Böyle bir durumda neyi nasıl ifade edeceğini bilemiyor insan. On beş gün içinde onlarca acı yaşadık. Deprem anında yaşanan korkular mı, depremin yıkıcı etkisi mi, deprem sonrası yardımların gecikmesinden kaynaklı çaresizlik mi, canımı kurtardım sevinci mi, canlarımız enkazda kaldı ne yapmalıyım çaresizliği mi, enkazda kalanlar sağ mı, öldü mü, belirsizliği mi, kimsesizler mezarlığı mı, refakatsiz çocuklar mı ya da bundan sonra ne olacak korkusu mu? Hangisi daha acı verici buna karar vermek gerçekten çok güç. Tüm bu olayları dışardan bir gözle izleyenler ve elinden çok bir şey gelmeyen milyonlar, tamamının yaşayan yine milyonlar. Gerçekten tedavisi çok güç bir travma. Bundan sonraki süreç için toplumun her ferdine büyük görevler düşüyor. Öncelikle maddi ve manevi destek süreci çok hızlı ve etkili bir şekilde organize edilip somut ihtiyaçlar acilen giderilmeli. Ardından geleceğe dair belirsizlikler hızlıca ortadan kaldırılmalı. Özellikle biz Ruh Sağlığı Uzmanlarına da büyük görev düşüyor. Bu pencereden depremi değerlendirdiğimizde, acilen her ilde psiko-sosyal destek merkezleri kurulmalı. Deprem bölgelerinde mevcut okul psikolojik danışmanları ve kamu psikologlarından destek alınabilir. Diğer illerde ise okullar açıldığı için mevcut personel haricinde gönüllülerden kurulu psiko-sosyal destek merkezlerinin kurulup hizmete başlaması gerekmekte. Bu merkezlerin koordinasyonun da yine Rehberlik Araştırma Merkezleri tarafından yapılabilir. RAM’lar bu alanda organizasyon becerisi en yüksek olan kurumlar. Neden acele etmeliyiz? Çünkü bir çok depremzede deprem bölgelerinden çıkıp çevre illere göç ediyor. Kayseri özelinde durumu değerlendirdiğimizde en çok göç alacak illerin başında geliyor. Bu nedenle kayserinin psiko-sosyal destek merkezinin kurulması gereken ilk il olduğunu düşünüyorum. Bugünden tezi yok harekete geçilmeli. Psiko-sosyal destek merkezinin fiziki şartlarının oluşturulması, merkezlerde görev alacak uzmanların belirlenmesi, bu uzmanların eğitimleri gibi süreçleri göz önünde bulundurduğumuzda bir gün dahi beklemeden harekete geçilmeli. İlk müdahalede geç kaldığımız depremzedelerin psikolojik ihtiyaçlarını karşılamada geç kalmayalım bari. Çünkü bu süreç çok zor ve daha karmaşık olacak. Yas süreçleri, göç travması, travma sonrası stres bozuklukları tedavisi zor alanlar. Gelin isterseniz birazda yas süreçlerinden ve bizi nasıl bir süreç beklediğinden bahsedelim.
Yas süreci Elisabeth Kubler-Ross tarafından tanımlanmış bazı aşamalardan oluşur.
Bunlar : inkar, öfke, pazarlık, depresyon, kabul aşamalarıdır. Şimdi bu aşamaları biraz detaylandıralım.
İnkar aşaması : İnsanların beklenmedik bir durumla karşı karşıya kalması sonucunda adeta şokta olma halidir. Bu nedenle bu aşamaya şok aşaması da denmektedir. “Bu benim başıma gelmez”, “Gerçekten ölmüş olmaz” şeklinde tepkiler bu aşamada normal karşılanır. Bu süreç içinde olduğu durumu inkar etme üstüne kuruludur.
Öfke aşaması : inkar aşamasından sonra insanlar yaşadıkları kaybın hayal kırıklığı ile öfke aşamasına geçerler. Birlikte yapmak istedikleri, yapamadıklarından duyduğu pişmanlıkları, geçirmek istedikleri zaman dilimlerini düşünürler. Bu beklenti ve istekleri gerçekleşemeyeceği için engellenmişlik hissinin verdiği sıkıntı ile öfke duymaya başlarlar. Sorgulamalar, suçlu aramalar, “neden ben” soruları sıkça bu sürece eşlik eder.
Pazarlık aşaması : Kaybettiğimiz kişinin bize geri dönmesi, hayatta olması için yaratıcı ile pazarlık yapılır. Genellikle bu durum hastalık süreci ağırlaşmış ölüme yakın olduğunu hissettiğimiz yakınlarımıza karşı gösterdiğimiz bir tutum olur. Pazarlık kısmında yaratıcı ile “O ölmesin ben de şu kadar adak vereceğim, bundan sonra her hafta onu ziyaret edeceğim, bir daha şunu yapmayacağım vb.” şeklinde konuşmalar kurgulanır.
Depresyon aşaması : Kaybettiği kişinin geri gelmesi konusunda yapabileceği bir şeyin olmadığını anlayan kişi kaybın verdiği çaresizlik duygularını hissetmeye başlar. Kayıp gerçeğini hayatına alır. Depresyon aşamasında birey kendisini hiçbir şey yapamayacak kadar enerjisiz, isteksiz ve yorgun hissedebilir.
Kabul aşaması : Ölüm hayatın parçası ve gerçeğidir. Ne kadar pazarlık etsek de geri getirebileceğimiz bir şey değildir. Bu nedenle onu kabul edip barışmak en sağlıklısıdır. Sevilen insana minnet ve şükran duymak, yaşanılan güzel anıları yad edebilmek, yaşamın o olmadan da devam edebileceğinin farkına varmak bu aşamada gerçekleşir.
Yas sürecinin şekillenmesinde kaybettiğimiz kişinin kim olduğu çok önemlidir. Birkaç yılda bir görüştüğümüz uzak akrabamızın ölümü ile annemizin yada çok yakın dostumuzun ölümü aynı duygusal olarak bizi aynı şekilde etkilemez. Ona yüklediğimiz anlamlar, hayaller, planlar, beklentiler, hayatımıza katkıları, geleceğimizi ve günümüzdeki şartlarımızı nasıl etkilediği hepsi birer etki faktörüdür. Kaybın doğal bir sonucu olarak hayatımızda bazı değişiklikler olabilir. Okul çocuğunun annesini kaybetmesi üzerine ev işlerinin kendisine düşmesi, kardeşleriyle daha çok ilgilenmesi gerektiği gibi durumların varlığından söz edilebilir. Bu durumlar herkes için, her toplumsal rol için değişebilir. Ancak bir değişimin olduğu kesindir. Değişimlere uyum sağlamak özellikle üzgün olduğumuz bir dönemde çok daha zordur ve ciddi bir çaba gerektirmektedir. Zorunlu olarak değişime uğrayan hayatımızın kontrolünü tekrar elde ettiğimizde yas sürecinden başarılı bir şekilde çıkmamız mümkün olur.
Tabi ki bunlar teorik kısım. Uygulamada çok daha farklı sorunlarla karşılaşacağız ama ne olursa olsun Cana can katma zamanı deyip dört elle yeniden inşa sürecini başlatmalıyız.