|   | 
  • Cevahir Kadri

    Ümit Çizgisi Kapılar

    Zamanın çıldırtan hızına yetişmek ne mümkün. İşte martın kapısını tıklattık, o da bizi içeriye buyur etti: Marttayız.

     

    Geçmiş zaman insanlarının bize emanet ettikleri bir dil hediyesi var: Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır. Şimdilerde bu hediyeyi pek sahiplenmiş görünmüyoruz. Çünkü doymak nedir bilmez bir hırsla küçük bir cennet hükmünde olan ve gerçek cennete “bahçelik” vazifesi görmesi için yaratılan şu dünyanın dengesini uğraşa uğraşa hepten bozuverdik. Bundan dolayı eski güzellikleri yaşayamıyoruz, eskilerin imkânlarından daha fazla imkâna sahibiz ama daha az mutlu ve daha az huzurluyuz.

     

    Dünyanın atmosferinin doğallığını kaybetmesi sebebiyle mevsimlerin zaman zaman birbirine girdiklerini yaşıyor ve görüyoruz. Mevsimlerin tedahülü de diyebileceğimiz bu durum ise yağış azlığından kaynaklanan büyük bir kuraklığı da beraberinde getirmektedir.

     

    Mart ayının kapıdan baktırdığını söylemiştik. Peki nedir insan için kapının anlamı? Bu nesnenin insanla daha doğrusu insanın bu nesneyle ilişkisi, duygusal ve düşünsel bağı nedir? Yahut var mıdır böyle bir bağ? Dil ülkesinde kelimelerin anlam damarlarıdır sorular; kelimeleri anlama ve anlamlandırmada bize kılavuzluk eder.

     

    Bir düşünelim; kapılar bize ne söyler? Bir de onun olmadığını düşünelim; düşünelim de anlayalım hayatımızdaki asli yerini… Öncelikle kapıyı tıklatalım bakalım. Kapı bize açacak mı kendisini?

     

    Şiirle ilgilenenler bilir; en azından ortaokul ve liseyi bitirmiş olanlar da uzak değildir bu kavrama. Hani şiirin her bir satırına “mısra”, iki mısranın da bir araya gelmesiyle oluşan birime “beyit” diyoruz ya; işte bu iki kavramın kapı ile ilişkili olduğunu belirtelim. Beyit, Arapçada “ev”, mısra da “kanat” anlamına gelir. Bilindiği gibi evlerin avlusundan sokağa, caddeye açılan kısmında büyükçe bir kapı vardır. İki kanatlı bu kapılara “cümle kapısı” derler ki resmî kurumlarda buna “nizamiye” denir. Bugün elbette şekli şemaili değişmiş olan bu kapılar, üzerinde taşıdığı anlam itibariyle bizim sosyal hayata açıldığımız veya sosyal hayattan kendimizi soyutladığımız bir sınırdır.

     

    Kapı, aynı zamanda özel alanımızın başladığı noktadır; o çizgiden itibaren şahsi mülkiyetimize yol buluruz. Ailenin dışındaki kimselere karşı “Burası bizim özel alanımızdır, buradakiler bana aittir; başkası karışamaz.” deriz. Kapılar üzerine birçok şiiriyle tanıdığımız Behçet Necatigil, Ayrı Evlere Çıkmak şiirinde kapısı herkese kapalı bir evde sevdiğiyle baş başa kalmayı hayal eder:

     

    Kapılan ölü, sağ

    Bütün akrabaya kapalı

    Bir ev bulsak,

    O ev yalnız ikimizin olsa

    Hep orada otursak.

     

    Kapı boşluğunun alt yanında bulunan alçak basamak veya kapı ağzında basamağın konulabileceği yer olarak nitelediğimiz eşikleri vardır kapıların. Eşiklere oturmak halk arasında uygun görülmemiş ve “Şeytan çarpar.” denilerek bunun sakıncaları ortaya konmuştur. Aslında hava trafiğinin kavşak noktası olması hasebiyle insanın “cereyanda kalabileceği” bir nokta olduğundan, eşikte oturmak insana gerçekten de zarar verir. Ama o eşiklerin anlamı çok büyüktür, insanın eşikle bağı türlü duygu dalgalarını yaşadığı çok farklı bir alandır.

