Hayata bir aralıktan bakıyoruz. Gözlerimiz başlı başına bir aralık zaten. Gözlerimiz olmasa görebilir miyiz? Bir de şöyle bir soru akla gelir: Görmek sadece gözle yapılan bir eylem midir, görmek eylemi sadece gözle mi yapılır?
Bakmak, bakabilmek önemli. Onun kadar, görebilmek de!.. Doğru bakamayanların doğru görebilmelerine imkân var mı? Onun için, hayata baktığımız aralığın da doğru olması gerekir.
Aralık nedir; zaman mı mekân mı? Aralık hem zaman hem de mekân. Şimdi hep birlikte, aralıkla ilgili anlam yolculuğuna çıkalım. Hazırsanız, başlayalım, atalım adımlarımızı önce ufaktan ufaktan, sonra meseleye genişçe bakalım etrafı geniş gören bir ufuktan.
Ufka bakmak önemli. Geçen hafta, yazar ve şair Hüdayi Can ile edebiyatçı H. Say’ın, benim önceki hafta (30 Kasım) kaleme aldığım “Çocukluğumun Ağaçları” başlıklı yazım hakkında konuştuklarını onun yazısından öğrendim. Bir yazının iki edip arasında olumlu anlamda konuşulmuş olması yazarını ancak mutlu eder.
Günlük tarzındaki yazılarıyla tanıdığımız Hüdayi Can, (Haberdenizli.com) sitesinde yazmaya başlamış, yazımın konuşulduğunu oradan öğrendim zaten. Çevirileri, öyküleri ve şiirlerinin yanı sıra günlükleri ve günlük yazıları ile adından söz ettiren bir isimdir Hüdai Can.
Okuyucularımız hatırlayacaklardır, daha önce Kendi Evinde Misafir diye bir yazı kaleme almıştım, onun “Evinde Misafir” adlı eserini tanıtan bir yazıydı bu. Evet, ne diyordum, Hüdayi Can’ın ufuk ile ilgili yazdığı “Ufka Bakma Terapisi” başlıklı yazısından bahsedecektim. Can, son yazısında ufkun, ufka bakmanın öneminden, ufuk çeşitlerinden değişik yazar ve şairlerden alıntılarla anlatıyordu. Can, yazısında, insanların bilgisayar, akıllı telefon ve internet sebebiyle ekran bağımlısı hâle geldiğinden hareketle “… hepimiz her gün saatlerce bir ekrana kilitleniyor, gözümüze yaklaştırdığımız ekrandan bir şeyler izliyor, bir şeyler okuyoruz.” diye bir durum tespiti yaptıktan sonra bizim bugün herkesten ve her zamanki insanlardan daha çok, “ufuk terapisi”ne ihtiyacımız olduğunu belirtiyor.
Hayata, bir aralıktan bakıyoruz. Gördüklerimizi anlıyor, anladıklarımızı yaşıyoruz. Bazen anlamadan da yaşadıklarımız oluyor. Yaşadıklarımız, anladıklarımızın toplamı değil. Belki anladıklarımız, yaşadıklarımızın zekâtı. Keşke, öyle olabilse, o bile yeter. Hayatı hiç anlamadan yaşayıp bir ömür tüketmek de var…
Aralık deyince aklıma, çocukluğumdaki evimizin küçücük penceresi gelir. Biz ona pencere de demezdik zaten; onun adı “şavk deliği” idi. Kocaman güneşin azıcık aydınlıkları ile yarı aydınlık bir hâl alırdı evimiz, loş ile aydınlık arası, günün en aydınlık saatlerinde bile.
Hayatı aralıklar hâlinde yaşıyoruz: ömrümüz doğum ve ölüm aralığında, okullarımız var yıl/lar aralığında. Ömür hadisesinde üç merhale, üç aralık var: doğum, evlenme ve vefat, ölüm yani!.. Yazdıklarımız iki kapak arasında, aralığında, öyle değil mi? Gün, uyku ve uyanıklık aralığında geçmiyor mu?
Aralık, aralık diyorum da nedir bu aralık? Sözlüğe el atmadan önce, kelimenin iki ayrı anlamını bir arada kullanarak yazdığım bir ikiliği paylaşayım: “Kış geldi, işte aylardan Aralık,/ Dünya bu; yaşıyoruz bir aralık!” Evet, bu dünyada bir aralıkta yaşıyoruz; doğum ve ölüm aralığında!..
