|   | 
  • Cevahir Kadri

    Çocukluğumun Ağaçları

    Ağaçlar, her mevsim gündemimizde olsa da sonbaharda ayrı bir tonda giriyor hayatımıza. Bu mevsimde, meyveleri ve sararan yaprakları ile hem bedenimiz hem gözümüz hem gönlümüz, ruhumuz ile ayrı ayrı iletişime geçer ağaçlar.

     

    Meyveleri ile dilimize tat, vücudumuza sıhhat, odunları ile hanemize hararettir, ısıdır onlar. Sararan yaprakları, farklı bir görsel şölenin ana unsurlarından biri olarak karşımızda durur sonbaharda, sonlarımızı, son zamanlarımızı hatırlatan.

     

    Her insanın hayatına etki eden, onda silinmez izler bırakan ağaçlar var mıdır? Bilemiyorum ama belki de vardır! Ağaçları sadece fotoğraflardan, resimlerden, hazır çekim videolardan tanıyan modern çağ çocuklarının, insanların ağaçlarla ortak bir geçmişe sahip olması, onlarda ve onlarla unutulmaz anılara sahip olması düşünülebilir mi?

     

    Modern çağın tek dişi kalmış canavarına teslim olan insanı, nerede bir ağaç görse elinde balta, onu yıkıp yok etmeye, yakmaya çalışır, yerine betonarme binalar dikmeye girişir. Bütün bu işleri yaparken de yorulduğunda, orada bulunan bir ağacın gölgesinde eğleşir, dinlenir. Bu da işin dramatik yanıdır ama o insan, bunun farkında değildir.

     

    Çocukluğum bir dağ köyünde ve çobanlık yapan bir ailede geçtiği için doğayla, ağaçlarla, toprakla iç içe bir çocukluk yılları yaşadım. Bugünden geriye dönüp baktığımda, o dönem, maddi yokluk ve imkânsızlıklar içinde geçirdiğimi düşündüğüm çocukluğumuzda meğersem inanılmaz zenginliklere sahipmişiz; bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Tabii bu durum; insanın, kişinin zenginlikten, değerlerden, imkânlardan neleri anladığına bağlı olarak değişir.

     

    Bugünün çocuklarının sahip oldukları lüks ortamdan, telefondan, bilgisayardan ve internetten, doğalgazlı hayattan elbette uzaktık. Yoktu hayatımızda böyle şeyler. Gaz lambası ışığında ders çalışmak bile lükstü. Lüksümüz de hiç olmadı zaten, o tüp gazla yakılan, beyaz gömleği içinde. Ters huni biçiminde bükülen tenekenin lehimlenmesiyle yapılan ve bir fitil sayesinde gazyağı ile yanan idara lambasının ışığında çalışmıştım, araç gereç bakımından da yetersiz olduğum bir süreçte derslerime. Ben bir yandan ders çalışırken ablalarım da gaz lambası ışığında halı dokuyarak ailemizin bütçesine üç beş kuruş katkı yapmaya çalışırlardı. Hatta gaz lambasının ışığında çalışmam mümkün olmazdı, ikinci bir gider mahiyetindeki idara lambasını ayrıca yakmam gerekirdi; ablalarım ise bunu yapmamı istemezlerdi. Devir tasarruf devriydi çünkü!.. Sıktıkça sık kemerini, bakalım ne kadar dayanacak bu vücut sana!

     

    Gelelim çocukluğumun ağaçlarına. Çocukluğumda oğlak, kuzu, keçi, koyun peşinde koştuk çoğu zaman. Bazı zamanlar bir ineğimiz, bazı zamanlar iki ineğimiz oldu; onları yaylaya otlatmaya götürdüğümüz oldu. Götürüp de getiremediğimiz, oyuna dalıp kaybettiklerimiz oldu. Ertesi sabah, ana babamızla aramaya gidip yaylada onları otlar hâlde bulduklarımız da.

     

    Meşe

     

    Çocukluğumda yer edinen ağaçların başında meşe gelir. Meşe ağacının sağlam yapısı, her zaman dikkatimi çekmiştir. Kolay kolay kırılmaz, çürümez ve sıkı bir yapıda olma özelliği onun mobilya ağacı yapmıştır. İnsanların ondan türlü mobilyalar, eşyalar üreterek istifade etmeleri bundandır. Çocukluğuma bakan yönü ise pınarların çeşmelerin akarlarında oluşan sulak çayırlarda oynadığımız “kazık çakma” oyununda kullandığımız kazıkları sağlam ve dayanıklı olmaları sebebiyle, genellikle meşe dalından yapmış olmamızdır.

