Bir yazımda insan dağ başında bir yalnız ardıç değildir, demiştim. Gerçekten de öyle değil mi? Hangimiz başımızı alıp dağlara vurduk kendimizi, ne zaman yollara düşüp o yalnızlıklar hâlini tercih etmeye koyulduk? Hangi kuş, bütün ömrünü, bir dağ başında bir yalnız ardıcın dallarında, tek başına öterek geçirir ki.. İnsan bir kuştan daha mı yabanidir ki onu tercih etmek durumunda kalsın.
Gazeteleri elden geçirdiğimizde, İnternet haber sitelerinin sayfalarını parmak uçlarımızla bir bir değiştirdiğimizde, televizyon ve radyoların “haber saatleri”ne yoğunlaştığımızda bir olayın daha etkisi geçmeden, onun şokunu ve etkisini üzerimizden atmadan bir yenisi, bir yenisi, bir yenisi ile daha karşılaşıyoruz. Dayanabilir mi bu yüreğim bu yaşananlara, kaldırabilir mi bu naif kalbim yaşamak zorunda bırakıldığımız bu acılara? Değil yaşadıklarımız, şahit olduklarımız bile insanı insan olmaktan çıkaran bir ruh hâline sokuyor. Ve git gide insan, insanlığından uzaklaşıyor.
İnsan neden bu fani dünyaya bu kadar fazla meylediyor bilmem ki! Bu kadar kavgalar, savaşlar, öldürmeler, yaralamalar, birbirlerine oyun oynamalar, tuzak kurmalar…. Neden, dünyaya bu kadar, önü alınmaz bir hırsla sarılıyor!.. Hepimizin içinde doymak nedir bilmeyen bir nefsimiz var ondan mı? Yoksa başka şeyler mi giriyor devreye? Mesela, inançsızlık gibi, itimat ve güvensizlik gibi. İnsanoğluna rızkını veren Allah. Sadece insanoğluna mı? Kâinatta, bizim bildiğimiz veya bilmediğimiz yerlerde yaratılmış her canlının rızkı Rezzak olan Allah’ın“garantisinde” değil mi? Buna inanıyor ve güveniyoruz da o zaman bu hırs niye? Evet, insanoğlu, rızkı için çalışıp çabalayacak. Fakat bunu yaparken de asla hırs göstermeyecek….
Hangi alanda olursa olsun, hırs gösterdiğimizde insan hep zararda olmuştur. Bunu hepimiz tecrübe etmişizdir, yani bu konuda deneyim sahibiyizdir az ya da çok. “Hırs hasaret sebebidir.” sözünü de asla aklımızdan çıkarmamalı, öyle değil mi? Mesela, kullandığımız araçla bir yerden bir yere giderken hızımıza ne kadar dikkat ediyoruz? Hızımızı artırırken hangi duygu, düşünce ya da psikoloji içerisinde olduğumuzu hiç düşündük mü acaba? Elbette, hızımızı artırmaya sebep teşkil edecek pek çok hususu sıralamak mümkün. Ya konu komşunun veya bir dostumuzun, arkadaşımızın yahut bir yakınımızın mutlu bir anında yanında olmaya gayret etmemiz söz konusudur. Bunun tersi de mümkün. Allah acılar yaşatmasın. Yine yakın ve dost çevremizin bir acılı anında onlara teselli verebilmek adına yanında bulunma isteğimiz vb. her şeyi söylemek mümkün. Ama bütün bunlar hızımızı artırmamıza yeterli sebep midir? Bir an önce hedefimize vasıl olabilmek adına hız bakımından gösterdiğimiz hırsımız bizi istenmeyen felaketlerle buluşturmasın sonra! Bunun istenmeyen örneklerini çok gördük, sizler de belki yaşamış, görmüş veya haberlerden okuyup dinlemişsinizdir.
O hâlde niyetimiz doğrultusunda sabır ve sebat göstererek ilerlemeye devam etmeli ama asla o yönde hırs göstermemeliyiz.
