Yıldırım Bayezit ile köylünün hikayesini bilirsiniz. Yıldırım Bayezit köyleri ziyaret edip dolaşırken bu köylerin birinde, bahçesinde küçük küçük fidanları dikmekle meşgul olan ihtiyar bir köylüye rastlar. Padişah, biraz ihtiyar köylünün bu tavrının künhüne vâkıf olmak biraz da onunla şakalaşmak isteyerek “Baba,” dedi. “Bu fidanlar ne zaman büyüyüp de yemiş verecek? Bu yemişlerden yemek sana nasip olacak mı?”. İhtiyar köylü, “Hiç sanmıyorum.” diye cevap verdi. Padişah “Öyleyse ne diye kendini yorup duruyorsun bu yaşlı hâlinle?” diye sordu bu kez. Bu defa da köylü “Biz atalarımızın diktiği ağaçların yemişlerini yemiyor muyuz? Oğullarımız, torunlarımız da bizim diktiklerimizin yemişini yesinler.” dedi.
İhtiyar köylünün bu cevabı, meselenin künhüne vâkıf olan Padişah’ın çok hoşuna gitti. “Aferin!” dedi. Padişahların “aferinleri” kuru bir laftan ibaret değildir. “Aferin” dediklerine hemen bir kese altın verilmesi bir gelenektir. Köylüye bir kese altın verilir.
İhtiyar bunun üzerine “Bak sultanım!” dedi. “Gördün mü? Bizim fidanlar şimdiden meyve verdi!” Yıldırım Bayezit’in çok hoşuna giden bu cevabı sonrası köylünün sırtını sıvazlayarak “Aferin baba, aferin!” dedi ve köylüye bir kese altın daha verilmesini emretti.
Köylü bunun üzerine “Sultanım, elin ağaçları yılda bir kere meyve verir. Benimkiler bak iki kere verdi!” dedi. Köylünün bu sözü üzerine Padişah, şaka yollu “Haydin gidelim, hazineyi burada tüketmeyelim!” diyerek köyden, köylüden memnun bir şekilde ayrılır. İhtiyar köylü de bu rızkı verdiği için Allah’a dua eder.
Hem aile hem hayat
Bu dünyanın en güzel sakinlerinden biridir ağaç. Ağaç ile insanoğlunun yolculuğu insanlık tarihi kadar eskiye dayanır. Ağaç insan için bir hayattır; canlılıktır, serinliktir, ailedir, bir ve beraber olmaktır. Öyle ki ağaç, insan için bir ömürdür âdeta. Anlamı, özellikleri, biçimi farklı kültürlerde farklılık gösterse de ölümsüzlüğün simgesi ve adına “hayat ağacı” denmesi ağacın insanlığın ortak kültürel miraslarından biri olduğunun göstergesidir. Hayat ağacı Mısır, Hitit ve Asur gibi birçok kadim kültürün unsurları arasında yer alır. İslam kültür coğrafyasında da mimari süslemelerinde bilhassa önemli yer tutar; Endülüs Elhamra Sarayı, Divriğ Ulu Camii ve Erzurum Yakutiye Medresesi’ndeki kabartmalarda bunu görmek mümkündür.
İnsanın ağaçla ilişkisi, iletişimi ve etkileşimi cennette başlar. Cennetin bütün nimetleri şüphesiz bildirilmiş değildir. Bildirilenler arasında, ağaç olarak incir, zeytin, nar ve tuba var. Ama bir de Allah’ın yaklaşmayın diye ikaz ettiği, “yasak meyve” olan, kimi rivayetlere göre “elma ağacı” var. Bu ağaç, bazı kültürlerde “hayat ağacı” olarak isimlendirilmiş. “Alma/yaklaşma” ikazına rağmen yasak meyveye yaklaşan insan; cennetten, bu cennet misali ama ondan aşağı bir yer olan bu dünyaya düşer. İmtihanlar dolu yolculuğuna burada devam eder.
Dünyaya inişiyle birlikte iki ayrı coğrafyaya düşen insanlık ağacının kökü ve gövdesi, Yüce Mevlâ’ya "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz." (Araf ,7/23) diye dua dua yalvarmaları neticesinde duaları kabul olur ve bugün Ortadoğu olarak adlandırılan coğrafyadan insanlık ağacının dalları bütün dünya coğrafyasına yayılır.