     

    Meşe ağacının çocukluk hayatıma etki eden bir diğer yönü ise mazıları, pelitleri ve pelitlerin yuvaları mahiyetindeki çanaklarıdır. Genelde palamut dense de biz daha çok, pelit derdik, pelit olarak söylerdik.

     

    Meşelerdeki mazılar, dolu plastik top biçimindedir. Koyu kahverengi, içi kurabiye tozu görünümünde, süngerimsi bir yapıda, bir sapla meşenin dalına bağlı olarak büyüyen, gelişen “hayvansal ve bitkisel asalakların oluşturduğu” bir ur olarak tanımlanabilir mazılar. İşte, dünya hâli bu; birine oyuncak diğerine rahatsızlık veren bir ur. Birine eğlence, diğerine acı, işkence. Mazıları top gibi oynardık, onları ince çubuklarla birbirine bağlardık. Hani şimdilerde kimya derslerinde öğrencilerin, öğretmenlerin bileşiklerin yapısını somut olarak göstermek için oluşturdukları görsel yapıya benzer bir yapı meydana getirirdik onlarla. Her mazının üstüne bir element adı yazabilseydik iyi bir kimya görseli hazırlayabilirmişiz!..

     

    Meşenin bir de pelitleri, pelitlerinin yuvası olan, onlarla dala tutunan, hacı amcaların, dervişlerin yarım küre görünümünde giydikleri başlığa benzer çanakları söz konusudur. Bilhassa dış yüzeyindeki nokta nokta tümsekler, çanağı boz renkli iplerle örülmüş takkelere benzetmemizi sağlar. Kız çocukları o çanakları evcilik oyununda kap kaçak olarak kullanırdı.

     

    Meşelerin yağlı ve normal çeşitleri olduğu gibi pelitlerin de yağlı ve normal olanı vardır. Bizim oralarda yağlı meşeler diğerine göre daha azdır. Yağlı meşelerin pelitleri kestane tadında ve kıvamındadır. Kestane gibi sobanın üzerinde kebabı yapılıp kabuklarından soyularak yenebilir. Kış günlerinin, akşamlarının doğal bir çerezi olarak muhabbet demi çay sofralarımıza farklı bir tat ve lezzet katar.

     

    Ağızlarının tadını sadece insanlar bilmiyor; keçiler ve koyunlar da iyi bilir ağızlarının tadını. Güz gelmeye görsün; ayağından doyması ile maruf/bilinen kara keçi, yorulmak bilmez koşuşturmalarıyla bir meşenin pelitlerini daha bitirmeden diğerinin altına, oradan iki üç tane yemeden diğerinin altında bitiverir. Sürekli bir koşmaca hâli üzerindedir o. Çobanlarına Allah döğümlük versin; kolaylık ve bitmez enerji versin. Koştur babam koştur. Belki bundandır çocuklara çobanlık yaptırmaları anaların, babaların. Büyüklerin o koşuşturmacaya yetişmeleri, dayanmaları ne mümkün!..

     

    Çamlar

     

    Çocukluğumun ağaçlarının ikincisi ise çamlardır. Çam ağaçları, çocukluk hayatımızda dalları ve kabukları ile yer edinmiştir. Bazen babalarımızın, dağdan eşeğe sararak, çoğu zaman da analarımızın kış aylarında dağa keçileri otlatmaya gittiklerinde, bazen de dal kesmek için gittiklerinde sırtlarına alarak keçilerin, oğlakların yemeleri için getirdikleri çam dallarının pürçükleri yenmiş hâllerini, “çalışkan” kuzine sobalarımızın ağızlarına uygun olarak “ta(h)ra”larla küçük küçük keserdik. Onlara “kesinti” derdik, hafif odunlardı onlar. O kesintilerden çelik çomak oyunu için çelik de keserdik.

     

    Çocukluk hayatımızda en çok da kabukları ile yer edinirdi çam ağaçları. Bizim oralarda sarıçam ve akçam olmak üzere iki çeşidi bulunurdu çamın. Sarıçamın kabuğu, akçama göre daha sıkı, yoğun ve daha sağlamdır. Biz çam kabuklarından taksi, jeep, kamyon vb. oyuncak; tuzluk, şekerlik, tas vb. araç gereç yapardık. Bunu sadece biz çocuklar değil, büyükler de yapardı, yalanı yok!.. Biz çocuklar taksi, jip, kamyon yapardık daha çok. Kendi çakılarımızla şekil vermeye başladığımız kabuklarla bir atölye hâlini alırdı dağlarımız. 

