Son cemre de düştü toprağa. Bahar habercilerini gönderdi ben geliyorum diyerek. Bu habercilerin başında önce havaya, sonra suya ve en son da toprağa düşen cemreler gelmektedir. İçinde bulunduğumuz haftada cemre toprağa düştü; toprak ısınıyor, ısınıyor kökler, ısınıyor tohumlar… dallar ısınıyor, dal uçlarında domur domur çiçek açmaya hazırlanıyor ağaçlar. Bir şenliğin hazırlığı bu, bir coşku, bir heyecan var.
Toprak ısınınca hayat belirtileri daha da artar… Bu yazının yazılmasına ilham teşkil eden bir durumu sizinle paylaşayım. Dün, oğlumu akşamüstü okul çıkışı almaya gittim. Zil saati gelinceye kadar okulun bahçesine yakın bir yerde, cadde üzerinde alçacık bir duvarın yanında durdum. Biraz telefonla, sosyal medya ile vakit geçirdikten sonra kalktım, bir ileri bir geri giderek zil çalma vaktinin gelmesini bekledim. Bu arada dikkatimi karıncalar çekti. Duvar diplerinde karıncaları uyanmış, yuvarından çıkmış, içerideki o kapak olarak kullandıkları toprakların dışarıya, yuvanın girişine yığıldığını gördüm. O zaman dedim ki “Karıncalar çıkmışsa yeryüzüne bahar emarelerinin en büyüğü belirmiş demektir. Çünkü karıncalar, toprak ve hava ısınmadan yeryüzüne çıkamaz. Yeryüzünde rızkını aramaya koyulmuşsa karıncalar bahar işaretlerini çoktan almış demektir.”
Dikkatimi elbette sadece karıncalar çekmedi. Duvarın hemen yanı başında türü konusunda çok dikkat etmediğim ama dalları domur domur olmuş patlamaya hazırlanan çiçek yataklarıyla donatılmış bir ağaç gördüm. Ağaçtaki o çiçek yataklarında belki üç beş gün belki bir hafta sonra çiçekleri göreceğiz. Her bireri beyaz bir gelinliğe bürünmüş olarak arzı endam edecek bu ağaçların çiçeklerine yine bir canlılık belirtisi olarak arılar kovanlarından kanatlanıp gelecek, çiçeklerin alınlarına bahar buselerini konduracaktır. İşte o zaman bir cümbüş, bir eğlence başlayacaktır.
Her ne kadar atalarımız “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır.” demiş olsalar da kışın, soğuğun beli kırılmıştır artık. Etkisi olur ama uzun süreli değildir bu. Mart ayında yağan kar, lapa lapadır, iri iridir; onda insan farklı bir musikinin hissiyle farklı alemlere dalar gider. Tıpkı Yahya Kemal gibi tıpkı
“Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze, inceden.”
diyen Ahmet Muhip Dıranas gibi… Yahya Kemal, “Kar Musikileri” şiirini Varşova’da elçi iken yazar. Tabii orada farklı bir kültür ortamı vardır; insan ilişkileri, dil, musiki hep farklı farklıdır. Bu sebeple orada kulağına gelen nağmelere gönlü çok yüz vermez; onun gönlü İstanbul’dadır:
“Bir erganun ahengi yayılmakta derinden…
Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.” der ve ardın şu dizeleri söyler:
“Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanburî Cemil Bey çalıyor eski plakta.
Birdenbire mesudum işitmek hevesiyle
Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle.”
Üstat Yahya Kemal Beyatlı, Varşova sokaklarında lapa lapa yağan karın verdiği ilhamla İstanbul’da kendi öz musikimizin üstatlarından Tamburî Cemil Bey’in sesi ve sazının yankısını duyar. Ve biz nerede olursak olalım, hangi sistem içerisinde bulunursak bulunalım, ruhumuzu kaybetmedikçe kendimizi kaybetmeyeceğimizin de bir işaretidir Yahya Kemal’in bu duyuşları. Bizi biz yapan değerlerin solup pörsümesi karşısında millet olarak düşünmeliyiz. Bu solma ve pörsümenin durdurulması ve tekrar yaşanmaması için akıl yormalı, fikir alışverişinde bulunmalı, sonrasında da ortak bir hareket planı oluşturmalı, ona göre davranmalıyız.
Bahar diyordum, umut diyordum. Unutmak için acıları, kederleri, huzursuzlukları, haksızlıkları… Umut diyordum baharda saklıdır. Bir çekirdek içerisine saklanan milyarlarca ağacın ve meyvenin durumu gibi. Mutluluklar, huzur, ferahlık, aydınlık, göz aydınlığı vs. bunların, evet bunları hepsi baharda saklıdır. İşte tam da burada Zekai Tunca devreye girsin, başlasın sazları çalmaya, dolaşmaya başlasın tellerde narin parmakları sevgilinin, hasret, huzur, esenlik, mutluluk, heyecan, coşku dolu nağmeler aksın tellerden dillere, kalplere… Son bulsun karanlıklar dehlizinde yürüyüşümüz, karanlıklar son bulsun, gelsin aydınlıklar…
“Bahar çiçek çiçek gelince güzel
Hayat sevilince sevince güzel
Arılar bal petek verince güzel
Hayat sevilince sevince güzel”
Bir bir sıralansın, güzeller, güzellikler. Hiç kimse acı çekmesin, mağdur olmasın, nefsinin hevâ ve heveslerine mağlup ve mahkûm olmasın. Her daim huzur bulsun, huzur duysun; huzur duyalım. Huzur duyabilmek için de her an O’nun “huzur”unda olduğumuzu, bir an olsun, unutmayalım. Bunu başarabildiğimiz an, gerçek huzura ve mutluluğa da erişmiş olacağız. Bilmiyoruz, ah bilmiyoruz.
Bahar geliyor, çiçekler açacak, kederler gidecek inşallah. Gamlar, kederler gitsin gönüllerden, gönlümüzden; başka ne isterim! İsterim ki herkes kendi duygu ve düşünce, kendi hayal ve hayat dünyasında yaşayıp gitsin. Cahit Sıtkı Tarancı isteklerime tercüman olmuş da söylemiş yıllar önce. Ne demiş Cahit Sıtkı?
“Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.”
Hakikaten ne kardeş kavgası ne sen ben ne de zengin fakir farkı olsun. Elbette herkes emeğinin karşılığını alsın, ama “insan” olarak bakılsın herkese. Herkes kendi yaptıklarının karşılığını alsın. Zaten “Ahkamü’l-Hâkimîn” Allah böyle buyurmuyor mu? “Hiçbir günahkâr bir başka günahkarın günahını yüklenemez!” (Fâtır-18) yani “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.” İlahî adalet böyle emrediyor. Ya bizler nasıl davranıyoruz, bu adaleti gerçekleştirebiliyor muyuz? İşte asıl mesele bu.
Bahar geliyor, gitsin gönüllerden dertler sıkıntılar. Herkes mutlu olsun, ferih ve fahur bir şekilde bir hayat sürsün. Herkesin olursa bir şikâyeti sadece “ölümden” olsun! Mutluluğa, huzura yelken açmaya devam edelim.
Mü’min ümit insanıdır, o zorluklarla mücadele eder, onları hep ümitle aşar. Güftesi Vecdi Bingöl’e, beste Münir Nurettin’e ait olan şarkıda da “Ümit yolcusu yorulmaz, baht izinde koşar gider.” deniyor değil mi? Ümitleriniz suya düşmesin, baharınız hazan olmasın, vesselam…