Geliniz, eğitim fakültelerini, (siyaset’in ve sermaye’nin çenelerini kapatıp) rasyonel ama vicdanî bir bilimsellikle masaya yatıralım. E beni de yabana atmayın yani; ben de en az sizin kadar memleketimi seviyor ve milletimin dertleriyle dertleniyorum. Hem de 70 yıldır. Üstelik (öğrenciliğimdeki 15 yılı saymazsak) bunun 35 yılını da eğitim ordusunun bir neferi olarak geçirdim. Eğitimle ilgili yıllarımın toplamı 50 yıl, yani yarım asır mı ediyor? Buna, lütfen üç çocuğumu okuttuğumu da ekleyiniz... yani biraz bir şeyler bilebilirim, değil mi? Bunu kabul ediyorsanız, lütfen fakirin konuyla ilgili tesbit ve tekliflerine de kulak veriniz:
Eğitim fakülteleri (enstitüleri) ele alınırken...
0- Birinci maddeden bile önceki iki madde şunlardır: A- Sakın ola ki sivri zekâlı bir işgüzar çıkıp da özel eğitim fakülteleri açabilme kararı almaya! Cinayet, hayır hayır intihar olur bu. (Zaten, sadece ticârî hesaplarla açılmış olan mevcut bütün özel yüksek öğretim kurumlarının da iz’an sahibi, insaf sahibi vatanseverler tarafından masaya yatırılıp incelenmesi gerekmektedir.) B- Sakın ola ki bir geri zekâlı çıkıp da bir zamanlar yapıldığı gibi uzaktan öğretim ile (mektupla, telefonla, telgrafla ve hattâ bilgisayarla) öğretmen yetiştirmeye kalkmaya! (Virüs geldi, salgın hastalık var; ne yapacağız peki? Salgın geçene kadar pause’a basıp bekleyecek, eğitim fakültelerindeki öğretime salgın geçtikten sonra devam edeceğiz. Oluşacak açık, aynen futbol hakemlerinin maç sonunda inkıtaları oynatması gibi sonradan telâfî edilebilir. Öğretmen yetiştiriyorsun sen amca bey, kabak ya da patlıcan değil!)
1- Selçuklu medreseleri, Osmanlı medreseleri ve Köy Enstitüleri mutlaka ve daima göz önünde bulundurulmalı, o kurumlarla ilgili yeniden bilimsel tahlil ve analizler yapılmalıdır.
2- Eğitim fakültelerinin isimleri (eğitim süresi değil)yine eskisi gibi “EĞİTİM ENSTİTÜSÜ”ne dönüştürülse, bunun çok olumlu yansımaları görülür. Bu bir eksiklik değil, özgünlüktür. Benim kişisel gözlemim ve kanaatim; eğitim süreleri üç yıl olmasına karşın eğitim enstitüleri, eğitim fakültelerine kıyasla misyonun gereğini çok çok daha iyi yerine getiriyorlardı. Özeldiler; özellikleri, ayrıcalıkları vardı. İsimlerinin fakülte olması bile o ayrıcalığın ortadan kalkmasına yetti. Ha mühendislik fakültesi, ha iktisat fakültesi, ha işletme fakültesi, ha veterinerlik fakültesi, ha eczacılık, ha diş hekimliği, ha güzel sanatlar fakültesi… ha eğitim fakültesi… Diğerlerini hor gördüğümden değil asla, ama öğretmenlik çok çok özel bir meslektir, çok özel bir misyonu vardır. Okulun adı gibi, mimarisi ve fiziksel özellikleri de yönetmeliği de müfredatı da programları da hocaları da öğrencileri de özel olmalıdır. Böyle olması, hepimiz için, geleceğimiz için önemlidir, gereklidir.
3- Eğitim fakültelerine, sadece ilk tercihlerine eğitim fakültelerini yazmış olan “ÖĞRETMEN LİSESİ” mezunları kabul edilmelidir. Öğretmen Lisesi mezunları alınırken de bir baraj konulmalı, çıta aşağılara düşürülmemelidir. Bu üçüncü maddenin uygulanması, öğretmen liselerine anlam ve misyon kazandıracaktır.
