Feridüddin Attar, Pendname isimli eserinde: “Dört şey büyük ve muteberdir. Bunlar, görünüşte ufak fakat pek önemlidirler. Bunlardan biri düşman, öteki ateş, üçüncüsü gönüllere hoş gelmeyen hastalıktır. Dördüncüsü de seni bezeyen bilgidir.” dedikten sonra okuyucuyu bunları küçük görmemesini, düşmanı gözünde küçük görenin bir gün onun belâsından feryat edeceğini belirtir. Ayrıca bir ateş kıvılcımının bir kere parladığında bütün âlemi ondan yanmış göreceğini, görebileceğimizi belirterek bunlara karşı dikkatli olunması gerektiğini tembihler. Sözü ilme, bilgiye getirdiğinde ise “İlim az bile olsa hor bakma, çünkü ilmin hesaba sığmayım bir değeri vardır. Azıcık ağrının bile hemen çaresini ara, yoksa hastalık başladı mı âciz kaldığını anlarsın. Baş ağrısının ilâcını aramayan kimse, mizacının fenalaşmasından korkmalıdır.” diye ikaz eder.
İlmin, bu yolda çalışıp çabalamanın şüphesiz kıymeti hiçbir şeyle ölçülemez. O kıymeti, ona değer vermeyenler asla bilemez. Anlatırlar ki İbn-i Sina'ya “Çaresi bulunmayan hastalık nedir?” diye. Sormuşlar. O da "Âlimin, cahile muhtaç olmasıdır." demiş.
Toplumun gelişmesi, teknolojinin ilerlemesi, şehirlerin modernleşmesi, akıllı binaların yapılması, her şeyin uzaktan kontrol edilebilir duruma gelmesi, ameliyatların bile kapalı yapılabilmesi bizim bu dünya hayatımızdaki konumumuzu ve durumumuzu değiştirmiyor. Nedir o konum ve durum dediğinizi duyar gibiyim. Hemen söyleyeyim: İnsan bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir. Günümüz Türkçesinde imtihan yerine daha çok sınav kelimesi tercih ediliyor. Çağrışım farklılıkları olmakla birlikte metnin bağlamında aynı şey kastediliyorsa bundan farklı anlamların çıkarılması zor gibi görünüyor. Ne demiştik, insan bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir; evet, ebedî hayatı kazanmamızı sağlayacak bir imtihan için!..
Ülkemizde haziran ayı genelde insanımız için hayatî sınavların yapıldığı bir mevsim olagelmiştir. Bu sene yapılıp yapılmayacağı üzerine uzun tartışmaların ve belirsizliğin yaşandığı ve sınava dört beş ay kala yapılmasına karar verilen Liselere Giriş Sınavı bilindiği gibi 2 Haziran 2018 Cumartesi günü yapıldı. Bu sınavın sonuçları açıklandı. Şimdi onlar tercih sürecini takip edecekler. Daha önceki yazımızda belirtiğimiz gibi ortaokuldan liselere geçişte “nitelikli okullar” sonucu yeni açıklanan sınavdan elde edilen puana göre alacak, onun dışındaki genel liseler ise adrese dayalı sisteme göre yapılacak tercihle öğrenci alacak.
Hafta sonu ortaöğrenimini bu sene tamamlayan veya geçmiş yıllarda tamamlamış olan öğrenciler Yükseköğretim Kurumları Sınavına girecek. YKS’ye bu yıl, 2 milyon 322 bin 421 adayın başvurduğu yetkililer tarafından daha önce açıklanmıştı. Sınava girecek öğrencilere başarılar diliyorum.
Sınavlar olmasa hayat ne güzel olur. Öğrenci açısından bakıldığında bu böyledir. Öğrenci açısından böyledir de yetişkinler açısından farklı mıdır? Hayır, çünkü hayatları boyunca onların da hazırlanmak zorunda kaldıkları sınavlar mevcut.
Bir şeye yoğun talebin olduğu yerde illa ki seçme vardır. Bu durum geçen haftaki yazımızda da kısmen belirtilmişti.
Ülkemizde eğitim öğretim üzerine zaman zaman doğru, zaman zaman da yanlış uygulamalar yapılıyor. Yanlış olanı söyleyelim: Eğitimin devlet stratejisiyle değil de hükümetlerin uyguladığı politik sistemlerle yürütülüyor olmasıdır.