Ağaç kelimesinin kökeni
“Ağaç” kelimesi, Türkçenin ilk yazılı kaynaklarından olan Orhun Abideleri’nde “ıgaç” şeklinde geçer. Kaşgarlı Mahmud’un uzun araştırma ve derleme çalışmasının bir ürünü ve Türkçenin ilk büyük sözlüğü olarak hazırladığı Divanü Lügati’t-Türk’te “Yıgaç,yıgâç, yıgaçlandı, yıgaçlık” şeklinde türlü kullanımlarıyla yer alır. Nasırüddin Rabguzi’nin, peygamber kıssalarının yer aldığı Kısasü'l-Enbiya (1310) adlı eserinde ise hem “yıgaç” hem de günümüzdeki biçimiyle “ağaç” şeklinde yer alır. Kelimenin “yükselmek” anlamına gelen “ağmak” fiiliyle bir anlam ilişkisi olsa gerektir. Belki de bundan dolayı bütün Türk dillerinde ses benzerliği içeren kelimelerle karşılanır ağaç. Latince “arbor”, Grekçe “dendron”, Arapça “şecer”, Farsça “dıraht” kelimesiyle karşılanır. Bazı kaynaklarda Sanskritçede “gacca” veya “ağaçça” olarak karşılandığı belirtiliyor. (ağaçlar.net)
Mucize ağaçlar
Asr-ı Saadet devrine gittiğimizde dört önemli hususta ağacın varlığını görürüz: Birincisi Hz. Peygamber’in peygamberliğini tasdik ve emrine itaat eden ağaçlardır ki bu konuda dört ayrı vak’anın rivayeti söz konudur, ikincisi Mescid-i Nebevi’nin ilk şeklininde üstünün hurma dallarından örtülü olması (dönemin şartları ve imkânları gereği) ve Peygamber Efendimizin hutbeyi hurma kütüğünün üstünde irad etmesi, daha sonra yeni bir minberin yapılmasıyla kütüğün, ayrılığın verdiği üzüntüden inlemesi, üçüncüsü Hz. Peygamber’in ağaç dikmeyle ilgili olarak hayati önemi haiz hadis-i şerifleri. Dördüncüsü ise ashab-ı kiram tarafından Hicretin 6. Yılında, Hudeybiye’de Hz. Peygamber’e ağaç altında verilen Rıdvan Biatidir. (Bknz. Said Nursî, Mektubat, On Dokuzuncu Mektup)
Ağaç dikmeyle alakalı olarak Hz. Peygamber Efendimiz buyuruyorlar: “Bir Müslüman herhangi bir ağaç veya bitki dikerse, ondan yenilen şey kendisi için sadakadır, ondan çalınan şey kendisi için sadakadır, yabânî hayvanların yediği şeyler sadakadır, kuşların yedikleri sadakadır, bir kişinin ondan alıp eksilttiği şey de kendisi için sadakadır.” (Müslim, Müsâkât, 7) “Kıyâmet kopuyor olsa ve birinizin elinde bir fide bulunsa, kıyâmet kopmadan onu dikebilirse bunu hemen yapsın!” (Ahmed, III, 191, 183)
Rıdvan Biati
İnsanlığın kurtuluşu gönderilen Peygamber Efendimize iman eden Müslümanlar, Mekke’den Medine’ye hicretlerinin altıncı yılında Mekke’ye doğru, Ka’be’yi tavaf etmek üzere yola çıkarlar. Hudeybiye kuyusu civarında konaklarlar. Bunu duyan Mekkeli müşrikler Müslümanların şehre girmesine engel olmak için Hâlid b. Velîd kumandasında 200 kişilik bir süvari birliği hazırladılar. Hz. Peygamber, kimseyle savaşmayacaklarını, sadece Ka’be’yi tavaf edeceklerini, yanlarında getirdikleri develeri kurban edip geri döneceklerini bildirmek üzere önce Hırâş b. Ümeyye el-Kâ‘bî’yi elçi olarak gönderir. Müşrikler, Hz. Peygamberin elçisini dinlemez. Bu kez elçi olarak Hz. Osman gönderilir. Müşrikler, Hz. Osman’ın söylediklerini de kabul etmezler, ancak kendisinin Ka’be’yi tavaf etmesine izin vereceklerini söylerlerse de Hz. Osman bu teklifi kabul etmez. Buna çok kızan müşrikler, onu göz hapsine alırlar.
Göz hapsine alınması, Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara Hz. Osman’ın öldürüldüğü şeklinde ulaşması üzerine Hz. Peygamber, müşriklerle savaşmadan oradan ayrılmayacaklarına dair ashabından biat almaya karar verir ve Hudeybiye’deki ikameti sırasında gölgelendiği “semure” denilen sakız veya mugaylân cinsi bir çeşit çöl ağacının altında ashabından, bir rivayete göre “ölüm üzerine”, bir başka rivayete göre ise “savaştan kaçmamak üzere” biat alır.
