Ne güzeldir şu dünya, türlü türlü nimetlerle donatılmış. Tertemiz hava, masmavi deniz ve gökyüzü. Sımsıcak ve apaydınlık güneş. Rengarenk çiçekler, güller; çiçeklerle donanmış ağaçlar. Dallarında birbirinden alımlı, birbirinden nazlı, birbirinden farklı ve güzel tondaki sesleriyle insana değişik bir yaşama sevinci veren kuşlar... Kelebekler, arılar, karıncalar ve her türlü börtü böcek, renk renk çiçek...
Dereler çağıl çağıl, sular yükseklerden şırıl şırıl; nehirler, gürlekler, köpüklene köpüklene akar giderler... An olur denizler kabarır dalga dalga yükselir bir hayat gibi. An olur çekilir, ayaklarımızı öper hayatın sonuna yaklaşmamız gibi. An olur şimşek şimşek kıvılcımlar çakılır hayatta, an olur şerareler yakar içimizdeki kötülükleri, yıldırım olur düşer kötülük ağaçlarına, dağlarına, taşlarına...
On sekiz bin âlemin ortasında akıl sahibi bir varlıktır insan. Diğer varlıklara verilmeyen, insana verilmiştir. Bu akıl kredisi kendisine verilmekle birlikte bununla birlikte bazı yükümlülükleri de başından kabul etmiştir insan. O, elest bezminde “belâ” diyerek söz vermiştir Yüce Allah’a; “Evet, Sen bizim Rabbimizsin. Bizler senin aciz kullarınız.” demiştir.
İnsan, elest bezminde verdiği o sözle birlikte kendisine emanet edilen kulluğunu yerine getirmenin birinci şartı akıl sahibi olmasıdır. Akıl sahibi olmayana hiçbir şey emanet edilmez zaten. Bu sebeple en büyük emanet olan kulluk ancak akıl sahiplerine yüklenmiştir.
Kainatı yaratan Allah, bu dünyaya halife olarak gönderdiği insana akıl nimeti verdiği için onu bir imtihana tabi tutar. Yapıp ettiklerinin hesabını, kulluk vazifesini yerine getirip getirmediğinin bir bakıma hesabını Kendisine vermesini ister. Onun içindir ki yapıp ettikleri, açıkladıkları, gizledikleri hepsi kayıt altındadır. Hiçbir şey Allah’tan gizli değildir. İnsanların birbirinden gizlediklerini Allah bilir, melekleri kaydeder. Yarın Mahşer gününde O Büyük Mahkeme’de bir bir hesaba çekileceğiz. Yaptıklarımızdan da yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızdan da. Buna kendimiz dışındaki herkes ve her şey şahitlik edeceği gibi kendimizin içindeki her bir azamız ve hücrelerimiz de bu görevlerini ifa edecektir.
Akıl en önemli nimettir; onun varlığının kıymetini iyi bilmeliyiz, sağlıklı olmasına azami dikkat göstermeliyiz. Eğer akıl hastalanırsa ve ölürse işler hiç de iyi gitmez. Düşüncemiz, feleğimiz şaşar, dünyamız altüst olur. Ne doğru iş yaparız ne de yararlı bir düşünce kalır bizde. Terk eder insanlığımız, firaz eder salim düşünce bizden.
İnsan için akıl önemli nimettir dedik. İnsan bu akıl nimetinin devamını istiyorsa başta onu en güzel şekilde değerlendirmeli, onun gereğince hareket etmelidir. İslam bütün insanlığa gönderilmiş evrensel bir mesajdır. İslam’ın temelini oluşturan Kur’an da öyle!.. Allahu Teala, Kur’an-ı Kerim’de “Bu (Kur’an), kendisiyle uyarılmaları, Allah’ın tek ilah olduğunu bilmeleri ve akıl sahiplerinin öğüt almaları için insanlara yapılan bir bildiridir.” (İbrahim, 52) buyurarak akıl sahiplerinin Kur’an’a sarılmalarını, hak ve hakikati öğrenmelerini ve yaşamalarını emir buyurmuşlardır.
İki cihan güneşi peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi vesellem) “Aklı olmayanın dini de yoktur.”buyurmuşlardır. Buradan aklı olmayana sorumluk da verilemeyeceğinden insanların dinini yaşamalarından ve dinin emirlerini yerine getirmesinden ve getirmemesinden sorumlu tutulamacağını ortaya koymuşlardır.
Doğunun büyük mütefekkirlerinden Muhammed İkbal akıl ve kalple ilgili olarak dedim-dedi diyalogundan yararlanarak şu hakikati bize aktarır:
Dedi ki : ''Aklın ölümü nedir?''
Dedim ki : ''Fikri terk etmek.''
Dedi ki : ''Kalbin ölümü nedir?''
Dedim ki : ''Zikri terk etmek.''