Devlet ile hükümetin farklı olduğunu hemen belirtelim; devlet sabit, hükümetler değişkendir. Hükümetler, devletin ana stratejilerine göre programlarını oluşturmak, geliştirmek durumundadır. Aksi takdirde emek ve enerji kayıpları söz konusu olur ve bunların önüne geçilemez. Konuyu örnekleyerek ele almak her zaman iyidir. Üniversiteye giriş sınavlarını ele alalım. Bu sınavları tek başına ele almak yanlış olur. Bununla birlikte yükseköğretimin bir bütün olarak yapılandırılması, planlanması ve programlanması gerekmektedir.
Ortaöğrenimini tamamlamış, ama henüz üniversiteye, bir bölüme yerleşememiş milyonlarca öğrencinin sayısını azaltmak için yeni yeni üniversiteler açıldı. Hatta vakıf üniversitelerinin tabiri diğerle özel üniversitelerin açılması kolaylaştırıldı, teşvik edildi. Dolayısıyla üniversite sınavına giren öğrencilerin üniversitelere yerleşme oranlarında büyük bir artış sağlandı. Yığılma geçici bir süreliğine azaltıldı. Ülkemizin, Avrupa Birliği (AB) normları çerçevesinde, üniversite mezunu sayısında büyük bir artış oldu. Bizi sevinçlere gark eden bu artış, yaklaşmakta olan büyük bir tehlikeyi bizim görmemize engel oldu. Neydi o tehlike?
Üniversite mezunu fertlerin sayısının artması elbette alkışlanacak bir durum. Ancak hayata atılmak, okuyup mezun olduğu bölümle ilgili olarak mesleğini icra etmek her ferdin en tabii hakkıdır. Bu sefer karşımıza Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) ve sözlü mülakatlar çıkmaktadır. İşin kilitlenme noktası tam da burasıdır: 16-17 yılını eğitim öğretim uğrunda vermiş bir kişi artık tam da büyük bir heyecanla hayata atılacakken karşısına bir türlü aşamayacağı bu büyük sınavların dikilmesi onun hayata bakışını da olumsuz etkilemekte; heyecanları ve ümitlerini kaybetmiş, kötümser bakış açısına evrilen bir bakış açısına sahip kişilere dönüştürmektedir. Mülakatlarda yanlı davranıldığı dedikoduları da işin tuzu biberi…
Yukarıda “üniversite sınavları”nı tek başına ele almak yanlış olur, derken kastettiğimiz durum bu idi. Kurulan üniversiteler, açılan bölümler ve bu bölümlerin sayısı ve kontenjanları toplumun ihtiyacı ile doğru orantıda hesap edilerek belirlenmezse bunlar problemlerin kökten çözümlenmesine asla yardımcı olmaz, pansuman tedbir olarak sadece geçici bir rahatlama sağlar. Bu ise problemlerin derinleşmesine, içinden çıkılamaz, çözümlenemez hâle gelmesine sebep olur.
Milyonlarca gencimizin, geleceğimizin böyle karamsar bir tabloyla karşı karşıya kalması ülkemizin geleceği adına endişe verici bir durumdur. Devlette yeni bir yönetim sistemine geçildiği bugünlerde yükseköğretim ve üniversite sınavları yeniden ele alınmalı, kalıcı çözümler üretilmelidir. Hiç kimse gençliğin ideallerini ve duygularını karartma, gençliğin ve ülkenin geleceğini karamsar bir tabloya mahkûm etme hakkına sahip değildir.
Yükseköğretim ve üniversite sınavları konusu, devlet aklı ve bütüncül bir bakışla toplumun her kesiminden temsilcilerin görüşlerini paylaşabileceği, geniş katılımlı bir çalıştay düzenlenerek ele alınmalı ve bu çalıştaydan çıkacak sonuçlar eğitimcilerden oluşturulacak bir heyetin ortak aklıyla yeniden, aceleye getirilmeden ele alınarak değerlendirilmeli ve olan, olası problemlere kalıcı çözümler üretilmelidir. Bilginin, gençliğin, genç enerjinin doğru bir biçimde değerlendirilerek geleceğe doğru adımlarla ilerlemenin yolları aranmalıdır. Bütün bunlar yapılmalıdır ki ülkemizi çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkarma hedefimize ulaşabilelim. Bilimde, teknikte, insan hakları ve demokraside ileri seviyelere yükselebilelim. Bu toplumun hiçbir ferdinin açta ve açıkta kalmaması, herkesin severek okuyacağı bir bölüme gidebilmesi ve oradan mezun olduktan sonra da sevdiği mesleğini icra edebilmesi lazım. Bunu başardığımız an, gelişmişlik seviyemiz üzerinde konuşabiliriz. Değilse, imtihanlardan imtihanlara sürüklenir dururuz. Vesselam!...