Tarihin altın sayfalarında yer almak çok önemlidir. Bu altın sayfalarda yer almaya hak eden milletlerin başında Türk milleti gelmektedir.
Bin yıllardır tarih sahnesinde, insanlık tarihine olumlu anlamda yön veren milletimiz, yaşadığı sıkıntılı dönemlere, buhranlı yıllara rağmen öz değerlerinden taviz vermediği sürece milletler ve devletler muvazenesinde etkin rolünü oynamaya devam edecektir.
Her dönem kendi şartları içerisinde kendi şahsiyetlerini de yetiştirir; bu şahsiyetler bazen milletinin ve insanlığın yararına işler yapar bazen de onun varlığına zarar verir. Hepsinin yola iyi niyetlerle çıktığını unutmamak lazım.
Yirminci yüzyıl,milletimizin tarih sahnesinde bir yok olma veya yeniden var olma hususunda kader denk olayları yaşadığı bir dönem olmuştur. Bu kader denk olaylar, aynı zamanda bu aziz millete kılavuzluk edecek Mustafa Kemal Atatürk, Ziya Gökalp, Mehmet Akif Ersoy gibi liderlerin, şahsiyetlerin temayüz etmesine vesile olmuştur. Her birinin kendine mahsus öne çıkan özellikleri vardır elbette.
27 Aralık bize, millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un aramızdan ayrılışını haber verir. O, 1936 yılı Aralık ayının bu gününde yani seksen sene önce bu fani âleme veda edip gitti. Gitti ama ibret ve çile dolu bir hayatta dosdoğru bir şahsiyet olarak nasıl yaşanabileceğini bize göstererek. Vefatından sonra aklı başında herkes tarafından “İslam için yaşadı, İslam için öldü.” hükmü verilerek hakkı teslim edilen nadir şahsiyetlerden biridir Mehmet Akif. Seveni ve sevmeyeni tarafından olsun bugün alkışlanıyor olması, gerçekte alkışı da sevmeyen şairimizin, üstadımızın hayat çizgisinin ne kadar da doğru olduğunu göstermiyor mu?
Şiirlerini bir araya getirdiği Safahat’ın dördüncü kitabı olanFatih Kürsüsündegeçen mısralar onun hayat felsefesini ortaya koyar:
“- Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim ...
İnan ki: Her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!”
Evet, sadece gerçeği dile getirmenin peşinde olmak ne kadar zor bir hayat. Menfaati için insanların birbirine tuzak kurduğu, iftiralar attığı, oyun içinde oyunların kurulduğugünümüz dünyasında “elif gibi dosdoğru” olabilmek kolay iş değildir.
Çocukluğundan vefatına kadar hayatı büyük sıkıntılar içerisinde geçmiş olmasına rağmen o daima bir fazilet kahramanı olarak yaşamayı bilmiştir. Yaşadığı olumsuzluklar, onda fazilet yolunda ilerlemede âdeta bir kilometre taşı olmuştur.
Liseyi bitirmiş, Mülkiyenin yüksek kısmına geçecektir. O sene hem babası hem de bir bakıma hocası olan Muhterem Tahir Efendi vefat etmiş, yine o sene içerisinde evleri yanmıştır. Bu durum, onun bir an önce hayata atılıp memuriyet almasını gerekli kılmıştır. Bundan dolayı, o dönemde buna en uygun olan ve o günlerde açılmış olan Halkalı Ziraat Mektebine girdi. O daima, yapabileceğinin en iyisini yapma düşüncesi ile hareket ettiği için, çok çalıştı çabaladı ve buradan birincilikle mezun oldu. Şiirle ilgisi burada yoğunluk kazandı.
Mehmet Akif Ersoy, hiç şüphe yok ki çok mütevazı bir hayat yaşadı. Hayattayken kendisini eleştirenler bile vefatından sonra takdir etmekten kendilerini alamamışlardır.