Hırslanmak, aynı zamanda yalnızlığa mahkûm olmaktır. Hırs, tabiatı gereği diğerini yok saymaktır. İnsan güçlendikçe daha da güçlü olmak ister. Daha güçlü olmak istedikçe de çevresi tarafından dışlanacak, diğer insanlar nezdinde sevimsiz bulunarak yalnızlığın çöllerine sürülecektir. Oysaki bu dünya hepimize yeter deyip kanaat sahibi olsak şu cehenneme dönen dünyamız cennetin küçük bir örneği olamaz mı?
Kanaat etmede zirveyi tutan şu anlayışa sahip Nesimi ne güzel söyler:
“Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına
Bugün buldum bugün yerim,Hak kerimdir yarına
Zerrece tamahım yoktur şu dünya varına
Rızkımı veren Hüda’dır kula minnet eylemem.”
Yaşamak için çalışmak zorundayız, tamam. Ama yaşamak için neden ölmek zorunda olalım ki! Bu, olsa olsa yaşamak için yaşatmak olmalı, öldürmek değil. Ama dünyanın neresine giderseniz gidiniz, yaşananlar hep bunun zıddı istikametinde. Bu sebeple, yaşanmaz kılıyoruz şu güzel dünyayı, memleketi. Her birerimizin kendince bir sebebi var; davranışlarımızı bir şekilde bir sebeple açıklayabiliriz. Ama bu açıklamalar birbirimizi yok etmeye yeterli sebep midir? Dünya, Habil ile Kabil’in arasında yaşanan o menfur olaydan bu yana hep böyle olayları yaşayagelmiştir. Keşke olmasaydı dediğimiz olaylar. Ama bu bir yandan da bütün bunlar, ebedî hayat adına bir imtihan!
Acılarla sınanmak, yoklukla sınanmak, canlardan olmakla sınanmak… İlahi bir gerçek bu. Zira o Kutlu Beyan’da “Ant olsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (Kur’an: 2/155) buyrulmaktadır. Bu sınanmada, birbirimize yardımcı olmak en insanî vasıflarımızdan olsa gerek.
Acılar ve korkular içerisinde yalnızlarımızla baş başa kaldığımız anlarda bir dost sesi beklediğimiz dakikalarda o ses hayati bir “gıda”dır bizim için.Hasan Ali Toptaş, Yalnızlıklar’dabizim adımıza şöyle söyler:
“Ölülerin dönüp dolaşıp bizde yaşamasıdır yalnızlık.
Her ölü ölümünü kanıtlar,
yani yaşadığını;
ve biz durup dinlenmeden ölümlere ekleniriz,
kurtuluş yoktur.
Yazılmamış kitaplardır ölüler
ve zamanın rafına kaldırılmış gümüşlerdir.
Onlar ki, bir yanlarını bırakırken bize,
bir yanımızı götürmüşlerdir. “
Evet, gidenler “Hem bir yanlarını bize bırakmış hem bir yanımızı alıp götürmüşlerdir.” Gidenler, içimizden biridir, dostumuzdur, arkadaşımızdır, kardeşimizdir, evladımızdır…
Geleceğe kalmak için, gelecek hayatımızın daha iyi olmasını sağlamak için yaşamalıyız. Gelecek için çalışırken de bugünümüzü harap etmemeye, günümüzü zindan etmemeye gayret etmeliyiz. Esasen bugünü harap etmek, yaşanan günü zindana çevirmek çocuklarımızın dünyalarını karartmaktır. Çocukların dünyasını zindana çevirenler, insanlık adına iyi bir iş yapmış da değildir. Bunu çoğu kez hiç düşünemez insanoğlu.
Yalnızlıkların düşmanı yardımlaşmadır, hâl hatır sormadır; selam vermedir, ses vermedir. Varlığını hissettirme, Kıvırcık Ali’nin yüreklerimizi titreten nağmelerinde duyduğum ses gibi “Gün akşama döndü gülüm, bir selam sal, sabah olsun.” diyebilmedir. Yalnızlıklarımızı birleştirerek işin üstesinden gelmek de işin bir başka yönü.
Ha, yalnız çok mü kötüdür? O da işin bir başka boyutu! Şunu da akıldan çıkarmamak lazım tabii: İnanıyorsan, yalnız değilsin. Bir sen varsın bir de Rabb’in. Senin varlığını ve hâlini bilen bir Allah var. Bu, en büyük nimet, öyle değil mi?