Evet, öğretmen olmak isteyenler, tercih sıralamasında bunu başa yazmak zorunda olmalıdırlar. Bunlar dışındaki öğrenciler eğitim fakültelerine kabul edilmemelidir. Bir başka meslek sahibi olamadığı için mecburen, kerhen öğretmen olanlarla eğitim işi yapılamaz. Hani bazı polisler var ya, eğitim fakültesi (ya da başka bir fakülte) mezunu ama öğretmen olarak ya da başka bir memur olarak atanamadıkları için polis olmuşlar... Polislikte olabilir belki ama öğretmenlikte bu asla olmaz. Uzman çavuş olup orduda kalmak gereği duyan yüksek öğrenim görmüş gençlerimizi de aynı şekilde düşünebilirsiniz. Yani bir kişi örneğin polis olmayı istediği hâlde bunu elde edemediği için öğretmen olmayı kabullenmişse, o kişiye öğretmenlik yaptırmak sakıncalıdır. Büyük marketlerin kasiyerlerinde, imamlarda ve tabi daha pek çok meslek erbabında aynı durumu görebilirsiniz. O kimselerin çoğu, aslında başka bir meslek mensubu olmayı isterken buna ulaşamadıkları için kasiyerlik, imamlık yapmaktadırlar. Şartlardan dolayı olabilir, özellikle de bizim ülkemizde doğaldır. Ama öğretmenlik mesleğinde, hayır. Öğretmen olacak kişi, bunu, gönlünde yatan başka bir arslana ulaşamadı diye yapmaya kalkıyorsa büyük ihtimalle başarısız olacaktır. İsteksiz yenen aş, ya karın ağrıtır ya baş. Gerçi yukarıda arz ettiğim birinci şart gerçekleştirilirse, yani eğitim fakültelerine yalnızca öğretmen lisesi mezunları kabul edilirse bu sorun biraz da otomatik olarak giderilebilir.
Benim şimdi aklıma gelmeyen bazı çok özel durumlarda, çok katı koşullarla, sınırlı sayıda istisnaî öğrenciler alınabilir. Bu zorunluluklarda ise, kota çok sınırlı tutulmalı ve kriterlerde kesinlikle tavizsiz davranılmalıdır.
4- Eğitim süreleri 4 yıl olmalı ama bunun en az 1 yılı, fiilen sahada (staj) uygulamayla geçirilmelidir. Kitabî bilgilerin, nazariyatın öğrenilmesi için 3 yıl yeter de artar bile. Kaldı ki ‘Denk yolda düzülür.’ ilkesi inkâr edilemez bir gerçektir. Sen doğru adamı seçtiysen, o kendisini mesleğe başladıktan sonra da yetiştirecek, geliştirecektir. Fakülte diplomasının yanında öğretmenlik formasyon belgesinin verilmesi, mutlaka staj uygulamalarında başarılı olma şartına bağlanmalıdır. Uygun bir düzenleme yapılabilirse, mezuniyetten sonra 1 yıl, fakültede “uygulama asistanı” unvanıyla ücretli olarak istihdam edilebilir öğrenciler. Uygulama asistanları, fakülte dördüncü sınıf öğrencilerinin uygulama çalışmalarında onlara rehberlik edebilirler. Ayrıca ihtiyaç fazlası olanlar da Öğretmen Liselerinde yine uygulama asistanı göreviyle çalıştırılabilirler. Hem genç enerjilerinden istifade edilmiş hem de daha sonra öğretmenlik aslî görevlerine başladıklarında kullanabilecekleri çok geniş bir deneyim dağarcıkları oluşturulmuş olur.
5- Eğitim fakültesi öğrencilerinin birer KİŞİLİK KARNESİ olmalıdır. Fakültenin tecrübeli uzman hocaları, dört yıl boyunca öğrencilerin hâl ve hareketlerini gözlemleyerek hazırlamalıdırlar bu karneleri. Kişilik karnesindeki baraj notu geçilememişse o öğrenciye öğretmenlik yaptırılmamalı, yani binlerce yavrumuz kendisine teslim edilmemelidir. Karnedeki notların en başta gelen belirleyicisi, KOPYA ÇEKMEK olmalıdır. Kopya çeken bir öğrencinin öğretmen olması asla doğru değildir.
6- Eğitim fakültesinden mezun olanlar, kişilik karneleri de başarılıysa, belki bir mülâkattan sonra sınav falan yapılmadan öğretmen olarak göreve başlatılmalıdırlar. Sınavla (hele ki tek bir test sınavıyla) öğretmen seçimi, çok aptalca bir uygulamadır. Ama bu arada, mezun öğrencilerin atamalarını, onların başarı düzeylerini göz önünde bulundurmadan yapmak da ayrı bir aptallıktır. Bir taraftan sünepe, hantal bazı beygirlerle en iddialı pistlerde yarışlara katılacaksınız; öte taraftan, fırtınalarla yarışmak, bulutlara doğru uçup yükselmek için yerinde duramayan saf kan küheylanları tutup çift sürmede veya araba çekmede kullanacaksınız... bu da aptallık değil de nedir?
7- Eğitim fakültelerindeki öğretim üyeleri, özel seçilmiş olmalıdır. Diğer fakültelerde bilimsel araştırmalar falan daha öncelikli tutulabilecekken, eğitim fakültelerinde öncelikle ‘doğru ve iyi öğretmen’ yetiştirme amacı söz konusudur. Hocaların da bu amaca uygun seçilmesi gerekir. Onlar da yaşayışlarıyla öğretmen adaylarına en somut ve doğru dersi verebilmeli, örnek olabilmelidirler.
Vesselâm.
NOT: Bizim Hanım’a bu yazıyı okuduğumda bana; “Uygun bir yere, ‘Öğretmen, İman gibi olmalıdır.’ yazmalısın bence.” dedi. Ben, ne olduğunu sorunca da “Sen yaz, okuyanlar bilirler mutlaka.” diye cevap verdi. Elçiye zeval olmaz.
R. Serdar Özmilli