İnsana, temelde akıl, kalp ve vicdan olmak üzere üç büyük nimet tevdi edilmiş. Bunlardan akıl mantık ile birlikte işin gerçek yönünü, kalp de işin duygu, ruh yönünü omuzlamış. Vicdan ise aslında bütün bunları birlikte taşıyan çok daha farklı bir özeleliğe sahip. Çünkü vicdan akıl, mantık, kalp üclüsünü aynı anda ve birlikte değerlendirip karar veren, sonuçlandıran melekemizdir.
İnsanın duygu dünyası daha çok kalbi ve vicdanıyla ilgilidir. Buna gönül demek de mümkündür. Gönül, insanın fizik ötesi yanını oluşturur. Şairler insanların duygu dünyasının temsilcileri olduğundan gönüllerde dalgalananların, kalbin ritimlerinin tonlarından yansıyan duyguları dile getirirler.
Az ya da çok, her insanın mutlaka bir duygu dünyası vardır. Bu duygu dünyasında meydana gelen dalgaların sesleri ya yanık bir türkü ya içli bir şarkı ya kıpır kıpır bir oyun havası olarak kendini gösterir. Bunların ötesinde ve kaynağında şiirler vardır.
Şiir esas itibariyle kelimelerle yazılır, ama kelimeleri harekete geçiren duygudur, duyuştur. Kişi durup durduğu yerde şiir yazamaz. Onun öncelikle duyması, duygulanması ve duyuş tarzına uygun biçimde de onu ifade etmesi lâzım. Şairler daha çok işte bu duyuş tarzlarına ve bunu ifade etme biçim ve durumlarına göre gruplandırılır. Divan şairi, Halk şairi, Tanzimat dönemi, Servetifünun dönemi, Beş Hececiler, Yedi Meşaleciler vb. gibi.
8 Kasım 1973 yılında bir deniz seyahati sırasında, Fethiye açıklarında vefat eden Faruk Nafiz Çamlıbel, Anadolu’yu ve ortalama bir insanı, memleket sevgisini, yurt güzelliklerini, kahramanlıkları ve yiğitliği şiirlerinde işleyen Beş Hececiler edebî topluluğunun önde gelen şairlerindendir.
Faruk Nafiz Çamlıbel, şüphesiz iyi bir şair ve eğitimci idi. Vefatı üzerine Ocak 1974 tarihli Hisar dergisinde “Türk Şiirinin Büyük Kaybı Faruk Nafiz Çamlıbel’in Ölümü” başlıklı bir yazı kaleme alan Munis Faik Ozansoy onun için “Kadın erkek bütün çağdaşlarının üzerinden zamanına ve geleceğe hakim bir kudretle bakmış ve devrinin en sayılan ve sevilen şairi olmuştur.” diyerek onun ününün gerekçesini kendi tespitleriyle ortaya koyar. Ozansoy, yazısında onun şiirinin ve şairliğinin önemini ortaya koyarken Türk edebiyatının bir başka önemli isimlerinden Süleyman Nazif’in onun şiiriyle ilgili düşüncelerini aktarır. Abdülhak Hamit’ten başka hiçkimseye iltifat etmeyen Süleyman Nazif’in, Faruk Nafiz'in ilk eseri olan Şarkın Sultanları kitabıyla ilgili olarak Türkçenin en büyük şairlerinden birini bu gençte selâmlıyorum, diyerek onu methettiğini nakleder.
Faruk Nafiz Çamlıbel’in şiirleri Han Duvarları adıyla bir araya getirilmiştir. Han Duvarları, daha önce, 1969 ve 1985 yılında Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır. Bu baskının giriş kısmına, yine Türk edebiyatının önemli isimlerinden Nihat Sami Banarlı’nın “Faruk Nafiz Çamlıbel ve Han Duvarları” başlıklı bir değerlendirmesine yer verilmiştir. Banarlı, yazısında Üstat Yahya Kemal’in, Çamlıbel’in şiiriyle ilgili olarak “Bir lübbüdür Cihanda c!ezz-i lezâizin / Her mısra-ı güzidesi Faruk Nafiz'in.” beytini yazdığını söyler ki Yahya Kemal gibi bir üstadın takdir ifade eden bu sözleri ne güzeldir, ne çok anlamlıdır.