Biat, Fetih Suresi’nde şöyle ifade edilir: “Ey Muhammed! Şüphesiz ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar; Allah’ın eli onların elleri üstündedir...” (48/10). “Ey Muhammed! Andolsun ki Allah seninle ağaç altında biat ederlerken müminlerden râzı olmuştur...” (48/18). Ayet-i kerimede geçen ifadelerden dolayı bu biata “rıdvân [râzı olma] biatı” veya “ağaç altındaki biat”; biat eden sahâbîlere “Ashâbü’ş-şecere”; gölgesinde bu biatın yapıldığı ağaca da “Şeceretü’r-rıdvân” denilmiştir.” (Bey‘atü’r-rıdvân, TDV İslam Ansiklopedisi)
Güzel söz ve ağaç
Güzel insanların çevresine ferahlık ve huzur vermesi gibi güzel sözün de insanların faydasına, huzuruna ve ruh sağlığına iyi geldiği bir gerçektir. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de güzel sözü kökleri yerde sabit, dalları göğe doğru yükselmiş, meyvelerinden insanların ve türlü varlıkların istifade ettiği görkemli bir ağaca benzetir: “Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir.” (İbrahim, 24) Gerçekten de insanların söylediği güzel sözler, dilden dile sözlü ve yazılı olarak her daim faydalanılması için tekrar edilip durulur. İnsanlar da her daim o sözlerin benzerlerini söyleme gayreti içerisindedirler.
Bir asa olarak ağaç
Yol uzun, yolcu yorgun, aşılacak nice yollar var. Bazen bu yolculuktaki hâlimiz dilimize yansır: Gide gide bir söğüde dayanırız, bu yolda al kanlara boyansak da o yoldan asla vazgeçmeyiz. Yolculukta, yorgunluktan dizimizin dermanı, takati kalmadığı anlarda bir dayanağa, bir asaya ihtiyaç duyar da “Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!/ Ey yedinci kat gök, esrârını aç!/ Annemin duâsı, düş de perde ol!/Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!” (Çile, Necip Fazıl) der yolumuza devama ederiz.
Asa, bazen bir remizdir, peygambere, Allah’ın Hz. Musa’ya (aleyhisselam) verdiği bir mucizedir. O mucize ki hakikati gizleyenlerin, gözbağcıların, göz boyacıların türlü türlü oyunlarını bütünüyle yutan bir yılana dönüşüveren bir asa. Allah’a inananların, gerçekten onun yolunda olanların her türlü dert ve sıkıntılarının ortadan kaldırılacağının işareti bir asa... Düşman ordusunun iman sahiplerini adım adım takip edip bir denizin kenarına gelindiğinde, önde deniz, arkada azılı bir düşman ordusu ile yüz yüze, çaresizlik hâlindeyken denizin ortasından on iki yolun açılmasına, böylelikle inananlara kurtuluş ve ferahlık, düşmanlara azap olan ve dünya hayatına son noktayı koyan bir asa.
Bir şemsiye olarak ağaç
Şehrin gürültüsünden, meşakkatinden, işlerinden sıkıldığımız zaman, şöyle, çocuklarımızı da alıp ailecek kırlara, dağlara, su gözlerine piknik yapmaya gitmek isteriz. Öyle bir yere gittiğimizde öncelikle aradığımız, gölgeli bir ağaçtır ki gölgesi de kaba, koyu gölgeli olsun. Bunun içindir ki Dede Korkut Hikayelerinde Korkut Ata “Yerli Karadağların yıkılmasın!/ Gölgelice kaba ağacın kesilmesin!/ Kan gibi akan görklü suyun kurumasın!/Kanatlarının ucu kırılmasın! /KâdirTanrım seni namerde muhtaç etmesin!” diye dua buyurur.
İki Cihan Güneşi Rasûlullah (sav) de dünya hayatını bir ağacın gölgesinde dinlenmeye benzetir. Yolcu o ağacın gölgesinde dinlenir ve sonra yoluna devam eder: "Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim." (Tirmizî, Zühd 44)
Hz. Meryem validemiz, Hz. İsa’yı (aleyhisselam) bir hurma ağacının gölgesinde dünyaya getirmişti. Bu hadise, Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “Sonra doğum sancısı onu bir hurma ağacının dibine yöneltti. Meryem, "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!" dedi. Aşağısından biri ona şöyle seslendi: "Tasalanma! Rabbin senin altında bir su kaynağı yaratmıştır. (Şu) hurma ağacını da kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma dökülsün.” (Meryem, 23-259)
Mezarlıklarda ekseri koyu gölgeli servi ağaçlarının dikilmesi altında yatan mevtaların daha rahat ve huzurlu olmaları için midir acaba? Mezarlıkların uzun uzun salınan servilerle hatırlanması boşuna değil!
