Güneşin her gün doğudan doğup öğleyin tam tepemizde durup akşam olunca da gurup ettiğini her gün müşahede ediyoruz. Bunların bir bir oluşuna şahitlik ediyoruz yani. Bütün bunlar her gün meydana geldiği için oluşları bizce kanıksanmış durumda. Ama bir gün, güneş doğmazsa, doğar da tam tepemizdeyken hareketi bir an duruverirse yahut gurup edip dinlenmeye çekilecekken dağlar ardına aşmayıverirse…İşte o zaman kanıksadığımız bu harika durumların harika oluşlarının farkına varabileceğiz.
Gün doğuyor üzerimize, ülkemize; hayırlarla doğsun. Günler bir bir geçip gidiyor; haftalar, aylar oluşuyor; hayırla oluşsun, hayırlar getirsin; insanımıza, insanlığa ve insanlığımıza… Günler haftaları, aylar yılları kovaladığı gibi yıllar da yılları hatta asırları kovalıyor. Kimi zaman yaşamak için zor şartlardan geçmek kimi zamansa kanıksadıklarımızın ırmağında coşmak gerekiyor. Zor şartlarda alınan yol, esasen insanın insan olmasını, kaliteli insan olarak insanlar arasında arzı endam etmesini sağlıyor. Onun içindir ki “Büyük insanlar, zor ve çetin şartlarda yetişir.”derler. Zor şartların, zor zamanların yetiştirdiği büyük insanlardan biridir Üstat Mehmet Akif Ersoy. Yaşadığımız ihtiyar dünyayı terk edişinin yani “şeb-i arus”una, vuslatına erişinin 81.yılındayız. Zaman ne de çabuk geçmiş değil mi? Onun bu yaşlı âlemden ayrıldığı sene buraya teşrif etmiş olanlar şimdi seksen bir yaşında. Meseleye bir de böyle bakalım.
Üstat Mehmet Akif, her zaman çalışkan, başarılı ve dürüst olmayı tercih eden bir yüksek karakterdir. Doğru özlü ve sözlü olmayı hayatının gayesi hâline getirmiş ender şahsiyetlerden biridir o. Bu, onun sanat anlayışını belirleyecek kadar “içselleştirilmiş” bir durumdur. Bu anlayışını Fatih Kürsüsü’nde adlı şiirinde şöyle haykırır:
“- Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim ...
İnan ki: Her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!”
Üstat Akif, çalışkan ve başarılıdır. Hayatı hakkında önemli eserlere imza atan M. Ertuğrul Düzdağ, gençlik yıllarıyla ilgili olarak şunları kaydeder: “Uzun yürüyüşlerde, koşmada, gülle atmada ve yüzmede akranları arasında daima birinci gelmiştir.” Onun bu başarıya odaklanma hali sonraki yıllarında da var olmaya devam edecektir. Hakkın Sesleri şiirinde gelecekten ümitsiz olanları, atiyi karanlık görenlere şu sözlerle mertçe karşı çıkar:
“Ey dipdiri meyyit! "İki el bir baş içindir."
Davransana ... Eller de senin, baş da senindir!
His yok hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana ... Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki, süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa, ümidin mi yüreksiz?”
Düşünce ve anlayışında hakikatli bir bakışa sahip olan Üstadın hem şairlik yönünü de önemli ölçüde etkileyen sağlam, rikkatli ve coşkun bir kalbi vardır. En önemli eserlerinden biri olan Safahat’ındaki şiirleriyle ilgili olarak başkalarının ne söylediğine âdeta ehemmiyet vermez, kendi şiiri hakkında okura doğrudan bilgi vermeyi seçer ve şiirinin özünün samimiyet, tevazu, mahviyet ve acziyet olduğunu şu dizelerle ifade eder:
“Bana sor sevgili kari; sana ben söyliyeyim,
Ne hüviyyette şu karşında duran eş'arım;
Bir yığın söz ki, samimiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu' bilirim, çünkü, ne san'atkârım.
Şi'r için "gözyaşı" derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün asarım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şayed sana bir hisli yürek lazımsa;
Oku, zira onu yazdım, iki söz yazdımsa.”
