|   | 
  • Kiralık Kalem (Satılık Değil Ama)

    KİRACIM OLMAK İSTERSENİZ...

    Dağların taşların taşımaktan imtina ettikleri, ademoğlunun kabullendiği yük neydi? “Sorumluluk’tu.” desem, yanlış cevaplamış olmam sanırım. Gerçi bu yükün omuzumuza konulması, Semavî Söylem tarafından ‘kabullenmek’ şeklinde, ‘tercih etmek’ şeklinde takdim edilmiş olsa da biliyoruz ki bizim tercihimizden ziyade bir icbar, bir takdir, bir kader idi. Yani kaçamayacağımız, kaçınamayacağımız ve sorgulayamayacağımız bir emir idi. Yaratıcı elbette böyle bir emir verebilir ve muhatabı olan bizler o emri tercih etmek, kabul etmek zorundayızdır. Bu emre uymazsak, omuzumuza yüklenen bu yükü reddetmeye kalkarsak, karşılaşacağımız biricik şey; helâkettir. Âhiret’te de bu dünyada da helâk oluruz. Âhir’i şimdilik göremiyoruz ama bu gerçek, bu dünyada örnekleriyle ayan beyan önümüzdedir.
     
    İki kere iki dört; sorumluyuz. Nefsimizden de bize verilenlerden, elimizde bulunanlardan da sorumluyuz. Ömürden, vakitten, bedenden, güç ve kuvvetten, yetenekten, varidattan, aileden, mahalleden, ülkeden, doğadan, kısacası bize verilen bütün emanetlerden sorumluyuz. Emrinde nefer bulunanlar, neferden; cebinde para bulunanlar, paradan; çevresinde dostları bulunanlar dostlarından; elinde silah bulunanlar, silahtan; dilinde kelâm bulunanlar, kelâmdan; eli kalem tutanlar, kalemden sorumludur.

    16 sene mektep gördüm ve son olarak da edebiyat fakültesinden mezun oldum. Başkaları başka şeyler, başka marifetler öğrenirlerken bendenizin de eline bir kalem verdiler ve onu tutmasını öğrettiler. Sonra da dediler ki “Öğrenebildiğin kadarıyla bu kalemden sorumlusun.” Bir de şunu eklediler: “Bak ha! Eline verdiğimiz bu kalemi iyi ve doğru kullan, çünkü o bir ilaç kadar tedavi edici ama bir silah kadar da öldürücüdür!”

    Benim paçalarım tutuştu. Sorumluluk çok ağır bir şey. Ya yerine getirmeyi beceremez, elime yüzüme bulaştırırsam... Aklıma yardım istemek geldi. Neden olmasın; yardım istemek ayıp değildir, yardım etmekse en âlî erdemlerden biridir. Hem danışanın dağları aştığını da bilmeyenimiz yoktur. Yani kalemim ve ben her türlü yardıma, teklife, ikaza açığız. Bunun en güzel yolu da kalemimi kiraya vermektir, diye düşündüm. Evet, kalemim kiralıktır, isteyen herkes kiralayabilir. Tekliflerinize açığım; “Şunu yaz.” deyin, becerebildiğim kadarıyla hemen kalemime sarılayım. Yeter ki akla, iz’ana uzak düşülmesin, yeter ki kin ve nefret duygularıyla hareket edilmesin, yeter ki ölçüden inhiraf edilmesin. Kalemimi kiralamanızı bekliyorum efendim.

    Sizlerden teklifler gelinceye kadar da ben bildiklerimi yazarak kalemimi değerlendirmeye çalışacağım. Demin şurada; “...yeter ki ölçüden inhiraf edilmesin.” dedim ya isterseniz “ölçü” ile başlayalım:


    ÖLÇÜ
    Son yüzyılların en büyük yitiklerinden biri, ‘ölçü’dür. Onu kaybettiğimizden beri başımız dertten, ruhumuz kederden kurtulamadı gitti. Huzurumuz kaçtı, güven duygumuz sarsıldı, mutluluğumuz yanıp kül oldu bitti. Herkesin dilinde ‘Ah!’ var ama bu ah’ın varlık sebeplerinden birinin de ölçü’yü kaybetmemiz olduğunu düşünebilenimiz yok denecek kadar az maalesef. Ölçüden çok uzaklardayız, ifratlarla tefritlerle kendi kendimizi boğup durmadayız.

    İsterken ölçüyü bilemiyoruz, verirken ölçüyü bilemiyoruz. Çalışırken ölçüyü bilemiyoruz, dinlenirken ölçüyü bilemiyoruz. Cesaret gösterirken ölçüyü bilemiyoruz, korkarken ölçüyü bilemiyoruz. Sevinirken ölçüyü bilemiyoruz, üzülürken ölçüyü bilemiyoruz. Kabul ederken ölçüyü bilemiyoruz, isyan ederken ölçüyü bilemiyoruz. Yerken içerken, üretirken, kullanırken, tüketirken, konuşurken, susarken, ilgisiz kalırken, merak ederken, överken, yererken, coşarken, taşarken... Kızarken, nefret ederken... ve hattâ severken. Ya aşırılarda, çok fazlalardayız ya da çok azlarda, hiç denecek kadar azlardayız.
     