Güncel Türkçe Sözlük’e göre “aralık” kelimesinin on iki (12) farklı anlamı var. Bu anlamları her zaman olmasa bile zaman zaman kullanıyoruz. Bunlar; “ara”, “uygun, elverişli durum, fırsat.”, “evin iki bölümü veya iki oda arasındaki dar geçit, geçenek, koridor.”, “yılın on ikinci ayı, ilk kânun, kânunuevvel”, “tuvalet”, “basımcılıkta harfler veya satırlar arasındaki açıklık, espas.”, “yarı açık, tam kapanmamış”, “borsada hisse senetlerinin alım satım emirlerinin verildiği süre”, “bir sesi bir başka sesten, kalına veya inceye doğru ayıran uzaklık”, “iki nota arasındaki perde uzaklığı”, “portenin paralel çizgileri arasındaki boşluk” ve “toplu beden eğitiminde art arda dizilenleri ayıran açıklık” Bütün bu anlamlardan başka “aralık vermek” deyimi var ki “yeniden başlamak üzere bir işi kısa süre bırakmak” ve “harfler veya satırlar arasında boşluk bırakmak” anlamında kullanılır. Bütün bunlara ilaveten “aralık korozyonu, aralık oyunu, bir aralık, dar aralık, o aralık, hava aralığı, tavan aralığı” şeklinde birleşik yapılarda kullanıldığını hatırlatalım.
Aralık kelimesini şairler de bir imge olarak kullanır şiirlerinde. Fazıl Hüsnü Dağlarca, hayatın ve ölümün aralığından bahseder “Kâinatın Akşam Yoklaması” adlı şiirinde: “Bir an, zamanın gölgesi yüze değer,/ Ve aralığı hayatın -ölümün aralığı./ Bembeyaz bulutlar gibi geçer göklerden,/ Kör bir adamın bahtiyarlığı.”
Sözü her zamanki içten deyişleriyle Ahmed Arif alır. Arif adamın hâli başkadır, anlar mı o hali her adam? Karanfil Sokağı şiirine konuk olur bu sefer aralık. Sevmediğini söylese de patika yolları değil asfalt yolları tahsis eder şair: “Duvarları katı sabır taşından/ Kar altındadır varoşlar/ Hasretim nazlıdır Ankara./ Dumanlı havayı kurt sevsin/ Asfalttan yürüsün Aralık,/ Sevmem, netameli aydır,/ Bir başka ama bilemem/ Bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat/ Kalbim, bu zulümlü sevda, kar altındadır.”
Şair Ahmet Oktay da “Kaçarımız Yok Bizim” adlı şiirinde bir jandarmayla hasbihale yer verir, vakit muhtemelen ekimdir; “Kasım, aralık derken/ dayanır bahar gürültüyle kapıya/ ardından kırmızı mühürlü tezkeren” dizeleriyle karşımıza çıkar ve vaktin çarçabuk geçtiğinden, geçeceğinden dem vurur.
Eğitimci-şair Muammer Kardeş (Denizli Kent Konseyi Şairler Topluluğu Başkanı) de bu aya dair duygularını “Aralık” adlı şiirinde dile getirerek aralık ayı ile kendisi âdeta özdeş kılar: “Aralık gibiyim bu aralar./ Anla işte!/Bir yanım renk cümbüşü/ Sonbahar./Bir yanım dondurucu kış./Nicedir yerleşti gözlerime/ Soğuk mu soğuk,/ Donuk mu donuk,/ Hüzünlü bir bakış./ Ürpertiyor, inan ki,/ Üşütüyor beni
Bu gri havalar./ Aralık gibiyim bu aralar.”
Şair Kardeş, yılın sonu ile ömrün sonu arasında bir ilişki kurarak bu dünyadan giden dostlarının, arkadaşlarının hüznünü yaşar: “Neden bilmem,/ Daha bir nem kapar oldum/ Esen yelden,/ Daha bir alıngan./ Birkaç dost da/ Kayıp gidince elden,/ Oturdu kaldı göğsümün tam ortasına/ Dağ gibi bir yalnızlık./ Denizlerim çalkantılı/ Kıyılarımı dövüyor dev dalgalar/ Aralık gibiyim bu aralar.” Aralık biraz da yalnızlıktır, iki arada bir derede kalmışlıktır.