     

    Eşikler yani o cümle kapıları, gurbetin hem başlangıç hem de bitiş noktasıdır. Orada oğullarımızı askere uğurlarız, kızlarımızı da yeni bir yuvaya ve dünyaya. Tekrar yine orada kavuşur, hasretimizi ilk azalttığımız mutluluk çizgimizdir o eşikler. Ahmet Telli, Ay ve Islık şiirinde vedaların yaşandığı yer olarak niteler:

     

    Dağı yitirmişsen dağa, sesini

    Yitirmişsen sesine dön, ki artık

    Ay bir veda ünlemidir kapında

     

    Kapılarda yol gözlemek

     

    Gurbetten veya uzaklardan evladını, eşini, sevgilisini, anne babasını gelişini gözleyenler için kapıya vurulan bir tak tak sesi ne kadar da kıymetlidir. Vücut bütün azalarıyla gelecek olana odaklanmıştır, gelme haberini aldıysa içi içine sığamaz bir haldedir. Ya sadece bir ümitle kapının eşiğinde oturmuş bir haberi, müjdesi bari gelir mi diye yol gözleyenler, kapılara bakanlar!.. Allah kapılara baktırmasın, umutsuz yolları gözletmesin. Bir de “kötü” bir haber vermeye gelen olursa… kaza gibi, hastalanma gibi, ölüm gibi… Zordur, beklemek, gözlemek hem de ne zor!..

     

    Hayatın hay huyu içerisinde yorgun düştüğümüzde yahut kendimize, ailemize ve çocuklarımıza güvenli bir alan oluşturmak istediğimizde kapıları kapatırız. Bu yetmediği gibi arkasından dayak ile destekleyerek, iznimiz olmadan başkalarının o kapıyı açmalarına imkân vermeyiz. Şair bundan dolayı demiş ki “Beyhude yorulma; kapılar sürmeli!”. Ruh haletimiz her zaman aynı olmaz; bazen sevinçli ve hareketli bazen de keder ve tasadan iki büklüm oluruz. Bir sevenimizi hem evimize hem de gönlümüze kabul edeceğimizde evimizin ve gönlümüzün kapılarını ardına kadar açarız.

     

    Kapı, bilhassa kenar mahalle ve köylerde gençlerin özellikle de genç kızların kısmetini gözlediği çok özel mekanlardı.  Belki de hiç evlenememiş kızlarımız için “kapıda kalmak” deyimi bundan dolayı kullanılır olmuştur. Bir türlü açılmayan ve gelmeyen nasibi evin kapısında bekleyerek gelmesi için yol gözlemiştir. Gözlemiştir ama nasipte olmayınca onun gelmesi de elbette söz konusu olmayacaktır.

     

    Sadece hayallere açılan kapılar

     

    Kapılar vardır ki onun açılmasında ve kapanmasında sizin bir dahliniz söz konusu olmaz. Hapishane kapıları bu cümledendir; oranın kapısı mahkemeyle kapanır ve açılır; ne zaman açılıp kapanacağını da mahkemeler belirler. Bir de uzayıp giden davaları anlatmak için mahkeme kapılarında sürünmek/süründürmek deyimi vardır ki Allah düşürmesin, eksik de etmesin! Hastaneler için de öyle denir değil mi? Hastane kapılarında şifa aramak, mahkeme kapılarında adalet aramak birbirine hem zorluk hem de ehemmiyeti açısından çok benzer.Sabahattin Ali, Gurbet Hapishanesi adlı şiirinde içeride kapıların açılacağını beklemenin zorluğunu şu dörtlükte ne güzel dile getirir:

     

    “Hâlini bilen bulunmaz,

    Yüzüne gülen bulunmaz,

    Kapıya gelen bulunmaz

    Gurbet hapishanesinde.”

     

    Öyle kapılar vardır ki orada sadece bekler, eşiğin sahibine bağlılığımızı bildirir “Kapında kul oldum.” deriz. Her gün okuduğumuz Fatiha Suresi’nde “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.” diyerek bağlılıklarımızı tekrar ederiz. Yunus Emre, bu cümleden olarak “Taptuk’un tapusunda, kul olduk kapusunda /Yunus miskin çiğ idik, piştik elhamdülillah!” der. Muhakeme eden kullarının âdil olması, dertlerine hekimlerinin eliyle şifa bulması, içinde bulunduğu hâllerinin kolaylıkla güzele dönüşmesi için kul, Allah’ın kapısına yönelir ve O’na yalvarır: “Ya müfettihalebvab, ifteh lena hayra'l-bâb; Ey kapıları açan Allahım, ne olur bize hayırlı kapılar aç!” veyahut “Allahümme yâ muhavvile’l-havli ve’l-ahvâl, havvi’l-hâlenâ ilâ ahseni’l-hâl!; Ey, herkesin hâllerini değiştiren Allahım! Bize iyi hâller ihsân eyle!

     

    Yüce Mevlâ’dan dileğim: Hem bu dünyada hem ebedi âlemde bize rahmet kapılarını açsın, bizi o kapılardan girenlerden eylesin!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.