    Ölçü’nün önemini ve gereğini idrak edenlerimiz ise neye göre ve ne ile ölçüp biçeceklerini bilemiyorlar. Doğru ölçüyü hangi kaynaktan, hangi örnekten öğrenebileceklerini de. Ya birileri vermiştir ya kendisi bulmuştur, herkesin elinde bir sopa; kumaşları ölçmede, urganları ölçmede, yolları, mekânı ve zamanı ölçüp durmada insanlar. Hepsi de “Elimdeki sopa bir metredir.” diyorlar. Böyle ölçü ve böyle ölçmek olmuyor tabiatıyla. Bunun doğrusu; herkesin elindeki sopayı Fransız Ulusal Arşivi’nde bulunan ve bütün dünyanın kabul ettiği prototip ‘metre’ye göre kesip biçerek ‘mutlak metre’ ölçüsüne ulaşılmasıdır. Değilse ve hele herkes ‘akıl’ denilen bit kadar nesneye göre hareket ederse, her kafadan ayrı bir ses çıkar, gerçek ölçü’ye asla ulaşılamaz. Bir (örneğin elektronik) aletin bile doğru ve verimli kullanılmasının ölçüleri bulunmaktadır, bu ölçüleri de onu imal eden mühendisten öğreniriz. Onun koyduğu, öğrettiği ölçülere uymazsak mutlaka olumsuz sonuçlarla karşılaşırız.

    Şimdi soruyorum: Ölçü, önemli ve gerekli midir? Her konuda herkesin kabul edeceği, uyacağı evrensel, mutlak ölçüye, ölçülere ihtiyaç var mıdır? Tamam öyleyse, hiç vakit kaybetmeden o ölçülere ulaşınız ve onları uygulayınız. İnsanca ve mutlu, huzurlu yaşarsınız. En çok istediğimiz şey de bu değil midir zaten?

    Ben de burada yazımı uzatarak ölçüsüzlük yapmak istemem ama bildiğim bir iki gerçeği ifade etmek zorunda hissediyorum kendimi:

    Bizler insanız. İtiraz edeniniz yoktur sanırım. Birer mahlûkuz, yani yaratılmışız. Öyleyse en doğru en mutlak ölçüleri de Yaratıcımız’a sorup öğrenmek son derece akıllıca bir iş olur. O Yaratıcı, önümüze zaten somut bir Örnek koymuştur da. Bu durumu değerlendirmek elbette lehimize olacaktır. Kaldı ki sorumluluğumuz itibariyle buna mecburuz, değil mi ya!

    Evet belki benim şu an aklıma gelmeyen bazı konularda, bazı zamanlarda ve bazı yerlerde ölçüsüz hareket etmemiz, ölçülerle sınırlı kalmamamız mazur görülebilir ama asıl doğrusu ve en iyisi, ölçüden yana ve ölçülü olmamızdır. Orta yolda olmak… mutedil olmak… makul olmak… ölçülü olmak. İbadette bile bir ölçü olduğunu biliyoruz. Sahabe efendilerimizin hiç ara vermeden devamlı oruç tutma temayülleri karşısında Efendiler Efendisi’nin onlara nasıl bir yol gösterdiğini hatırlatmama gerek yoktur sanırım. Hz. Ebubekir Sıddık her şeyini Allah rızası için getirip de evindekilere yalnızca Allah’ı bıraktığını söylediğinde Peygamber-i zîşân’ın ne cevap verdiğini de biliyoruz. Her şeyin, herkesin bir ölçüsü var, bir ölçüsü olmalıdır. Dostluğun ölçüsü olmalı, düşmanlığın ölçüsü olmalıdır. Hilmin, öfkenin, korkaklığın, cesaretin ölçüsü olmalıdır. Bu ölçülerin öğrenilebileceği kaynak, Semavî Söylem’dir. Allah Resulü’nün ortaya koyduğu ölçülerden birini kısaca anlatarak sözlerimi bitireyim:

    Peygamberimiz, bir hekimi bir beldede görevlendirir. Aradan bir zaman geçtikten sonra karşılaştıklarında hekime durumları sorar. Hekim; “Ey Allah’ın Elçisi, emrettiğiniz gibi gittim oraya. Ancak bana müracaat edenler, benden derdine derman isteyenler, yok denecek kadar az oluyor.” Peygamber tarafından hekime verilen cevap çok manidardır: “Doğrudur. Çünkü bizler acıkmadan yemeyiz ve sofradan doymadan kalkarız.” Yine bir hadis-i şeriften midenin, biri hava için, biri su için, biri yemek için olmak üzere üç hissesi bulunduğunu öğreniyoruz, değil mi efendim?

    Ölçülü olmaya çalışmalıyız. Doğru kaynaktan öğrendiğimiz ölçülerle yaşamalıyız. Anne babalar çocuklarına, öğretmenler öğrencilerine, ölçülü yaşamayı, önemine yakışır biçimde öğretmelidirler. Vesselâm.

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.