Suyun ne olduğu üzerinde bilim insanları öteden beri düşünmüşler, insanoğlu başta olmak üzere bütün canlılar için hayati önemi haiz bir sıvı olduğu gerçeğine ulaşmışlardır. Suyun insan ve diğer canlılar için hayati önemi haiz olmasının sebebi vücut sistemlerinin buna bağlı olarak yaratılmış olmasıdır. Susuz kalan hiçbir varlık uzun süre yaşayamaz.
Su, “renksiz, tatsız ve kokusuz sıvı bileşiktir. 2 adet Hidrojen atomu ve 1 adet Oksijen atomundan oluşur. En küçük canlıdan, en büyüğe kadar tüm canlıların biyolojik yaşamlarını ve faaliyetlerini sağlayan bir sıvıdır.” Yanıcı özelliği yoktur ama ateşi söndürme özelliği vardır. Bundan dolayı, yangın söndürmede kullanırız. Ayrıca yeryüzünün %70'i sulardan oluşmaktadır.Bu özellikleri bile insana ne kadar yarayışlı olduğunu ortaya koyar.
Hayatı suyla bu kadar çok iç içe olan ve suya ihtiyacı diğer beslenme kaynaklarından önce gelen insanoğlu, canlı kalmasına bu kadar çok katkıda bulunan bir nesneden insan rahatsız olabilir mi?
Olabilir çünkü insanız, mükemmel değiliz. Eksiğiz, eksikliğimizi bilmek insan olmanın vasıflarından biri. Lakin bu kime karşı? Bu, tabii ki insanı en güzel mahiyette, kıvamda yaratan Allah’a karşı.
Duygu, düşünce ve hayallerimiz bazen birbirimize yaklaştırırken bazen de bizi birbirimizden uzaklaştırmaktadır. İnsanın insandan uzaklaşması daha çok ruhen hasta olanlarda görülen bir durumdur.
İnsan için beden sağlığı kadar ruh sağlığıda önemlidir. Ruh sağlığı, beden sağlığını da aşan büyük bir öneme sahiptir insan için. Çünkü, nice bedenen sağlıklı olmayan insan ama ruhu itibarıyla sapasağlam olanların insan özellikleri bakımından nadide bir cevher kıymetinde olduğunu biliyoruz ve görüyoruz. Aynı şekilde nice bedenen sağlam insanların da ruhu itibariyle yerlerde sürünen, başta kendine, ailesine, çevresine ve topluma yararı olmadığı gibi türlü türlü zararlar verdiği de gün gibi aşikâr bir gerçektir.
İnsanın sevinçleri olduğu gibi korkularının da olduğunu belirtmiştim. Peki nedir korku? Güncel Türkçe Sözlük’e (TDK) baktığımızda korkunun ruh bilimi açısından şöyle tanımlandığını görürüz: “Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu.” Demek, çeşitli olay ve durumlar karşısında yaşadığımız hâl, bundan ibaretmiş!..
Korku, insanın en başta gelen duygularından biridir. Yeni ortamlarda başına bir şey gelmesinden, kendinden büyük bir varlığın kendini yok etmesinden, hatta hemcinsinin kendini yok etmesinden korkabilir insan. Korkularının en güzeli Allah korkusudur, daha doğrusu Allah’ın sevgisini kaybetme korkusudur.
Burada değinmek istediğim, mecaz olarak, bir grup, bir düşünce, bir anlayış bakımından kişinin bazı kavramlardan korkması meselesidir. Garip bir korkudan bahsedeyim: su korkusu. Peki, insan sudan korkar mı? Yahut sudan kimler korkar? Suyun canlılara can olma, hayat vermedeki işlevi itibariyle güzel şeylerin hayat bulmasını istemeyenlerin korkusudur bu.
Su hayattır; bu sadece insanoğlu için geçerli bir durum değil elbette. Suyun olmadığı yerler çölleşir, oralar kör toprak yığınından başka nedir ki!.. Suyun çıktığı ve geçtiği yerler yemyeşillik bir vaha olduğunu herkes bilir. Eko-sistem denilen alan için suyun en merkezde olduğunu söylemek için çok kitaplar okuyup çok mekteplerde diz çürütmeye ihtiyaç yoktur.
Eko-sistemine, zaman zaman, toplum mühendislerince yapılan müdahaleler söz konusu olduğunda toplum çölleşmektedir. Toplumun çölleşmesini isteyenler suya düşmandır; onlar suyun her tarafa yaygınlaşmasından hep korkmaktadır. Kendileri korktukları gibi korku damarını kullanarak başkalarını da bununla korkutmaktadırlar. Ama atalarımız niçin “Korkunun ecele faydası yok!” demişler? Çünkü Evren’i ve bütün varlıkları yaratan Allah, A’raf suresi 34. ayette böyle buyurmaktadır: “Bilin ki, her ümmet için takdir edilmiş bir süre vardır. Bu sürenin sonu geldiğinde, onu ne bir an geciktirebilirler, ne de bir an öne alabilirler.” İşte,olacak olan olacaktır; korkunun ecele, sona ise bir faydası olmayacaktır.
Yeryüzünde yedi milyarı aşkın insan yaşamaktadır. Bu nüfusun ne kadarı acaba gerçek anlamda yaşamaktadır? Yeryüzünde, su korkusu yaşayanların marifetiyle hayat, hayat olmaktan çıkmakta, hayat çekilmez bir hâl almaktadır. Hâlbuki temizliğin, saflığın, berraklığın, yaşamanın, canın timsali suyun topluma, gönüllere, zihinlere hâkim olsa ne olur öyle değil mi? İşte o zaman hayat bayram olur. Bayramlarımız da gerçekten bayram olur.
Su, kıskanmaz, su can vericidir, alıcı değil. Tohuma zamanında değen su, orada yeni bir hayatın başlaması demektir. Hatta “can suyu vermek” diye bir tabir vardır bilirsiniz. Su candır, hayattır. Ama hayatta her şey miktarınca iyidir; fazlası zarardır.Buna su da dahildir.
Suya düşmanlık beslemek, sudan korkmak, suyun gelişinden, varlığından ve var oluşundan korkmak insana hiçbir zaman kazandıracak bir durum değildir. Bu psikoloji içerisinde olanlar, böyle düşünenler hep kaybetmeye mahkumdur. Çünkü dünya hayatı – ebedî hayat bağlamında kazanacak olan sudur, temizliktir, berraklık ve saflıktır. Su, insana daima üstün gelmiştir, insanın suya üstünlüğü ise geçicidir.
Su rahmettir, aynı zamanda merhamettir. Yazımızı Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in Reis Bey adlı eserindeki eski ağır ceza reisinin merhameti yüceleştiren sözüyle bitirelim:
“Göklerin merhamet dolu olduğuna inanıyorum... Bizse nefsimizin beton çatısını tepemize dikmiş, yaşamayı öldürüyoruz! merhamet... Âlem bu temel üzerinde! Eğer toprağa, tohuma, hatta kire, lekeye merhamet olmasaydı, su olur muydu? Rengi merhamet, sesi merhamet, pırıltılı şırıltılı su...
Ne duruyorsunuz! Sökün sahte su borularını! Ev ev merhamet şebekesi kurun! Tepelerinizdeki çatıları da yıkın! Göklerle temasa geçin! O zaman göreceksiniz ki; acı su borularından, kendi kendine tatlı su akacak... Ve başlar üstünde, güneşe yol veren kubbeler yükselecek.”
Toprağın suya, toplumun, insanlığın merhamete ekmek gibi, su gibi ihtiyacı var. Sudan korkmayalım, sudan korkanlardan olmayalım. Çünkü su hayattır; hayattan kim korkar ki!