|   | 
  • Cevahir Kadri

    Aman Ölüm Üç Gün Ara Ver

    Aman Ölüm Üç Gün Ara Ver

     

    Bir bayramı daha geride bıraktık. Tabii bayramlar bayram olmaktan çıktı. Bayramların tadını ne kadar alabiliyoruz? Laf olsun diye söylemiyorum, “Nerede o eski bayramlar?” ifadesi gerçek anlamıyla karşımızda duruyor.

     

    “Eski bayramlar”ı aramayı sadece ekonomik gerekçeler tetiklemiyor. Türk toplumu büyük bir siyasi ve sosyolojik kırılmalardan geçiyor. Siyasetin ve siyaset mühendislerinin toplum üzerindeki etkisi türlü algılarla kendini gösterdi, göstermeye devam ediyor. Hâkim siyasi irade ile oluşturulan bu yeni rejim, toplumu hem sistem olarak ikiye böldü hem de düşünce bakımından. “Ya bendensin ya kötüsün” anlayışı ile farklı siyasi anlayışta olanları topluma karşı kabahat işlenmiş gibi ötekileştirdi. Bu durum da aileler, akrabalar arasında birtakım kırılmalara, ötekileştirmelere, gammazlamalara, ihbarlara yol açtı ve toplumun birlik ve bütünlüğü bozuldu. Bu da aile fertleri ve akrabalar arasında sıcak, samimi ilişkilerin ortadan kalkmasına, yapay ve yapmacık davranışların kişiler arasında yaygınlaşmasına sebep oldu. Ve bayramlar, bayram olmaktan çıkıp gitti. Toplum, gerçek anlamda bayram yapmıyor, yapamıyor artık!..

     

    İnsanlar eskiden de farklı siyasi düşüncelere sahipti. Ama 12 Eylül öncesi kaos ve anarşik dönemleri hariç, insanımız ne kadar tartışsa hatta kavga bile etseler bugünkü kırılmalar, travmalar asla yaşanmıyordu. İnsanlar bu tartışma ve kavgadan üç gün sonra yine birbirleriyle konuşup görüşüyorlardı. Siyasi tarafgirlik, liderlere aşırı bağlılık, parti ile devleti, hükümet ile devleti eş tutma galatı, garabeti o “farklılığımız zenginliğimizdir.” anlayışını ne yazık ki alıp götürdü!..

     

    Bayramları bayram olmaktan çıkaran diğer bir husus da yaşanan siyasi ve sosyolojik travmaların, zulüm ve haksızlıkların; insanların yaşamlarında artık dayanılmaz acılara, içinden çıkılmaz ve aşılmaz sıkıntılara sebep olması ve bunlara karşı tahammül sınırının çoktan aşılmış olması. Bütün bunların sebep olduğu türlü hastalıkların bünyelere verdiği tahribat ve psikolojik rahatsızlıklar soncu girişilen intiharlar ile ölümlerin peş peşe gelmesi hisli kalpleri, uyanık vicdanları yaraladıkça yaralıyor.

     

    Gün geçmiyor ki yüreğimizi burkan bir ölüm haberiyle karşılaşmayalım, sarsılmayalım. Gerek ülkemizde gerekse dünyanın pek çok yerinde yaşanan zulümler, ölümler, haksızlıklar işin tuzu biberi. Hisli yüreklerin, uyanık ve sakatlanmamış vicdanların tahammül gösterebileceği bir durum olmaktan çoktan aşılmış vaziyette. Taş kesilmiş kalplerin, sağır kulakların, yetmeyen idraklerin, görmeyen gözlerin, düşünmeyen akılların yaşanan bu travmalardan habersiz olması bunların yokluğuna delil olamaz. Zulmeden, zulmünü görebilir mi?

     

    Dünyanın neresinde olursa olsun aynı tipler aynı davranışları sergiliyor; aynı anlayıştakilerin inancı, dini, milleti, milliyeti ne olursa olsun davranış biçimleri hep aynı. Öyle ki bu aynılık geçmişe bir yolculuk yapıldığında da ortaya çıkıyor.

