Sadi Gülistan’ında şöyle bir söz vardır: “Hak yolunun erleri, belâ okuna nişangâh oldukları için bulundukları makamlara varmışlardır.
Veliler, edepsizlerin kahrına sabır gösteren insanlardır. O makama yükselmek istiyorsan, bırak halk seni insafsızca eleştirsin.
Ey benim hata ve kusurlarımı araştıran kimse, bana gel, benden sor. Onun tamamını gösteren listeyi sana ancak ben verebilirim!”
Nezaket, “İncelik, naziklik, terbiye, edep, kibarlık, zarâfet” demektir. Karşıtı ise,“kabalık”tır. Nazik de “nezaket, incelik sahibi kimse”ye “nazik” denir. Nazik, nezaketi nezaketsizden öğrenir derler. Sadi aynı eserinde Lokman Hekim’in edebi edepsizden öğrendiğini nakleder:
“Bir gün birileri Lokman Hekim’in yanına gelip “Ey huyu temiz, nesli temiz edepli kişi, edebi kimden öğrendin?” diye sordu. Lokman Hekim de “Edepsizlerden öğrendim. Baktım, onların hangi davranışları bana hoş görünmediyse onu yapmaktan kendimi men ettim.” der.
Sadi daha sonra okuyucuya şöyle seslenir: “Ey dinleyici! Bilesin ki insanlar şaka mahiyetinde her ne söylerse söylesin, akıllı olan, o sözlerden mutlaka bir hisse/ders çıkarır. Fakat cahil kimsenin karşısında bu sözlerden ne kadar söylenirse söylensin, bunlar ona masal gibi gelir.”
Söz söylemek önemlidir, toplum önünde söz söylemek ise daha önemlidir. Bu önem, konuşan kişinin toplumdaki statüsü ve görevi yani makamı yükseldikçe daha da artmaktadır.
Sınıftaki öğretmenden, okul müdürüne; bir kurum ve kuruluştaki müdürden genel müdüre, bakandan meclis başkanına, cumhurbaşkanına kadar her kim olursa olsun, konuşmasına aşırı derecede dikkat etmesi gerekir. Eskilerin deyişiyle “efradını câmi, ağyarını mâni” olması lazım konuşmaların. Demem o ki kim, kime, hangi konuda, ne konuşacaksa bu önceden belli olmalı ve o konuşmanın dışına asla çıkılmamalıdır.
Konuşmacı ile dinleyici arasında bir iletişim söz konusu elbette. Ama bu iletişimin sağlıklı olabilmesi konusunda iş, konuşmacıya düşüyor. Her iki taraf da birbirine saygılı davranmalı. Bu tamam, bunda bir terslik yok. Ama olgunlukta, erdemlilikte, beyefendilikte konuşmacı her zaman dinleyiciden daha öndedir ve üstündür. Üstünlükten kastım, olgun davranış gösterme sorumluluğu açısından top konuşmacıdadır.
Gönül insanı Yunus Emre şiirlerinde edep ve söz söyleme konusuna da yer verir. Bir konuşmacının konuşmasını nasıl yapmasının, sözü nasıl söylemesi gerektiğinin ipuçlarını “bir söz” redifli şiirinde ortaya koyar: “Kişi bile söz demini/Demeye sözün kemini/Bu cihan cehennemini,Sekiz uçmak ede bir söz”. Uçmak, cennet demek.
İnsan, söylediği sözle dünyasını hem yıkabilir hem yapabilir; aynı şekilde cenneti cehenneme, cehennemi cennete çevirebilir. Kırıcı bir üsluba sahip olan kimseyi kim dinlemek ister ki! Herkes yapıcı bir üslupla kendisine hitap edilmesini ister. Kişi öyle istiyorsa kendisi de öyle davranmalıdır.
Toplum önünde konuşan kişi edebi ve nezaketi elden ve dilden bırakmamalıdır. Dinleyicilerden herkesin aynı derecede pür dikkat dinlemesini, kendisine istenilen ölçüde saygılı davranmasını beklememelidir. Bu beklenti ne kadar yüksek olursa risk o oranda artar. Çünkü beklentisi istenilen seviyede gerçekleşmeyen konuşmacıda bu durum hayal kırıklığı meydana gelir. Bu da konuşmanın verimliliğini azaltır, hatta yok eder.
