|   | 
  • Kiralık Kalem (Satılık Değil Ama)

    ÇOK ÇEVRECİ BİR MİLLETİZ!

    Ben, olaylara ve durumlara gözlerimle bakmasını bilemiyorum herhâlde. Neremle bakıyorsam artık… Çünkü hep kötü şeyler görüyor, kötü şeyler düşünmek zorunda kalıyorum. Sanki bütün terslikler beni buluyor. Ya da gözlerimin önünde daima yarısı boş bir bardak duruyor. Hayatım da tabi böylece zehir oluyor. Buna “mükemmeliyetçilik” mi denir yoksa?

     

    Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen de hayatından lezzet alır.” Süper bir tesbit, süper bir söz. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin bu sözünü bilenlerin sayısı bilmeyenlerin sayısından çoktur sanırım. Ancak bu zâtın daha dünyaya geldiğinde ne gibi güzellikler gördüğünü, nasıl erdem manzaralarıyla karşılaştığını bilenlerin pek de çok olmadığını ise ben biliyorum. Birini anlatayım:

     

    Bu muhterem zâtın mübarek babası, sahibi olduğu sürüyü meraya otlatmaya götürürken ve geriye getirirken teker teker bütün hayvanların ağızlarını bağlamaktadır. Böylelikle yol boyunca onların başkalarına ait arazilerden ot yemelerini önlemiş olmaktadır. Baba böyle olursa ve o oğul gözlerini dünyaya açtığında böyle bir erdem uygulaması görürse sonuç da böyle olur. Şefaat listelerinde benim adım da yazılı olsun inşallah.

     

    Bediüzzaman Hazretleri, (esasen güzel görmeyi bildiği için) benim gördüklerimi, görüp de güzel bulmadıklarımı görmüş olsaydı yine güzel görürdü mutlaka. Ama ben güzel göremiyorum doğrusu. Yaşadığım ilçenin güney hududundaki son konut benim evim. Tepede. Benim evimden sonra zeytinlikler başlıyor. Bir çoban, her gece (Yaz sıcaklarından dolayı olsa gerek, şimdilerde geceleri getiriyor sürüyü.) koyunlarını, zeytin ağaçlarının yapraklarıyla karınlarını doyursunlar diye başkalarına ait bu zeytinliklere getiriyor. Bunu başka türlü ifade edemem, yaz sıcaklarıyla ortalık kurudu, zeminde hiç ot kalmadı çünkü. Helâl kazanç diye, çevreyi koruma diye buna denir işte! Uyarmaya kalkıştığımda ise dalga geçer tarzda ukâlâca cevaplar aldım Ayı’dan. Sahiplerinin haberi yok, zeytinliklerin canlarına okunuyor.

     

    Komşulara ve doğaya verilen zararları düşündükçe, Allah affetsin, O’nun insan diye yarattığı bazı mahlûkâta “ayı” demek çok hoşuma gidiyor. Sizler de affedin lütfen. Kim bilir, belki de bana hak verenleriniz de bulunabilir. En azından aşağıdaki fotoğrafları gördükten sonra hak vereceğinize inanıyorum dostlar. Bakınız çevre düşmanı ayılar, molozları, pis atıkları, yol boyunca nasıl da dökmüşler:

     

     

     

     

    Fotoğrafta gördüğünüz yol, Gökdere Köyü’nü İzmir Ayakkabıcılar Sitesi’ne, Pınarbaşı’ya bağlayan yoldur. Gökdere Köyü, İzmir Buca ilçesine bağlı Kaynaklar Beldesi’ne komşu, yeşil doğanın kucağında bir köydür. Fotoğraftaki yol da Cennet gibi bir vadi boyunca uzayıp gitmektedir. Ama bazı ayıların bu Cennetin içine ş’aptıklarını görüyorsunuz. Gökdere Köyü Birinci Âzâsı, yani Muhtar Vekili Mustafa Pehlivan da yapılanları dertli dertli anlattı bana. “O vicdansızların döktükleri pislikleri temizlemek bize düşüyor. Vicdanları var mı bunların?”

     

     

    Bir iki defasında fiilen müdahalede bulunmuş; “Adamı çektim kolundan, indirdim aracından aşağıya…” diyor, “Fakat çözüm değil ki!”. Ülkemizin her köşesinde böyle ayılara rastlamanın mümkün olduğundan yakınıyor. Gerçi şunu da ekliyor; “Hocam, atabileceği bir çöp kutusu bulamadığı için küçücük bir çöp parçasını saatlerce elinde gezdiren insanlarımız da var, biliyorum. Ama böylesi ayılar da var işte.” Yeni bir “Ayılarla Mücadele Yasası” mı çıkartmak gerekiyor acaba?