     

    Olumsuzluklardaki benzerlikler olumlu davranış sergileyenler için de geçerli. Onlar da aynı şekilde inancı, dini, milleti, milliyeti ne olursa olsun haktan, hukuktan ve adaletten asla vazgeçmiyorlar.

     

    Geçmişten iki misal: Bugünkü İran toprakları üzerinde hüküm sürmüş olan Sasanilerin dünyaca ünlü hükümdarı Nüşirevan-ı Adil (Hüsrev I Anuşirvan (531–579) vardır. Bir rivayete göre, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) “Ben adil bir sultanın devrinde doğdum.” diyerek onun adaletini övmüş, yine onun Müslüman olmadan ölmesine üzülmüştür. Öte yandan Emeviler döneminin Şam valisi olan Haccâc- zalim gerçek adıyla Haccâc b. Yûsuf Es-Sekafî’nin zalimliklerinden birkaçı: “Haccâc Emevîler’in muhaliflerine karşı çok sert ve acımasız davranmış, aralarında Enes b. Mâlik’in de bulunduğu pek çok kişiye zulmetmiş, meşhur muhaddis ve müfessir Saîd b. Cübeyr dahil binlerce kişiyi öldürtmüş, kendisine yeminle biat ettirmiş, yeminlerinden dönenlere mürted muamelesi uygulamış, müslüman oldukları halde mevâlîden haraç ve cizye almıştır.” (TDV İslam Ansiklopedisi) 

     

    Şimdi düşünmek gerekiyor ki adaletin esas alınmasını emreden Kutlu Beyan’a inanan bir yönetici zulümle iş görür ve öyle tanınırken Mecusi bir padişah adaleti ile şöhret buluyor. Nedir insana bu tenakuzu yaşatan? Bölge mi, çevre mi, anlayış mı?

     

    Güç zehirlenmesi yaşayanlarda dün de bugün de aynı hâl var: Güç sahiplerine biat etmemişsen, onların alkışçısı değilsen, haksızlıklarına, hukuksuzluklarına alkış tutmuyorsan sendeki bütün güzellikler onlar için hep kötülüktür. Öyle olmasaydı; sahibi olduğu fırından, öğrencilere ekmek verdiği için suçlu bulunup mahpuslara atılır mıydı o fırıncı?

     

    Her hafta Nahl Suresi’nin 90. ayeti kerimesinde ifade edilen “Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.” İlahi mesajı duymasına rağmen hukuk insanları “Hapisteki kızına ve üç mahpusa 278 lira göndermek” eylemi nedeniyle suçlu bulup 78 yaşındaki bir nineyi mahpuslara tıkar mıydı?

     

    Bir başka haber: “Kudüs İbrani Üniversitesi'nden kıdemli bir Arap İsrailli profesör, perşembe günü tutuklandı. Profesörün suçu hükümetle aynı görüşte olmamak… Bir kriminolog ve hukuk profesörü olan Nadera Shalhoub-Kevorkian, Kudüs'ün Mevasseret Zion banliyösündeki bir polis karakoluna sorgulanmak üzere götürüldü…” (@sedatlaciner)

     

    Yok mu, ülkede bütün haksızlıklar, hukuksuzluklar yaşanırken “Zulüm bizdense ben bizden değilim.” diyen Rachel Corrie gibi hakkaniyetli aydınlar, entelektüeller? Şairler, edipler, yazarlar çizerler; hukuksuzlukların altını çizmeniz gerekirken neden kendi üstünüzü çizmekle meşgulsünüz?

     

    Dünyada en sağır edici ses, acı çeken mazlumun suskunluğudur.” (Hz. Ali) Evet, o ses öylesine sağır etti ki değil uzaktakini, yanı başındaki mazlumu görmekten aciz bıraktı, üstüne üstlük bir de iftiralara sarıldı, mazlumu onlarca kere mazlum eyledi. Zulüm üstüne zulüm görmesine sebep oldu masumların.