Onun en büyük eseri olan Safahat, baştan başa dikkatle okunup incelendiğinde görülecektir ki Üstadın bütün çabası, gayreti İslam’ın her Müslümana, yerine getirmekle vazifeli kıldığı “iyilikleri emretmek, tavsiye etmek, kötülüklerden sakınmak ve sakındırmak”tır. O, verdiği vaazlarla, yazdığı şiir ve manzumelerle bunu yaparken samimidir; hisli ve coşkun yüreğe sahip Müslüman bir ediptir.
O, rikkatli, coşkun, taşkın bir kalbe sahiptir ama bu kalp, zaman zaman yaşananlar karşısında yorgun ve yalnızdır. Yorgunluğuna ve yalnızlığına bir de zaman zaman gelip giden ümitsizlikler de eklenince sağlam bir imanı olmasa geçici de olsa “isyan” duygularıyla karşı karşıyadır.Hakkın Sesleri bölümündeki şiirlerinden şu dizeler bunu apaçık ortaya koymaktadır:
“Şu sessiz kubbenin altında insandan eser yokmuş!
Diyorduk: "Bir buçuk milyar!" Meğer tek bir nefer yokmuş!
Bu hissiz toprağın üstünde mazlûmîne yer yokmuş!
Adâlet şöyle dursun, böyle bir şeyden haber yokmuş!
Bütün boşlukmuş insanlık; Ne istersen, meğer yokmuş!”
…
“Geçenler varsa İslam'ın şu çiğnenmiş diyârından;
Şu yüz binlerce yurdun kanlı, zairsiz mezârından;
Yürekler parçalar bir nevha dinler reh-güzârından.
Bu matem, kim bilir, kaç münkesir kalbin gubârından
Hurûş etmekte, son ümmidinin son inkisârından?
…
Vefâsız yurd! Öz evlâdın için olsun, vefâ yok mu?
Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ yok mu?
İlâhî, kimsesizlikten bunaldım, âşinâ yok mu?
Vatansız, hânümansız bir garîbim ... Mültecâ yok mu?
Bütün yokluk mu her yer? Bari bir "Yok!" der sadâ yok mu?”
Kalbindeki bütün bu yorgunlukları paylaşabilecek bir dertli gönül arar o. Geçip giden bir yolcuya hâlini arzeder ve kederin, dertlerin, ıstırapların bir yüreğin kaldıramayacak derecede ağır olduğunu söyleyerek beraber oturup dertli yüreğinden taşan çağlayanları bir bir dinlemesini ister:
“Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım:
Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!..”
Zaman zaman yeis, ümitsizlik, yorgunluk, çaresizlik sarmalıyla karşı karşıya bulunsa da onda bunlar süreklilik arz etmez. O, ümit, gayret ve cesaret insanıdır. Nitekim kahraman ordumuza ithaf ettiği ve “Allah bir daha yazdırmasın!” diye de dua ettiği İstiklâl Marşı’mız “Korkma!” diye başlar. Bu korkusuzluk ve karşı duruş, aslında Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Hicreti esnasında Sevr mağarasında Hz. Ebubekir’e (r.a.) söylediği ve ayeti kerimede de ifade edilen “Korkma, Allah bizimledir!” sözünün çağrışımından başka bir şey değildir:
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.”
Bu korkusuzluk ve yiğitçe karşı duruşun yani İstiklâl Marşı’nın izlerini Hatıralar şiirinde bulmak mümkündür. O şiirin dizeleri arasındaki şu haykırış ve karşı duruş, İstiklâl Marşı’ndakinden farklı değildir ancak burada birlik ve beraberliğe vurgu yaparak bu duruş ve haykırışın nasıl olması gerektiğini ortaya koyar:
“-Korkma!
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!”
…
“Değil mi cephemizin sinesinde îman bir;
Sevinme bir, acı bir, gâye aynı, vicdan bir;
Değil mi sînede birdir vuran yürek ... Yılmaz!
Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz!”
Hisli, rikkatli ve coşkun kalbin sahibini, aziz üstadımız Mehmet Akif Ersoy’u, vefatının 81. yılında rahmet, minnet ve özlemle yâd ederken, bugün de dünyanın dört bir yanında inim inim inlemekte olan Müslümanların acı hâlini görseydi kim bilir ne safahatlar yazardı ne safahatlar!... Ama biz de el açıp onun duasıyla diyelim ki “Allah’ım, bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırtma!” Ruhu şâd, mekânı cennet olsun. Rabbim cennetinde Efendimize (s.a.v.) cümlemizi komşu eylesin! Âmin.