Şiir ağacının dalları
Divan şiirinde daha çok servi ağacına yer verilir. Bunun yanında çınar da yer alırsa da kumruların dem çektiği servi “ar ar” ismiyle sıralanır mısralara. Divan şiirinde servi, fidan, sanavber, şimşâd, nahl (hurma), sidre, tûbâ, ar’ar, bâdem, nar ağacı, söğüt (bîd), hurma ağacı, engur, çınar, öd ağacı ve sandal ağacı en çok yer verilen ağaçlardandır. Bâkî, bir gazelinde sonbahar tasvirlerine yer verir: “Nâm u nişâne kalmadı fasl-ı bahardan/ Düşdi çemende berg-i dıraht itibardan// Eşcâr-ı bâg hırka-i tecrîde girdiler/ Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan” yani “Bahar mevsiminden ne bir ad ne de bir iz kaldı. Artık kırlarda, ağaç yaprakları itibardan düştü. Bahçenin ağaçları (bir derviş gibi) soyutlanmışlık hırkasına büründüler. Sonbahar rüzgârı, kırlarda çınardan el aldı.”
Akşam güneşinin batışı sırasında gündüz olan biten oldukça farklı bir hâl alır. Güneşin kırmızıya, kızıla çalan sarı ışıklarının yapraklara, camlara yansımasıyla yapraklar ateşe, ağaç dallarındaki kuşlar yakuta döner. Dallar arasında uçuşan kuşların havuz üzerindeki görüntüsü de Ahmet Haşim’in Ağaç şiirinde erguvana döner: “Gün bitti. Ağaçta neş'e söndü./ Yaprak âteş oldu. Kuş da yâkut./ Yaprakla kuşun parıltısından/ Havzın suyu erguvâna döndü.”
Ağaç, orman önemli
Ağaçlar, ormanlar çok önemli. Onlar hayatımızın, dünyamızın oksijen deposu, kirlettiğimiz havanın temizleyicileri. Ah, Rabbim ne güzel nimetler yaratmışsın da şükrünü eda etmekten çok uzağız. Ceddimiz Fatih Sultan Mehmet Han ne güzel ferman etmiş: “Ormanlarımdan bir yaş dal kesenin, Başını keserim…” İş bu kadar önemliyken, kıyametin yarın kopacağını bilseniz dahi elinizdeki fidanı dikilmesini tavsiye ve emir buyuran bir peygamberin ümmeti olan bizler, ağaca, ormana gerçekten sahip çıkıyor muyuz? Yoksa gözümüze dünyanın hırsı bürümüş de ormanları imara açma, yerleşim birimi kurma, çevremize, yandaşlarımıza rant sağlama adına yangınlardan yol mu buluyoruz? İç ve dış düşmanların, terör örgütlerinin yaktıkları alanları, hazır yanmışken imara açalım mı diyoruz?
Yalnız da kalsa bir ağaç, insan için ümittir, ferahlıktır, candır, serinliktir, güzelliktir. Bir göl veya deniz kenarında yalnız başına büyüyen bir ağacın suya aksinden ortaya çıkan güzellik, güzel insanların da kötülüklerin çepeçevre sardığı bir dünyada varlığı öyle güzel, öylesine harika bir ümit abidesidir.
Asırları aşkın yaşa sahip çınarlar, asırları aşkın her daim meyve vermeye, yararlı olmaya devam eden zeytinler!.. Bazı nankörler o çınarları, o zeytinleri bir hiç uğruna yok etmenin hesabı içinde olabiliyorlar hem de “milletin çıkarları” adına! Veyl olsun öyle zihniyete, olmuştur da!
Duamız olsun
Korkut Ata gibi yom verelim: Gölgelice kaba ağacın kesilmesin, kurumasın, güzelliklerin hem etrafına hem de göklere ağsın. Güzellik ağacının ormanları kaplasın baştan başa dünyayı. Kem gözlerin gözleri görmez, baltaları kesmez olsun, dizlerinde takat kalmasın. Karanlık ruhlu ağaç katillerinin iradeleri kaybolsun, ferleri sönsün gözlerinin. Kıvranmaya mecalleri kalmasın!
Şu fani dünyamız ağaçsız, ormansız, güzel insanlarsız, güzel insanların dizleri de dermansız kalmasın!
Rabbim, güzel insanları, belâ ve musibetlerden, cehennemin her türlü tabakalarından, zakkum ağacından ve meyvelerinden uzak etsin. İnsanlık ağacının hem kökü hem meyvesi olan İki Cihan Güneşi ile cennette Havz-ı Kevser’in başında, Tuba Ağacı’nın gölgesinde gölgelenmeyi nasip etsin.