Karabudak mahlaslı, eğitimci-şair Fikret Karabudak da aralık ayı ile birlikte kış mevsimine yani “Dördüncü Mevsim”’e girildiğini hatırlatarak “Dördüncü mevsime girdik bugün biz,/ Gönlümüz ilkbahar, gülsün yüzümüz;/ Yapacak, hakkıdır; kış kışlığını,/ İnsanlardan kış görmesin özümüz.” şeklinde dileklerde bulunur. Aynı isimdeki bir başka şiirinde de toplumdaki gelir farklılıklarına dikkat çekerek empati yapmamızı salıklar: “Köşkte yaşayanlar anlamaz kışı,/ Bellidir onların hayat akışı,/ Düzlükte olanlar çıkmaz yokuşu,/ Bize düşen pay da dördüncü mevsim.”
Aralık ayı biraz sonbahar biraz kış; bir yanı eski, bir yanı yeni yıl. Belki de bundan dolayı ismi “aralık”tır bu ayın, iki yılın arasından kalmış bir zaman diliminden yani. Şair Melih Cevdet Anday “Ömrün en mavi göğünü Aralık ayı boyar.” diyerek havadaki renklerin kah kurşuni kah mavi kah beyazlı mavi oluşunu güzel bir bakışla resmeder.
Aralık ayı denince çocukların aklına Yerli Malı Haftası (12-18 Aralık) gelirken büyüklerin zihnini Hz. Mevlâna’nın, vatan ve millet şairimizin Mehmet Akif Ersoy’un düşünceleri kaplar. Yılın en uzun gecesi şeb-i yelda’yı (21 Aralık) hatırlayalım. Aralık’ın son haftasında, beyaz ölümlere yollanan Sarıkamış Şehitleri’ni andıkça üşür ruhumuz … Allah rahmet eylesin, mekânları cennet olsun!..
Yerli Malı Haftası şimdilerde kutlanıyor mudur, kutlanıyorsa da ne kadar gerçekçi oluyordur, bilemem. Çünkü bu haftanın amacı, yerli tarım ürünlerini önceleyerek köylünün, çiftçinin emeğine değer katmak, onları desteklemekti. Şimdilerde hububatı dahi yurt dışından alma, ithal etme ile hangi yerli malı haftasını kutlayacağız ve hangi yüzle? Mercimek alıyoruz Kanada’dan, pirinç alıyoruz Çin’den? Üstelik paketinde “yerli ve milli” etiketiyle sunuyoruz. Evet, “yerli”, gökyüzünde değil, yeryüzünde yetişmiş!..
İçinden geçmekte olduğumuz günler sevgi ve hoşgörü insanı Mevlâna’yı anma ve anlama günleri. Bu günler, 17 Aralık’taki Şeb-i Arûs törenleri ile noktalanıyor. Mevlâna “Dünyada olabilecek her bir olay için misal âleminde sayısız ihtimal uyur. Siz ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o ihtimalleri uyandırırsınız. Güzel kelimeler söyleyin ki güzel ihtimaller uyansın. İnsanın kaderine müdahalesi buradadır.” O hâlde güzel şeyler düşünelim, güzellikler yaşansın; kötülükler yok olup gitsin.
Bu mecliste söz, yine, Mevlâna’nın: “İlâhî kaza gelince, basiret bağlanır, sûrette kalır da, işin iç yüzünü, hakikatini göremezsin, dostları düşmandan ayırt edemez olursun. Böyle olunca Allah'a yalvarmaya başla. Ağlayıp inlemeğe, tesbih çekmeğe, oruç tutmaya devam et.
Feryat ederek; Ey gaipleri bilen Allah'ım! Bizi nefsin hileleri, kötü düşünceleri, kayaları altında ezme. Allah'ım! Bütün denizlerin suyu senin emrindedir. Senin emrine ve fermanına tabidir. Su da senindir, ateş de senindir. Sen dilersen, ateş tatlı su olur, dilemezsen, su bile ateş kesilir!”
İki nokta, iki yay ayracı arasında, aralığında yolculuğa devam ettiğimiz şu dünyada, hayat aralığımızın, ölüm aralığımızın hayırlar olmasını, dolmasını diliyor ve ebedi hayatımızın çiçeklerini bu güzel aralıkta yetiştirmiş olmayı arzu ve ümit ediyoruz.