Geçenlerde buna benzer bir durum, toplumumuzda yaşanmış, birçok kesim tarafından konuşmacı haksız bulunmuştu. Çünkü öğretmenlere hitap edilen, öğretmenlerin itibarlarının okşandığı bir günde öğretmenler azarlanmıştı. Bu da amaçlananın yüz seksen derecede zıt bir sonuçla karşı karşıya kalındığını gösteriyor. Peki buna sebep ne? Bir kişinin önde konuşmacının rahatsız olacağı bir rahatlıkta oturması. Konuşmacının da onu öğretmen olarak düşünmesi, bunu kendisini dinlemeye gelen öğretmene yakıştıramamış olması. Peki, topluluk içerisinde öğrenci bile azarlanmazken sosyal statüsü belli olan kişilerin ve onun şahsında bütün öğretmenlerin azarlanması ne anlama geliyor? Ayrıca öğretmenlerin bu azarı hak veren alkışlarını nasıl yorumlamak lazım? Bu, bir bakıma celladına âşık olma durumu mu? Peki, ne oldu şimdi? Konuşmacı çok mu saygınlık kazandı hayır, toplantı ve konuşma amacına ulaştı mı? Hayır ve asla! O hâlde kaybeden kim? Toplum. Halbuki konuşmacı onu görmezden gelseydi ne olurdu? Hiçbir tatsızlık yaşanmazdı. Verilmek istenen mesajlar daha güzel bir şekilde, tatlı ve güler yüzle verilirdi. İşin en önemli yanı, arzulanan gerçekleştirilmiş olurdu. Bu, olmadı.
Azarlama ile o kişi davranışlarını bütünüyle değiştirir mi? Bu bilinmez, onu zaman gösterecektir. Fakat zamanın şu an için bize gösterdiği; o kişinin öğretmen olmadığı, yerel bir gazetenin muhabir olduğu, olayın sosyal medyada duyulmasından, tartışılmasından sonra konuşmacıya özür ziyaretinde bulunduğudur.
Görüldüğü üzere edep ve nezaketle hareket edilmiş olsaydıhiçbir mesele olmayacaktı. Devlet adamı ciddidir, vakurdur, makam sahibidir ve o makamın ağırlığını üzerinde taşır. Bazı kazanma odaklı olarak hareket eder. Halkının gönlünü kazanma düşüncesiyle hareket eden, konuşmasına ve tavırlarına bunu yansıtan kişi, görevli, devlet de kazanır, vatandaş da. Topluluk içerisinde azarlama iyi bir yol değildir. Bunu okulda mesleğinin hakkını veren nitelikli öğretmenler yapmaz. Hatta bu, yani toplum içinde azarlanma meselesi, birçoklarınca da onaylanmayan bir davranış biçimidir.
Japon atasözlerinden biridir: “Bir tek nazik kelime, kışın üç ayını ısıtır.”. Aynı şekilde bir Danimarka atasözünde de “Nezaket, sağırın da işiteceği, dilsizin de anlayabileceği bir dildir.” denir.
Nasıl ki edep, edepsizlerden öğrenilmiş ise, nezaket de nezaketsizlerden öğrenilir. Bunu unutmamak lazım. Peki bu, nasıl öğrenilir?
İnsan davranışlarını gözlemlediğinizde sizin ruhunuza, vicdanınıza, bakışlarınıza rahatsızlık veren şey nezaketsizliktir. Bundan kaçınmak lazımdır. Hadis-i Şerif’te ifade buyrulmuş: “Yumuşak davranmayan kimse bütün hayırlardan mahrum kalmış sayılır.”, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!” Bu elmas değerindeki tavsiyelere uymak, makul bir davranış göstermenin gereğidir.
Nezaketsiz, nazik olmayan insanların hâli ayrık otunun durumuna benzer: Sonradan gelip yerleşen ayrık otuna çiçekler, “Çok oluyorsun!” demişler. Ayrık otu da “Ben memnunum, sıkılan varsa çıksın!” demiş. Evet, bu yüzsüzlüğün, nezaketsizliğin daniskası.
İnsan, nazik olmalı ama kendini de kabalara karşı korumalıdır.
Nezaket güzeldir, büyüklerde daha güzeldir, saygı güzeldir küçüklerde daha güzeldir. Sevgi güzeldir, büyüklerde olursa daha güzeldir.
Herkes kendi konumunda ve durumunda edepli ve nezaketli olmalıdır. Edep ve nezaket dairesinde hareket etmek hem ferde hem de topluma kazandırır. Bundan kimse zararla çıkmaz. Ama öfke ve kabalık öyle değildir. Hem kişiyi hem de toplumu kaybettirir.
Varsa gözümüzde mertek önce onu alalım, ondan sonra başkasının gözündeki çöplere sıra gelsin. Ne demişlerdi “Kendi nefsini ıslah edemeyen, başkasını da ıslah edemez.” Önce kendimiz edep ve nezaket dairesinde hareket etmeliyiz ki sonra bunu başkasından bekleyelim. Olur ki nezakete, edebe davet ettiğimizde biz edepsizlik ve nezaketsizlik etmiş oluruz!