Demek ki insan, kendine mahsus bir düşünce üretemiyorsa, yeni ve özgün düşünceler ortaya koyamıyorsa aklı ölmüştür. Akıl ölmüşse kalp de sersemdir, fikrin beslediği zikir de yok olmuştur. Zikrin varlığı demek kendisine akıl nimetini veren Yaratanı her daim anması demektir. Akıl yoksa kişinin Allah’ı anması da sözkonusu olmadığından kalbi ölür zikri de yapılmaz olur.
Yöneticilere, idarecilere başucu kitabı mahiyetindeki Kutadgu Bilig’de Yusuf Has Hacib çağlar ötesinden şöyle seslenir: “Dünyayı elde tutmak için, insan anlayışlı olmalıdır; halka hakim olmak için ise, hem akıl, hem cesaret gerektir. Akıl süsü dil, dil süsü sözdür insanın süsü yüz, yüzün süsü gözdür. İnsan sözünü dil dili ile söyler; sözü iyi olursa, yüzü parlar. Meşale gibidir akıl, karanlığa göz; ölü tene candır, dilsiz için söz.”
Çağ kapatıp çağ açan Fatih Sultan Mehmet Han “Aklı öldürürsen ahlâk da ölür akıl ve ahlâk ölürse millet bölünür. Kadı'yı satın aldığın gün adalet ölür, adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.”der. Çünkü aklın olmadığı, sağlıklı çalışmadığı yerde düzgün ve yolunda giden hiçbir şey yoktur. İki cümleciğe akıl, ahlak, adalet, devlet gibi ağır kavramları sığdıran Fatih, şüphesiz bir dehadır. Onun bu sözlerine kulak vermek akıllıca bir iştir.
“İnsanın akıllıca hareket edebilmesi için üç yolu vardır; birincisi, yapacağı şey üzerine düşünmektir ki bu en asil yoldur. İkincisi, önceden yapılmış iyi bir şeyi tenkit etmekle olur, bu en kolay yoldur. Üçüncüsüne gelince bu en acı yoldur, deneyerek ve uğraşarak bulduğun yoldur.” der Konfüçyus da. Bununla da hayatı olması gerektiği gibi idame ettirmenin yolunu söyler.
Edebiyatımızın önemli kalemlerinden Çetin Altan "Akıl, açıklayıcı olduğu için özgürlükçüdür; kurnazlık ise saklayıcı olduğu için baskıcı.O yüzden Şark baskıcıdır.Şark toplumlarının açıklayabildiklerine oranla açıklayamadıklarının kat kat fazla olması, onları çeşitli maskelere bağımlı kılmıştır.." der ve Şarkı düşünceden yoksun olarak kurnaz oluşuyla öne çıktığını savunur.
Akıl bu kadar önemli bir nimetken bizler onu yeterince kullanabiliyor muyuz? Aklı kullanıp kullanmadığımızı belirlemenin en kolay yolu düşünmektir. Düşünebilmektir. Sebep-sonuç ilişkileri üzerinde kafa yormaktır. Söylenen, ifade edilen, bildirilen bir sözü, durumu, haberi sorgulamaktır. Doğruluğunu kontrol etmektir.
Günün her saatinde belki birçok bilgi, haber, durum ile karşılaşıyoruz. Bize söylenen, haber verilen, anlatılan, gösterilen bir durumu, bilgiyi, haberi ne kadar sorguluyoruz, gerçekliğini ne kadar kontrol ediyoruz?
Allah şifa versin, geçen hafta üstat Yavuz Bülent Bakiler rahatsızlanmış, hastaneye kaldırılmış. Daha önceden görüşmüşlüğümüz ve tanışıklığımız olduğundan bende telefonu mevcuttu. Aradım, geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Hastanede tedavisinin devam edeceğini, şimdilik durumunun iyi olduğunu eşleri Hanımefendi söylediler. Aradan bir iki gün geçmedi, sosyal medyada bilhassa facebook hesaplarında Üstadın vefat ettiğine dair paylaşımlar peş peşe yapıldı. Bir iki yere bakarak kontrol ettim, bilgi doğru değildi. Dedim ki koca koca insanlar neden bir doğrulama ihtiyacı hissetmeden böyle önemli bir konuda paylaşımlarda bulunurlar ki?
Akıl bir kere susmayagörsün. İnsan şaştıkça şaşar. Akıl şirazeden çıkmayagörsün insan savruldukça savrulur. Ne ortaya koyduğu ne de karşı çıktığı fikirler ne karşı çıkılacak ne de alkışlanacak niteliktedir! Çünkü aklın olmadığı yerde düşünce yoktur.
Dileğim ve duam odur ki Rabbim akıl sağlığımızı bozmasın ve bizi akıl nimetinden mahrum etmesin! Mahrum etmesin ki sağlıklı düşünebilelim. Sırat-ı mustakimden, dosdoğru yoldan ayrılmayalım!