Hayatının son yıllarında siyaseten bazı olumsuzlukları yaşamış olduğundan cenazesinde resmî temsilin olmaması, hatta resmî vasıfla cenazeye katılımın engellenmiş olması çok acı verici bir durumdur.Düşünün ki İstiklâl Marşı’mızın şairi vefat etmiş, devlet olarak sen onun cenazesine katılımı neredeyse men ediyorsun. Bu akıl alır bir durum değildir. Ama siyaset işte, bazen böyle akıl almaz durumların yaşanmasına sebep olabiliyor. Katılım ve temsil bir yana vefatının duyurulması bile söz konusu değildir.
Beyazıt Camii avlusuna özel kâtibi tarafından çıplak bir tabutla cenazesinin getirilmesi sırasında kütüphanenin açılmasını bekleyen tıp fakültesi öğrencisi iki gencin tevafukenbunu öğrenmesi ve âlicenap gayretle üniversite gençliğine haber vermesi ile Üstadın cenazesi kaldırılmıştır. Başlarda kimsesiz olan cenaze git gide kalabalıklaşmış ve millet âdeta vefanın gereği olarak Üstad’a son vazifelerini yerine getirmiştir. O iki gencin gayretleri ile tabutuna ay yıldızlı al bayrağımız örtülmüş, milletin omuzlarında Edirnekapı Şehitliğine na’şı defnedilmiştir.
O, daima çalışıp çabalamayı “doğrudan doğruya Kur’an’dan” ilham alarak “İslam’ın asrın idrakine” söyletilmesini istemiştir. Bunun da Müslümanların çok çalışması, sanatta, sosyal ve fennî ilimlerde ilerlemeleri ile mümkün olduğunu dile getirmiştir:
«Alınız ilmini garbın alınız san'atını;
Veriniz hem de mesainize son süratini.
Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız;
Çünkü milliyeti yok san'atın ilmin; yalnız, ...»
Sosyal hayatta da haksızlığa ve zulme asla tahammül göstermeyen bir yapıya sahip olan Mehmet Akif, “Zulmü Alkışlayamam” adlı şiirinde “Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;/Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.” diyerek haykırır. Hele bunu birtakım menfaatler umarak sessiz kalmayı kendisine asla yediremez: “Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;/Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.” dizelerde yer alan “zağarlık yapamama” deyimi aslında her şeyi anlatıyor. Burada hak namına da olsa haksızlık yapılmasına asla tahammül edemeyeceğini söyler. Kendi menfaatleri uğruna nice haksızlıkları irtikap edenler buradan bilhassa dersler almalı. Elbette ki bu hassasiyeti göstermek her babayiğidin harcı değildir.
Vefatına yakın bir zamanda, son günlerde içlerinde Târık Us’un da bulunduğu bir grup üstadın ziyaretine gitmişler, bitkin bir hâlde hasta yatağında yatan Mehmed Âkif’le sohbet esnasında söz dolaşmış İstiklâl Marşı’na gelmiş, gelen ziyaretçilerden biri:
— Acaba İstiklâl Marşı yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? demiş, bu söz üzerine yatağında bitkin bir hâlde yatmakta olan Akif; birdenbire başını kaldırmış ve ona:
— Allah, bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın!
Üstadımızın milletimiz adına ettiği bu duasına biz de yürekten “Âmin!” diyoruz. Bu kısacık yazıda onu anlatmak ne mümkün. Türk ve Müslüman gençliğin ondan alacağı çok ders vardır; lakin bu dersi alabilmesi için o gençliğin öncelikle ve hemen okumaya geçmesi lazım. Onun çalışkanlığını, mücadeleci kişiliğini, haksızlık karşısındaki feveranını, ilim aşkını, vatanını ve milletini, devletini sevmede fedakarlığını ve azmini … bu gençliğin öğrenmesi ve hayatına hayat kılması gerek.Onun bu aziz millete Çanakkale Şehitleri ve İstiklâl Marşı gibi iki dev eser hediye etmiştir ki onun abidesinin yurdun her bir köşesine dikilmesi için bu iki eseri bile yeterlidir. O zaten bu aziz milletin her daim gönlünde yaşayacaktır. Rabbim onu cennetine alsın, “Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.” diyerek birlikte haşrolmayı arzuladığı Efendimize (sallalahu aleyhi vesellem) komşu eylesin. Bize de onun hayatına hayat katan değerleri hayatımıza hayat kılmak nasip eylesin. Âmin.