özgür ve bağımsızlığının devamlı olmasını istiyorsan, alçak, zelil düşmanları bu yurda uğratmayacaksın. Bu senin öncelikli vazifen, unutma! Bunun için gerekirse o iman dolu göğsünü siper edecek ve bu hayasız, insafsız akını durduracaksın. Bu konuda en büyük yardımı âlemleri yaratan Allah’tan göreceksin. Yukarıda söylediğim ayette sana vaat edilen, o üstün olduğun günler çok yakındır. Öyle ki bu belki yarın, belki de yarından da yakındır. Yeter ki bu bilinçle hareket et.” dedi. Bilge İstiklâl Dede’min bu aydınlatıcı sözleri bilincime bilinç kattı.
Bazı kaynaklar vardır, içersin, kanmazsın; içtikçe içesin gelir. Bilge İstiklâl Dede’min anlattıkları da öyleydi. Ben dinlemeye doymadım, o da anlatmaya. “Şimdi sana, bir diğer vazifenden bahsedeceğim.” dedi ve diyeceklerini pür dikkat dinlemem gerektiğini hatırlatarak sözlerine devam etti: “Bu, şu an üzerinde durduğumuz kara parçasını sadece “toprak” olarak görmeyeceksin. Bastığın bu yerler sadece bir toprak değildir. Burada şimdi ikimiz durmuş, sohbet edebiliyorsak bu, yüzlerce yıldır binlerce şehidin aziz hatıralarıyla mümkündür. Geçmişi düşün, vefalı ol. Kime karşı? Unutma senin ceddin çoğu şehit ve sen şehit oğlusun. Şehit oğlu vefalı davranır, geçmişine vefasızlık etmez. Şayet canlarını vererek bu toprağı vatan yapan şehitlere vefalı davranmazsan hem onları üzmüş hem de bir şehit evladına yakışmayan vefasızlıkla kendine, vatana, millete yazık edersin, etmiş olursun. Evet, o zaman bu, senin için çok büyük bir ezikliktir, sana yazıklar olmuştur. Bütün ceddin de sana yazıklar olsun diyecektir. Onun için vefalı davran, bu toprakların kıymetini iyi bil, stratejik önemini kavra. Dünya bir yana, bu topraklar bir yana; bunu unutma! Bir de dünyayı alsan da bu topraklardan asla vazgeçme. Burası sabit kadem edeceğin yer. Hani geçen asırlarda şair Nedim, İstanbul özelinde ne demişti, onu hatırla! “Bu şehr-i İstanbul ki bî mislü bahâdır/ Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır.” yani (Bu İstanbul şehri paha biçilemezdir ve yalnızca bir taşına acem (İran) mülkünün tamamı feda edilir.) bir de bunu Anadolu ve Rumeli bölgeleriyle bir bütün olarak düşün, sadece İstanbul olarak değil! Ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın!” diyerek ikinci vazifemi de hatırlatmış oldu.
Bilge İstiklâl Dede’min İstiklâl Marşı’mızın anlam ve önemini anlatmaya başladığı konuşmalarını gelecek yazımızda yer vermeye devam edeceğim. Bütün şehitlerimize ve gazilerimize, ufku açık, hakkaniyetli, âdil yöneticilerimize rahmet dua ve minnetle!.. İstiklâl Marşı’mızın 100. Ad Günü kutlu olsun!