Faruk Nafiz, öncelikle aşk insanıdır. O şiirlerinde duru bir aşkın en güzel ifade biçimlerini ortaya koyma çabasıyla hareket ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Onun birçok şiiri bestelenerek bugün klasik şarkılar listesinde yerini almıştır. Yakın dönemde kimi sanatçılarımız tarafından başka şiirleri de bestelenerek müzik dünyamıza kazandırılmıştır. Bu bağlamda Yolcu ile Arabacı, Kıskanç, Gönül, Koşma, Çoban Çeşmesi gibi şiirlerin yanısıra “Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok” ve “Saçının telleri göğsünde perîşân yaraşır” gibi dizelerle başlayan şiirleri Türk müziğinin Münir Nurettin Selçuk, Sadun Aksüt, Aleaddin Yavaşça ve Şentürk Deveci gibi üstatları tarafından bestelenerek repertuarlarımızda yer alması sağlanmıştır.
Çoban Çeşmesi şiiri bir âşıklar geçididir sanki. Orada Kerem ile Aslı, Leylâ ile Mecnun gibi Türk ve doğu edebiyatında yer verilen aşk hikayelerinden, aşklardan bahseder. Hatta şiir hüzünle sona erer, çünkü eski aşklar da tarihte kalmıştır, günümüzde âşıkların, şairlerin eskisi kadar dertlenmediğini söyler:
“Ne şâir yaş döker, ne âşık ağlar,
Târihe karıştı eski sevdalar:
Beyhude seslenir, beyhude çağlar
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi!...”
Han Duvarları, Çamlıbel’in en tanınmış şiirlerinden biridir şüphesiz. O, bu şiirini 1922 yılında Kayseri Lisesine edebiyat öğretmeni olarak atanması sonrası o dönemin ulaşım şartlarının zorluğunu yansıtan bir biçimde yazar. Çamlıbel, “yaylı” denilen at arabası vasıtasıyla Niğde Ulukışla yolu üzerinden zorlu bir yolculuk sonrası Kayseri’ye ulaşır. Yolculuğu sırasında yaşayıp gördükleri şairin rikkatli gönlünde derin izler bırakır. “Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı/ Bir dakika araba yerinde durakladı/ Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,/Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar..” dizeleriyle başlar. Geceleri hanlarda konaklar. Bu bağlamda kaldıkları Niğde’deki eski bir hanın duvarında, dörtlükler hâlinde yazılmış şiirler görür. Bunlar, daha önce bu handa konaklayan “Maraşlı Şeyhoğlu” adlı mechul biri tarafından yazılmış, derin acılar barındıran dizelerdir. Çamlıbel, bu kişi hakkında Hancı’yla konuşmasını şiirinde şöyle yer verir:
"Hancı, dedim, bildin mi Maraşh Şeyhoğlu’nu
Gözleri uzun uzun burkuîu kaldı bende,
Dedi: — Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.”
Dedikten sonra şairin gamlı, yaslı ve yorgun gönlü kederlerle iki büklüm olmuş vaziyettedir. Şiir şu dizelerle sona erer:
“Aradan yıllar geçti, işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim.
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim,
Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları...”
Çamlıbel, bağlı olduğu edebî topluluğun ilkeleri doğrultusunda eser vermiş, bu konudaki duygu ve düşüncelerini Sanat adlı şiirinde ortaya koymuştur. Şair bu şiirinde Anadolunun baştanbaşa işlenmesi gereken bir cevher olduğunu, Batıya karşı Anadolunun, millî kültürün anlatılması gerektiğini âdeta haykırmıştır:
“Başka san'at bilmeyiz, karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu'muz.
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz!”
Çamlıbel, At şiiri ile Millî Mücadele yıllarında Türk’ün yeniden şahlanışını seslendirir.
Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor,
Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor!
Beyhûdedir, her uzvuna bir halka bulsa da;
Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da…
...
Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor,
Asrın baş eğdi sandığı at şaha kalkıyor.
Faruk Nafiz Çamlıbel, edebiyat öğretmenliğinin yanı sıra yazdığı şiirleri, tiyatroları, piyesleri ve romanı ile özgün ve özgür bir şair olarak Türk edebiyatında yerini almıştır. Behçet Kemal Çağlar ile birlikte Cumhuriyetin 10.yılı için yazdıkları şiir, “10.yıl Marşı” olarak kabul edilmiştir. O günden bugüne bu marş, coşkuyla söylenir, zaman zaman siyasetin malzemesi olsa da...
Çamlıbel, 1946 yılından 1960 yılına kadar farklı dönemlerde milletvekili olarak TBMM’de görev yapar. 1960 darbesinden sonra tutuklanır ve Yassıada’da yargılanır. Bu dönemde yazdığı şiiirlerini “Zindan Duvarları” adlı kitapta toplar.
“Dünya bir han konan göçer”. Göçüp giderken yaşadıklarımız, yaşanmışlıklar, o duvarlarda yankılanıp duruyor. Yaşadıklarımızı, ahirette amel defterimiz olarak da elimizde bulacağız.
Faruk Naafiz Çamlıbel’i ve Türkçenin söz sultanlarını minnet ve hürmetle selâmlıyorum. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun.