Canlıyız, insanız; seçebilme iradesi ile donatılmışız. Önümüze konan iki durumdan birini seçme iradesini gösterebilme özelliğimiz var. Bu, öyle sıradan, seçmek için seçim yapılan bir mesele değil elbette. Her iki durumun arka planını inceleyip araştırdıktan sonra onların kendisine ne kadar yararlı olacağını ve zararının dokunacağını hesap ederek yapılan bir seçimdir. İşte insan, böyle analiz yapabilen bir iradeye sahip olduğu için yaptıklarından, ettiklerinden ve hatta yapmadıklarından da hesaba çekilecektir.
İnsanın seçme iradesini ortaya koyamayacağı durumlar da vardır; anne babası, vatanı, ülkesi, cinsiyeti, ırkı, ömrü, dünyaya gelişindeki sağlıklı veya sağlık bakımından kusurlu oluşu ya da olmayışı vs. İnsan, bu gibi durumlarıyla ve özellikleriyle ilgili bir seçim yapma şansına sahip değildir. Bunlar, onun doğuştan getirdikleri hususlardır. Dolayısıyla insan, bu özellikleriyle ne övünebilir ne de yerinebilir.
Hiçbirimiz anne babamızı, kardeşlerimizi, dünyaya hangi ortamda nasıl geleceğimizi seçmedik. Bunlar bize bizi Yaratan tarafından ikram edildi. Bunlar bizim doğuştan getirdiğimiz zenginliklerimiz ya da yoksunluklarımız. Dinî anlayış bakımından, hangi inanıştaki bir ailede bu dünyaya gözümüzü açmışsak o din üzere yetiştiriliyoruz. Ancak, iki cihan güneşi Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi vesellem) o incilerden inci sözlerinde buyurmuştur ki "Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudî veya Mecusî yapar." (Buhârî, Cenâiz 92). Peki, bu hadis-i şerifi nasıl anlamalıyız? Bu hadis-i şerifte, insanın ruh bakımından, maneviyat bakımından İslam’ın esasların özündeki cevherle aynı olduğunu, İslam’ın ortaya koyduğu esasların insanın maddî ve manevî yapısıyla hiçbir zaman çelişmediğini ve çelişmeyeceğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla insan, bu dünyaya gelişinde hangi ortamda bulunursa bulunsun, daha sonra İslam’la tanışması, o insanın İslam’a girmesi çok da zor olmuyor. Çünkü, irade aslına dönmüş oluyor. Doğasından ayrılan ruh, en iyi seçme işini gerçekleştirdikten sonra asıl vatanına dönmesi söz konusu oluyor.
Dünyaya gelişimizde, belli bir yere kadar da yetiştirilme tarzımızda bize seçenek bırakılmamış, orada irademizin hakkı verilmemiş oluyor. Ama bir yerden sonra insan iradesinin hakkını vererek hayat gemisinin kaptan köşküne oturduktan sonra artık alacağı kararlarla gemiyi sahili selamete çıkarmanın yollarını aramaya başlıyor demektir. Orada da iki sonuç kendisini beklemektedir. Gemi ya selamet, esenlik, huzur ve güven sahiline çıkacak yahut da esfel-i safilin yani sefillerden de sefil, alçaklıklardan da alçaklıklara sahip ateş denizlerine gark olacaktır. O tercih bizimdir artık.
İnsan bir yolcudur, ruhlar âleminden gelip anne karnında çok kısa bir ömür sürdükten sonra bu dünyaya teşrif eder. Bu dünyadan önceki hayatımıza yani anne karnında geçirdiğimiz süre ve şartlarla ilgili herhangi bir sorumluluğumuz yok, çünkü bu konuda bize bir şey seçme imkânı verilmemiş. Seçme imkânı verilmeyen hususlarla ilgili iradî bir sorumluluğumuz da söz konusu değildir. Sorumluluklar ancak seçme irade ve imkânı olan durumlarda geçerlidir.
Dünya hayatımızla ilgili pek çok olay ya da durumla karşılaşıyoruz. Bunlarla ilgili olarak dinî açıdan “âkil ve bâliğ” olduktan sonra sorumluluklarımız başlıyor. Âkil ve bâliğ olmak ne demektir? Sözü uzatmadan cevabı hemen verelim: İyi ile kötüyü, güzel ile çirkini, doğru ile yanlışı, yararlı ile yararsız olanı, hak ile batılı birbirinden akıl, kalp, vicdan, insaniyet gibi çeşitli etkenler ve etmenler ile bağdaşık olarak nihai bir karara varabilme yetisini elde etmek demektir. İşte bu yetiye eriştikten sonradır ki asıl mesele başlıyor demektir; sorumluluk meselesi. Bu yaştan itibaren insan yapıp ettiklerinden veya yapmadıklarından sorumludur ve bunlar ömür defterine kaydedilenler ya da kaydedilecekler arasında yerini almıştır.
Ülkemizdeki eğitim öğretim sistemi çerçevesinde değişik sınavlara tabi tutuluyoruz; bu sınavların sonucunda bazı tercihlerimiz oluyor. Sınav esnasında bize verilen soru kitapçığından soruları doğru çözüp cevaplamada isabetli davranabildiğimiz ölçüde tercih ettiğimiz okullara yerleşebiliyor, o okullarda okuma, eğitim görme imkânını elde edebiliyoruz. Ağırlıklı olarak ortaokul sonrası ile başlayan bu süreç, lise öğrenimi ile birlikte üniversite sınavında zirveye taşınıyor. Üniversite sınavına yeteri derecede hazırlanmamış isek, istediğimiz ölçüde bir puan elde edemiyoruz. Bunun sebebi sınav öncesi tercihlerimizle alakalı bir durum; ders çalışmaya istekli olup olmadığımız, derse yeterince çalışıp çalışmadığımız, sağlıklı beslenme imkânını bulup bulmadığımız vs. bir sürü sebep ve tercih bizim o son durumumuzu önemli ölçüde etkilemektedir. İşte bundan dolayı tercihlerimiz ömür defterimizin sayfalarında yerini almaktadır.
Her anı iyi değerlendiren, bütün bir ömrünü iyi değerlendirmiş demektir; zira ömür dediğimiz şey esasen “an”lardan meydana gelmektedir. Nasıl ki saydam bir bilye gibi duran arı ya da sinek gözleri kendi içerisinde binlerce küçük kürelerden meydana gelmektedir. Ömrümüz de milyarlarca saniyelik dilimlerden meydana gelmektedir. Onun için tasavvuf ehli “Dem bu demdir dem bu dem!” demişlerdir. Hayatının her anını Allah’la geçiren bir kul için gurbet söz konusu olabilir mi? Onda cennet sevdası ya da cehennem korkusu söz konusu mudur? Elbette değildir; zira cenneti de cehennemi de yaratan Allah’tır. Allah dost ise dost dostunu yakar ya da “satar” mı? Allah’ın rızasını elde eden için ne cehennem korkusu vardır ne de cenneti elde edeyim çabası… Allah’ın rızasını kazanmak, kazanılacakların zirvesini teşkil eder. Madem O razıdır; dünya düşman olsa gam değil.
Yürüyoruz, bir yerden bir yere gidiyoruz: Gide gide yol ikileşiyor; sağa tarafa da gidebilirsin, sol tarafa da. Bu, sana ait bir tercih. Sağ taraftaki yolun güzellikleri ve rahatlıkları -eğer biliyorsan- veya sol tarafın zahmetli ve uçurumlar içeren yollarını dikkate alarak bir karar vereceksin. Bu karar, senin bu noktadan sonraki hayatını derinden etkileyecek. İster bilerek ister bilmeyerek verdiğin bir karar sonrası yeni bir durum başlamış demektir. İşte bu yeni durum senin ömür defterinde yeni bir sayfadır; bu sayfayı iyiliklerle, güzelliklerle doldurmaya bak.
Ömrünün defterini güzelliklerle, iyiliklerle doldurmak istiyorsan, tercihlerinde kılı kırk yarman lâzımdır. Akıl ve irade bunun için verilmiş sana zaten. Akletmen, düşünmen, incelemen, yer yer eleştiride bulunman için. Tabii ki eleştiride öncelik kendinde, nefsinde; kendine ve nefsine yönelik olmalı. Bugün kılı kırk yararak ettiğin tercihlerin yarın seni zarara sokmayacaktır. Ama nasıl olursa olsun deyip gözü kapalı olarak bir karar verip hangi mesele olursa olsun, o yönde bir tercihte bulunmuşsan artık o sana ferahlık mı getirir darlık mı getirir bilemem. O tercihin bedeline de elbette katlanmak gerekecektir. İster cefa ister safa.
Ömrünü Yüce Yaratıcının ortaya koyduğu kuralları yol kenarındaki işaretler olarak değerlendirebilirsen bu yolculuğu uçurumlara yuvarlanmadan en güzel bir şekilde tamamlayıp, selamet ve esenlik yurduna yani cennete ulaşacağından hiç şüphen olmasın. Rabbim istikametten cümlemizi ayırmasın. Bütün insanlara hidayet versin, ömürlerini hidayet üzere tamamlamalarını, tercihleriyle ömür defterleri cennet çiçekleriyle süslemelerini nasip eylesin. Âmin.