Selamların en güzeliyle…Kıymetli dostlarım,başlıkta aynı kökten üç kavramı yan yana yazdım ve “Anlamak mı, atlatmak mı, anlaşılmak mı?” diye sordum.
En yakın daireden yani kendi anatomik ve ruh yapımızdan başlayarak; en geniş galaksi, gök sistemi ve nebülözlere kadar varlık ve olayları tanımak, anlamak öncelikli görevimizdir. Çoğu zaman ve çoğumuz bu kavramların önceliğini değiştirerek “anlatmak ve anlaşılmak” isteğimizi öne çekmekteyiz. Oysa gerek modern bilimler gerekse din bilimi ve sosyal bilimler açısından “bilgiyi ve anlamayı” öne almalıyız. Bacon’ın “Bilgi kuvvettir!”sözündeki gerçeklik; anlamayı, öğrenmeyi ve bilgi sahibi olmayı öncelikli kılar.
Anlamanın ilk adımı soru sormak olmalıdır. Basma kalıp aktarılan ve bilimsel değeri olmayan bilimdışı, gerçekdışı yani hurafe olan sayısız yanlışlar vardır. Bu yanlışların ve hurafelerin gerçek olarak belletildiği toplumlar ve bireyler, sonradan bilimsel bilgiyi kabullenmede çok zorlanırlar. “Kendini bilen yaratanını bilir!” sözü de (hadis olduğu da söylenir) bilginin aynı zamanda Yaratıcıya götüren en sağlam yol olduğunu gösterir.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanlar, diğer insanlara bir şeyler anlatma ve aktarma çabasında olmuşlardır. Bu amaçla yola çıkarken anlama basamağını es geçenlerin sayısı çok fazladır. Bu yüzden anlatma ve anlaşılma öncelikli metotta, genellikle hedef sonuçsuz kalmakta ve bu da alanda birçok çatışma ve tartışmayı da doğurmaktadır. Sosyal medya platformlarında bilgi sahibi kişilerin daha sakin ve öz güvenli yazılar yazdığını; buna karşın basmakalıp ve yanlış bilgi sahibi olanların, yazılarında çok saldırgan bir dil ile hakaret ve argo kelimeleriyle sorgulayıcı bir dil kullandıklarını görüyoruz.
Geçen hafta bir sosyal medya platformunda, böyle, bir yanlış bilgi ile yazılmış bir yazıya rastladım. Bu yanlışı, Termodinamik II. Kuralı ile izah edip düzeltmek, bu konuda katkıda bulunmak istedim. Ancak yanlış bilgiyi yazan kişi, biraz argo ve hakaret dili de kullanarak “Amca senin söylediğin tanrı fikri öldü!” şeklinde bir cevap da yazmış bana, sağ olsun. Ben de “Buna sevindim. Ben hep Allah’a: ‘Allah’ım tanrıları kahret!’ şeklinde dua etmiştim.” dedim. İnsanların tanrılaştırdığı o kadar mit var ki; ne yazık ki bunların Gerçek Yaratıcı yerine kabul edildiklerini görüyoruz. Karşımdakinin bilgisiz ve etik olmayan ifade tarzını ve kişilik yapısını asla ona söylemedim. Biz sadece anlamayla, anladığımızı doğru anlamayla, eksiksiz anlatma ve temsil etmekle yükümlüyüz. Her gün çokça sigara içen bir öğretmen, bir baba veya annenin çocuklara “Sigara, sağlığa çok zararlıdır ve israftır.” demesi ne anlam ifade eder,öyle değil mi?
Önümüzdeki hafta salı günü mukaddes Ramazan’ın başlangıcı olduğunu söyleyip Ramazan ayında da inanç, amel ve bilgi temelli yazılarımızın da olacağını buradan bildireyim.
***
Karek, İshak’ın Restoranı’nda
Geçenyazımızda seyahatname notlarımızın son kısmında Düş Gezginleri olarak Lût Gölü’nden unutulmaz hatıralarla ayrılmıştık.Bu gün önce Karek şehrine oradan da Ürdün’ün güneyindeki çöl alanda yer alan şehri olan Maan’ahareket ettik.
Karek-Karek Kalesi
Karek,Orta Çağ’daHaçlı Seferlerisırasında önemli bir askerî merkezdi. En yüksek noktasında yer alan Kale,Lût Gölü ve Ölü Deniz’den Kudüs’e kadar uzanan vadinin kilit noktası gibiydi. Düş Gezginleri önce kale dışında yer alan şehir merkezini gezdi. Şehir merkezinin hemen yakınında Ölü Deniz levhası dikkatimizi çekmişti. Ölü Deniz-Lût Gölü kapalı havzasının güneydoğu ucu buradan başlıyordu. Burada bir seyir terası oluşturulmuş ve ziyaretçiler için parklar hazır edilmişti. Çok engebeli bir yerleşime sahip olan Karek’in kale dışındaki yerleşim yerleri tepeler üzerinde parçalı olarak çokça tepelere yayılmış mahallelerden oluşmaktaydı. Karek ve çevresinin en önemli gelir kaynağı tarım, hayvancılık, ticaret ve orta ölçekli sanayi ve bir hayli gelişmiş olan turizmdir.
