|   | 
  • Cevahir Kadri

    Cumhuriyetin Ruhu

    Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi” (TDK Türkçe Sözlük) demek olan Cumhuriyet ile 95 yıl önce Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde milletimizin iradesiyle tanıştık. Bir asır öncesinde milletin iradesini eline aldı, kendi yöneticilerini belirlemede önemli bir eşik aşıldı. Yeterli mi peki, elbette hayır!

     

    Bir ve beraber olarak geleceğe mutlu, huzurlu bir şekilde yürüyebilmek için bir sisteme ihtiyaç duyulur. Bu sistem devlettir. Devletin nasıl yönetileceği ve işlerin nasıl yürütüleceği meselesinde yönetim şekli devreye girer ki milletimiz bunu doksan beş yıl önce cumhuriyet olmasına karar vermiştir. Buna karar verenlerin ruhları şâd, mekanları cennet olsun.

     

    Yaklaşık bir asırdır zaman zaman acı tecrübelerle görüldü ki tek başına cumhuriyet yeterli değildir. Halkın, huzuru ve mutluluğu için, birlik ve beraberliği için en önemlisi de halkın yönetime tam olarak katılabilmesi, görüş ve düşüncelerini yansıtabilmesi için demokrasi şarttır.

     

    Cumhuriyetin ruhunun gerçek anlamda hayatiyetini bulması ve devam ettirebilmesi ancak ve ancak demokrasiyle mümkündür. Demokratik olmayan bir cumhuriyet, zaman içerisinde bazı kliklerin, oligarkların oluşmasına sebep olur. Böyle bir durumda toplum, sadece onların belirlediği kişilerin yönetime gelmesi için buna aracılık etmiş olur. Yoksa toplumun bizatihi kendisi yönetime katılmış sayılmaz.

     

    Demokrasiyle taçlandırılmamış cumhuriyet, bir şeydir ama demokrasiyle taçlandırılmış, halkın iradesinin gerçek anlamda yönetime katılmış bir cumhuriyet ise her şeydir. Bugün 95. yaşıni kutlayan cumhuriyet, doksan dört yıldır parlamenter sistemle yoluna devam etmişti. 2017 Referandumu ile ülkemiz, “yarı başkanlık” denebilecek bir Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile yeni bir döneme girmiş oldu. Henüz tam anlamıyla kurumlaşması tamamlanmamış olan bu sistemin getirdikleri ve götürdükleri neler olacak bunu zaman içerisinde göreceğiz.

     

    Ne var ki sistem bu şekliyle devam etse bile demokrasi yoksa sadece liderin sözü geçecek olursa, örneğin milletvekillerini belirlemede, herhangi bir konunun ele alınış ve değerlendirilişinde sadece liderin söylediklerine bakılırsa burada ülkemiz adına götürdükleri getirdiklerinden fazla olur. Çünkü bu şekilde devam ederse halkın anlayış ve düşüncesi yönetime asla yansımayacaktır.

     

    Milletvekillerinin belirlenmesinde, kabinenin oluşumunda, partilerin tüzüklerinin oluşturulmasında ve belirlenmesinde demokrasi hakkıyla işletilmelidir. Elbette liderin ve merkez yönetimin bir bakış ve vizyonu olacaktır. Bu bakış ve vizyon öncelikle iyi bir sistem kurmakla yakalanmalıdır. Belli bir sistemi ve ilkeleri olmayan oluşumların parlak icraatları olsa, bazı büyük işleri başarmış olsalar bile kısa bir zaman sonra çöküşe geçmeleri, tarihteki yerini almaları kaçınılmazdır. Çünkü tarih, ebedi istirahatgâhlarında meskun olan bu tür birlikteliklerle doludur.

     

    Sistem iyi kurulursa onun kurucuları bu fani âlemi terk eyleseler de eserleriyle daima yaşayacaklardır. Partiler olacaktır, olmalıdır da. Ancak partiler lider merkezli değil sistem merkezli olmalıdır ki partılerin savundukları düşüncelerin toplumda tam anlamıyla kabul görmesi sağlanmış olsun. Bütün partilerde milletvekili adayları ön seçimle belirlenmelidir. Bakanların belirlenmesinde nasıl olsa milletvekili olma şartı aranmıyor, o  zaman  milletvekilleri tamamen milletin oylarıyla belirlenmiş olsun. Böylece milletin oylarıyla seçilen milletvekilleri mecliste olacak, millet de meclisteki milletvekilleri sayesinde yürütmeyi denetleme imkânını elde ederek yönetime katılmış olacaktır.