     

    Gerçi diğer milletlerde de ne yamyam ne harami ne tahripkâr insanlar var, hepimiz biliyoruz. Fakat ben yine de bizdeki ayılardan dolayı adı, “Mutlu Değilim Çünkü ‘Türküm’ Diyemiyorum” olan bir kitap yazmayı düşünmüşümdür hep. Hâlen de düşünüyorum aslında. Belki de Bediüzzaman Hazretleri’nin belirttiği gibi, güzel göremediğim, güzel düşünemediğim için mutlu değilimdir, kim bilir. Öyle ya, hepimiz ayı değiliz, içimizde nice güzeller güzeli insanlar var. Nice güzelliklere de şahit olup duruyoruz. Ama ben yine de içimizden hiç ayı çıkmasın istiyorum galiba.

     

    Yıllar önceydi. Veli ile ABD’deki çevre duyarlılığı üzerine konuşuyorduk. Veli, 1986 ile 1988 yılları arasında İzmir’deki bir özel liseden öğrencimdir. Konuşmamızın geçtiği sıralarda ABD Ohio’da yaşamaktaydı. Pek de büyük olmayan bir yerleşim biriminde matematik öğretmeni olarak çalışıyordu. Eşi de kendisi gibi öğretmenlik yapmaktaydı. İhtimaldir ki hâlen daha oradadırlar. Allah sağlık, âfiyet versin. Beni sever, sayar. Yıllarca irtibatımızın bulunmadığı bir dönemde, geçirdiğim bir motosiklet kazasından haberi olmuş ve hemen tâ Amerika’dan telefonla aramış, durumumu sormuş, duygularını iletmişti. Ben de kendisini severim. O ve dönem arkadaşları, gerçekten özel bir kuşak idi bizim için. Mezkûr lisede ÇOK ÖZEL EĞİTİLDİLER, ÇOK ÖZEL YETİŞTİRİLDİLER. Hem en güzel üniversiteleri kazanabilecek kadar bilimle, hem din ve edep adına yeteri kadar ilimle yuğuruldular. Prototip modellerdi onlar.

     

    Yaşadığı yerleşim birimi, bir üniversite kentiymiş. Yazın nüfus, otuz otuzbeşbinlerdeyken kışın atmışbinlere çıkıyormuş. Bulundukları coğrafyanın doğal sonucu, yeşili bol, çok güzel bir yer imiş. Yerleşim alanının hemen kıyısından bir nehir akmaktaymış. Bu nehir yüzlerce mil ötelerden geliyor olmasına rağmen, Veli, “İstersek suyunu içebiliyoruz hocam. O kadar temiz.” demişti. Benim de ağzımın suyu akmıştı. Ülkemizde yüzlerce, belki binlerce akarsu var, bunlardan hangisinin suyunu içebiliriz? Daha kaynağından bir iki kilometre ilerilerde bile akarsularımız pislik kanalına dönüşüveriyor bizim akarsularımız. İzmir Şirinyer’de Karabağlar tarafından gelip denize doğru akan bir deremiz vardı benim çocukluğumda. Balık avlanır, sularında yüzülürdü. Bugün o derenin yatağından kelimenin anlamıyla lağım suyu akmaktadır.

     

    Veli, Ohio ile ilgili çevre güzelliklerini, çevre duyarlılıklarını anlatırken söz, otoyolların temiz tutulmasına geldi.

     

    “-Hocam, bizim orada otoyolların temizliğiyle devlet değil sivil örgütler ilgileniyor. Örneğin kentte bir Rotary Clup var. Üyeleri, bazı hafta sonlarında sepetlerini, poşetlerini alıyor, eldivenlerini takıp atlıyorlar arabalarına; otoyolun belirlenen bölümünü tarıyor, atılmış çöpleri, pislikleri topluyor, oraları tertemiz yapıyorlar. Bu sosyal etkinlikten zevk alıyorlar. Ayrıca, bölgelerinin temizliğiyle prestij kazanıyorlar. Çünkü gerçekten de belirlenmiş bölgenin temizliğini bir prestij meselesi olarak görüyorlar.”

     

    “-İyi de toplanacak çer çöp bulunuyor mu bölgede? Herkeste bu duyarlılık varsa, çevreyi kirleten de olmaz. Ayrıca duyuyoruz, oralarda cezalar da çok caydırıcıymış…”

     

    “-Doğrudur hocam; cezalar caydırıcı, duyarlılık da epeyce yüksek. Ama yine de petti, mendildi, yiyecek içecek kutularıydı atanlar olabiliyor. Ne yalan söyleyeyim, ben de sağa sola bakıyorum, ortam müsaitse, örneğin boşalmış pet şişelerimi falan atıyorum arabamın penceresinden. Oluyor zaman zaman.”

     

    “-……………” Müzikte bilirsiniz, notalar kadar es’ler de değerli ve önemlidir. Susulması gereken yerlerde susulur. Burada susulur işte.

     

    Güzel mi göremiyorum, güzel mi düşünemiyorum? Bende bir yamukluk var canım! Vesselâm.

     

    R. Serdar Özmilli

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.