Düş Gezginleriolarak sonra da kaleyi gezip gördük. Ardından cuma vakti çok az bir süre kaldığındancuma namazını kılmak için Ürdün-Arabistan yolu üzerinde yer alan bir camiye geldik. Burada cuma namazı başladı. Ancak Türkiye’de çok kısa okunan hutbeler buralarda en az 45dk-1saat sürüyordu. Cuma namazı bitince Amman yolunda 5 km kadar gittikten sonra, daha önceden sözünü ettiğimiz Antakyalı İshak adlı yurttaşımıza ait olan restorana geldik. İçeri girdiğimde kimseyi göremeyince İshak Bey diye seslendim. Restoran boştu lakin içerden mutfak kısmından bir ses “Buyurun kim o?” dedi. Bir yıl önce buraya ailecek geldiğimizi ve tanıştığımızı söyleyince İshak Bey de hatırladı;“Oobuyurun, hoş geldiniz kıymetli misafirlerimiz.” diyerek grubu içeri davet etti. Ardından “Kusura bakmayın,cuma günleri burada tatil.O sebeple kimse yok, ben de şimdi geldim.” dedi. Ben ve grup üyelerimiz için hiç yoktan iyi idi.Siparişlerin hazırlanması ocağın yanıp köz hâline gelmesine bağlı olduğundan bir hayli gecikti, fakat beklenildiğine değdi. İshak Usta mangalda çok güzel kebap türünde yiyecekler hazırlamıştı. Arkasından içilen kahve ve çaylar ise yola çıkmadan önce epey bir enerji ve keyif vermişti.
Maan
Amman’a yakın olan restorandan yola çıktık, ancak burada yollar o kadar karışıktı ki Abdullah kaptan yolu karıştırdı ve kenar bir mahalleye doğru ilerledi. Ben de “Kaptan, sağda müsait yerde dur, yolu soralım.” dedim. Araç durunca oradaki eczaneye girdim ve oradaki beyefendiye yolu sordum. Eczacı Bey “Siz, Türkiye’den mi geldiniz?” diye Arapça sorunca “Evet.” dedim. Eczacı “Zevcim –eşim – Türk.” dedi. Ve diğer odadaki eşini çağırdı.
Eşi Hülya Hanım Mersinli bir Türk olup çok önceleri burayagelin gelmişti.Onlar kendi arabalarına binip “Bizi takip edin, sizi Arabistan yoluna çıkaracağız.” dediler. Eczacı çiftin aracını takip edip ana yola çıktık. Ana yola çıkınca vedalaşmak için araçtan indiler. Ben de araçtan bir havlu ve bir paket Türk lokumu alarak onlara hediye edip çok teşekkür ettim.Daha sonra herkes bu çifte el sallayarak ayrılıp yola devam ettik.
Maan yakınlarına geldiğimizde yol kenarında seyyar bir araba ile çaycılık yapan birisini gördük. Kaptana “Uygun bir yerde park edelim.Bu çaycıdan, çay, simit, börek, bisküvi türü birşeyler alalım.” dedim. Çay faslı bitince herkes bir miktar dinlenmişti, ben de çaycının yanına gidip “Borcumuz kaç riyal?” diye sordum. Çaycı “Siz çok sevdiğimiz Türkiye’den gelen misafirlerimizsiniz, borcunuz yok.” dedi. Ben de “Olmaz, siz buradan iaşenizi (ekmekparanızı) kazanıyorsunuz.” dedim. İkimizin de ısrarı sonuç vermeyince ben yine arabadan Denizli havlusu ve Türk lokumunu aldım ve paket yapıp çaycıya takdim ettim.O da çok teşekkür etti. Çaycı ve bizim gruptakiler de birbirlerine el sallayarak vedalaşırken sevinç duyguları arttıkça arttı.Öyle ya, bir zamanlar atalarımızın birlikte yaşadığı yurt olan bu uzak diyarlarda böyle karşılanmak ve ağırlanmak, hatırlanmak, herkesi hem sevindirdi hem de duygulandırmıştı.
Düş Gezginleriolarak daha sonra araçla Maan’ın ana caddesinden merkezine doğru gittik ve burada şehri ve halkı gözlemledik; buradan da tekrar dönüş yoluna çıkarak Ammanşehir merkezine gitmek üzere hareket ettik.
Ürdün-Suudi Arabistan yolundan kuzeye doğru yol alırken bu yolun bitişiğindeboylu boyunca Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yapılan “Hicaz Demiryolu” uzanıyordu. Yeniden yapılacak bir proje ile bu alanda yapılacak Hicaz Hızlı Tren Yolu gelecekte Mekke-İstanbul arasını 17 saate indirecekti. Ancak bölgedeki kargaşa ve savaşlar bunu hep engellemekteydi.
İki saat kadar sonra Amman’ın tarihi merkezine geldik; tarihi çarşıyı (OldBazaar) gezdik. Alışveriş yaptık, bol bol hurma ve muz aldık.Sonra konaklama için tekrar otele geri geldik. Haftaya başka bir gezide buluşmak üzere, sağlıcakla kalın.