     

    Tam demokrasi mümkün mü?

     

    Tam demokrasi kimi düşünürlere; meselâ, “Kelimenin tam anlamıyla gerçek bir demokrasi hiç bir zaman var olmadı ve var olmayacaktır.” diyen, Fransız İhtilali’nin düşünce önderlerinden Jean Jacques Rousseau’ya göre mümkün değil.

     

    Öte yandan liberal düşüncenin önde gelenlerinden Lord Acton’un demokrasi üzerine söyledikleri de akıldan ırak edilmemeli: “Gerçek demokratik ilke, hiç kimsenin halkın üzerinde bir güce sahip olmaması demektir.” “Demokrasinin kötü olan bir yönü çoğunluğun tiranlığına dönüşmesidir.” Onun ayrıca “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır.” sözünü de unutmamak lâzım. Bu açıdan “Aşkın gözü kördür.” “Kişi sevdiğinin kusurunu görmez.” sözlerini uyarıcı olarak bakmak, mutlak bir sevgiyle yapılan her şeyi alkışlamamak lazım. Halk, yapılanları akıl ve mantık süzgecinden geçirerek demokratik hakkını mutlaka kullanmalıdır. Yoksa körü körüne alkış veya kargış ile demokratik hakkını gerçek anlamda kullanmış olamaz.

     

    Cumhuriyetimizin kuırucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk de “Demokrasi esasına müstenit hükümetlerde, hakimiyet, halka, halkın ekseriyetine aittir. Demokrasi prensibi, hakimiyetin millete ait olduğunu, başka yerde olmayacağını iltizam eder. Bu suretle, demokrasi prensibi, siyasi kuvvetin, hakimiyetin menşeine ve meşruiyyetine temas etmektedir.” diyerek halkın demokrasi yoluyla devletin yönetimine hakim olacağını işaret ederek meşruiyetin başka yerlerde aranmasının yanlış olduğunu, esas meşruiyetin halkın gücünde olduğuna işaretle "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." diyerek cumhuriyetin, ruhu olan demokrasi ile varlığının devam edeceğini belirtir.

     

    Bu sebeple, halkın düşüncelerinin ve iradesinin devletin şekillenmesinde, yönetilmesinde etkin olmasını istiyorsak devletin bütün kurumlarında demokratik bir anlayışın hakim olması elzemdir. Gerçek demokrasinin ve demokratik ruhun olmadığı yerlerde Lord Acton’un da dediği gibi, çoğunluğun tiranlığına dönüşmesi söz konusu olabilir. Unutmayalım ki demokrasi aynı zamanda azınlığın haklarının korunması demektir. Bu da ancak hukuk ve adalet gibi evrensel değerlerin sisteme hakim kılınması ile mümkündür. Onun için Atatürk’e de atfedilen Hz. Ömer’in “Adalet mülkün temelidir.” sözünün devleti yaşatacak bir hüküm olduğunu bir an olsun unutmayalım.

     

    Demokratik haklarımızdan asla vazgeçmeyelim. Demokrasi kendi düşüncemizi hakim kılmayı istemektir ama aynı zamanda ötekinin hakkına ve hukukuna riayet etmek olduğunu da unutmayalım. Unutmayalım ki demokrasinin yaşam alanı olan cumhuriyetimiz ve onunla var olan demokrasimiz yara almasın. Olur da bir gün yara alırsa, bu yönde hastalıklar meydana gelirse bunun devasını Alfred E. Smith’in “Demokrasinin bütün hastalıkları daha fazla demokrasi ile tedavi edilir.” sözünde ifade edildiği gibi demokraside arayalım. Çünkü demokrasi cumhuriyetin ruhudur. Cumhuriyetin ilelebet yaşaması için ruhu olan gerçek katılımcı demokrasiden asla vazgeçmeyelim.

     

    Cumhuriyet Bayramı’mız kutlu olsun.

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.