     

    Zulmü, haksızlığı, hukuksuzluğu sadece ülke sınırlarının dışında olduğunu varsayan, inananlarımız var. Onlar sınırların dışındaki her yerde haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, zalime ve zalimliğe karşılar. Ama bir de yanı başında sekiz senedir cereyan eden KHK haksızlıklarına, zulümlerine, zorbalıklarına kısık da olsa bir kez olsun ses vermek icap etmez mi? Kutlu Beyan’da “velâ tezirû, vâziraten vicra uhrâ” yani “Hiçbir kimse bir başkasının yükünü/günahını yüklenmez.” emri gereğince herkesin “sadece kendi yaptıklarından mesul” tutulması gerekmez mi? İyilik Allah’ın emri. İyilik edenlerin iyiliklerini kötülük saymak Allah’ın helal kıldığını haram saymak değil midir? O hâlde nedir milyonlarca insanı, işlemediği suçlar ve suç olmayanları da suç gibi göstermek suretiyle onların dünyalarını dar etmek, reva mıdır bu?

     

    Filistin’de yaşanan insanlık dramına, soykırımına haklı olarak karşı çıkarken Doğu Türkistan’da Uygur kardeşlerimizin yaşadıkları görmezden geliniyor. Daha geçenlerde vatandaşlık almış bir Uygur Türkü kardeşimiz geri gönderildi. 

     

    Bir yandan Filistinli kardeşlerimize uygulanan soykırımı tel’in ederken öte yandan zalim ve katil İsrail ile ticari ilişkilerin artarak devam etmesi, insanın aklına, “çobanla anlaşıp koyunla yas tutma ikiyüzlülüğünü” hatırlatıyor!.. Söz ve söylemlerle sandıklar dolarken ticari ilişkilerle de kasalar dolmaya devam ediyor; kardeşlerin soykırımında kullanılan malzeme kardeşinden tedarik edilmiş oluyor. Vay başımıza gelenler, vay!..

     

    Yok mu, hayatı boyunca zulme boyun eğmeyen ve hak bildiği yoldan asla taviz vermeyen, Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde başa geçen yöneticilerin yapmış oldukları zulümleri desteklemediği için siyasi iktidarların hışmına uğrayıp eziyet edilen, işkence gören Ebu Hanife gibi hakkaniyetli âlimler? Yok mu “Devletin dini adalettir.” diyen Hz. Ali’ye (r.a.) gönülden bağlı olan muhibbanlar, erenler, hak ve hakikat yolcuları?

     

    Evrensel hukukun bütün kuralları ayaklar altına alınıp suç olmayan unsurlardan insanları suçlu göstermek, türlü haklarından ve özgürlüklerinden mahrum bırakarak dünyayı onlara dar etmek hangi hukuka, vicdana, insanlığa sığar? Yedi sekiz yıldır işlenen bu hukuk cinayetlerini görmezden gelmenin sonuçları her gün farklı farklı yerlerden gelen ölüm haberleri ile bir bir ortaya çıkıyor. Gün geçtikçe daha da katlanıyor zulmedenlerin günahları, yedikleri haklar, işledikleri hukuksuzluklar!..

     

    Duvarı nem, insanı gam yıkar. Bir insanı, toplum içinde itibarı olan ve o itibara emeğinin, bileğinin hakkıyla gelmiş insanları bir gecede işinden, aşından, itibarından ve hak ve özgürlüğünden etmenin hangi hukuk, hangi din, hangi inançta yeri vardır?  

     

    Misaller uzayıp giderken yürekleri burkan ölüm haberleri de yürekleri gün gün, dilim dilim kesmeye devam ediyor!.. Dillerde virt oldu yanık türküler her dem söylenen; “Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver/ Al başımdan bu sevdayı götür yâre ver.” (Selanik türküsünden) Yok elden gelen bir şey; dilden gelen ya bir türkü ya da içli bir dua Yüce Mevla’ya arz edilen!..

     

    Üstat Mehmet Akif Ersoy gibi diyeyim: “Yine hicrân ile çılgınlığım üstümde bugün.../ Bana vahdet gibi bir yâr-ı  müsâid lâzım!/ Artık ey yolcu bırak... Ben, yalnız ağlayayım!”

     

    Topluma etki edenlerin insanları germeleri yetsin artık. Bu dünya kimseye kalmaz, kalmayacaktır da!.. Kelebeğin de ömrü vardır avcının da. Vakit çiçekli bahardır, unutmayalım, unutma ey insan, insanlığın merhametin kadardır, vesselam!..

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.