     

    En çok da jeep, -biz daha çok cip derdik- yapmak hoşumuza giderdi. Çocukluğumuzda jeep resmi arabaydı çoğu kez gördüğümüz. Sağlıkçılar, ormancılar, jandarma hep ciple gelirdi. Cip aynı zamanda hızın da sembolüydü, uçaktaki jete benzer bir biçimde. Dağ bayır demeden kullanılıyor olması oyuncak olarak onu yapmamızı etkilemiş olabilir. Bir de diğerlerine göre malzeme açısından, daha küçük ebatta bir kabuk gerektirdiğinden cip yapmak daha çok tercih etmemizin sebebiydi. Arabalarımızı daha çok, sarıçam kabuğundan yapardık andığım sebeplerden dolayı.

     

    Kirazlar

     

    Allı beyazlı kirazlar da yer edinenler arasındadır çocukluğumun sayfalarında. Haziran ayı geldiğinde çocukların dünyasında iki kere yer ederdi kiraz ağaçları ve kirazlar. Eskiden bir Honaz kirazı bir de nazik, sulu, açık alakırmızılı Aliveren kirazı, bir de delikiraz vardı vişne gibi küçük küçük; şimdilerde Napolyon, dalkıran vb. çeşitlendikçe çeşitlendi. Önce kiraz toplanacak uzun boylu, kocaman dallı kiraz ağaçlarından. Dal uçlarındaki kirazlara büyüklerin ulaşması çok zor olduğundan bu iş çocuklara verilirdi. Çünkü çocuklar, eğmeçler vasıtasıyla o kirazları sepetlere daha çabuk ve daha kolay doldururlardı.

     

    Haziran ayında keçi, oğlak ve sığır çobanlarının değişmez katığıdır kirazlar. Çobanlar, bir beyaz naylon poşetindeki kirazlarını suyla buluşturur, bir çeşme başında soğuk suyla yıkar, o sıcak havada, mini mini tatlı tulumbacıklarını soğuk soğuk bir lezzetle midelerine indirirlerdi.

     

    Söğütler, öter düdükler

     

    Söğüt ağacını anmazsam darılır gücenir şimdi bana. Nisan ayı, “dukkuk kuşları”nın ötmesiyle, dallarına can yürümüş söğüt ağaçlarından, çocuklar için, şenliğe vesile dilli düdük yapma vaktidir. Hemen, parmak kalınlığında bir söğüt dalı bulur, onları bir karış uzunluğunda parçalara böler, sonra dilli düdük yapardım. Şimdi bir söğüt dalı bulsam o düdüklerden yine yaparım. En son, iki üç sene önce yapmıştım.

     

    İğdeler

     

    Satırlarda yer almayı can atan bir başka ağaç iğdedir şimdi. Baharda güzel kokulu çiçekleriyle adından söz ettiren iğde, biz çocukların güzde, sonbaharda ve kışta daha çok ilgimizi çekerdi. Normal ve kaba iğde olmak üzere iki türüyle ağzımızı tatlandırırdı bu doğal kurabiyeler. Sonbaharda ailemizle birlikte iğde çırpmaya giderdik. Çarşafları yerlere yazdıktan sonra oldukça uzun sövelerle iğde yüklü dalları çırpar; açık kırmızı, kısmen sarı ile tonlanmış kırmızılı iğdeleri, allı ballı taneleri çarşafların üzerinden çuvallara doldururduk. Kışın halı dokurken -okul dışı zamanlarda erkek çocuklar da dokurdu halıyı kızlarla, abla ve kardeşleriyle birlikte-, okula gittiğimizde önlüklerimizin cebinde vazgeçilmez çerezlerimizden olarak yerdik.

     

    Ve daha…

     

    Çocukluğumun zaman dilimini süsleyen ağaçlar elbette bunlarla sınırlı değil. Daha ahlatı, çöğür armudunu, bozarmudu yani, aşılı armudu, okul armudunu, sarı ve turuncu alıçları, ardıçları, ardıçların düvenlerini, karaağaçları, karaardıçları, kokarardıçları, selvileri, kavakları, elmaları, erikleri, dağ eriklerini, payamları yani bademleri, cevizleri, vişneleri, kızılcıkları ve asmaları saymadım. Onların da anıları var anılarımız arasında. Bizde haksızlığa yer yok, başkalarının hayatında çok olsa da. “Başkaları bizim öğretmenimiz değil!”, biz Hakk’ın yolunda, hakkını tam veremesek de hak yemeden, sadece hakkımızla gıdalanıp yürümenin derdi ve çabası içerisindeyiz.

     

    Çocukluk, silinmeyen yazılarla yazılmış bir defterdir, o defteri herkes zaman zaman açıp yazılanları okuyacaktır, okumaktadır da! Ama en son da ömür defterini okuyacağız, Mahşer Günü’nde. Rabbim hak ve hakikatten ayırmasın; sağlık ve güvenle, güzel ve huzurlu günlere erdirsin!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.