Selamların en güzeliyle…Çok değerli gönül dostlarım.Geniş anlamda evrenin, yakın anlamda jeopolitiğin en önemli unsuru “eğitimli ve kültürlü insandır.”Eğitimli ve kültürlü insan, en yakın daireden en geniş çevreye kadar nesneleri, kişileri ve olayları en doğru biçimde algılayıp ve anlayıp değerlendirebilir.Bunun kaynağı ise sadece okullar değildir. Eğitim ve kültür: inanç boyutuyla birlikte kişinin doğum öncesinden başlar, hayatının her anında ve ölünceye kadar devam eder. Annenindahahamilelik döneminden başlayarak baba ile birlikte, yetişkin bir birey hâline gelinceye kadar çocuklarını helal lokma ile beslemesi; sevgi, saygıve dayanışma kültürünü yaşayarak öğretmesi eğitimin en temel unsurlarındandır. Bu temel unsur yerine getirilmezse okullar, öğretim aşamaları ve diplomalar çocuğun hayatına bu anlamda pek de fazla ve olumlu bir şey katmayacaktır.
Bu köşede zaman zaman başkalarının yaşantılarından, çoğu zaman da kendi seyahatlerimdeki gözlemlerimden anekdotları sizlerle paylaşıyorum. Bu haftaki yazımda, önce çok kıymetli tıp bilim insanlarımızdan olan Prof. Dr. Saffet Solak’ın “ışığı yanan evler!” hatırasını sizlere aktaracağım. Ardından da geçen hafta başladığımız Suriye gezimizde Halep’ten sonra Hama, Humus ilegezimize devam edip Şam’a kadar gideceğiz.
Prof. Dr. Saffet Solak’ın “ışığı yanan evler!” hatırası için sözü kendisine bırakalım: “Tıp fakültesini yeni bitirmiş,pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya’ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim ve bekârdım.Burası küçük bir beldeydi, ilk gece bir eve misafir olmuştum. Bu ev tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş,sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu,geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor,ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin en büyüğü olan Hacı anneye sıkılarak “Anneciğim,sizin buralarda kaçta yatılıyor?” dedim. Hacı anne: “Evladım, treni bekliyoruz, az sonra tren gelecek,onu bekliyoruz!" dedi. Merak ettim,tekrar sordum: "Trenden sizin bir yakınınız mı inecek?" Hacıanne “Hayır evladım,beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok, ancak burası uzak bir yer, trenden buraların yabancısı birileri inebilir, bu saatte yakınlarda ışığı yanan bir ev bulamazsa,sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, “IŞIĞI YANAN EV” bulsun diye bekliyoruz.”
Değerli dostlar, gönüllerin aydınlığı haneleri, hanelerin aydınlığı da yurtları ışıklandırır. Eğitim ve kültür karanlığı yok eder.Millet olarak bu değerlerimizi yaşatıp gelecek kuşaklara aktarmalıyız.
Yazımızın bu kısmında Suriye’deki seyahat hatıralarımıza devam edeceğiz.
Hama
Hama, Suriye’nin tarihi Romalılara kadar uzanan şehirlerinden birisi olup; Doğu Roma Devleti’nin güney sınırına yakın, kıyıdan uzak, çöl ve karasal alanlarına yakın bir yerde kurulmuştur. Palmira, Lazkiye, Humus, Damascus (Şam), Der’a, Busra, Karek ve Petra gibi şehirler de bu çevredeki diğer önemli merkezler idi.
Düş Gezginlerigrubumuzun Halep’tengüneye doğru hareketinden ancak iki saat geçmişti ki batıda Akdeniz sahiline paralel olarak uzanan Ansariye Dağları’nın doğu eteklerini kaplayan zeytin ve fıstık bahçelerinin arasındaki kuzey-güney istikametinde düz bir hatta uzanan Halep–Şam Karayolu üzerinde yer alan Hama’ya ulaştık. Yol boyunca köyler ve kasabalardan geçildi. Genellikle yola yakın alanlarda nüfus ve yerleşmenin yoğun olmasının nedeni ticaretin yoğun olmasıydı. Bu yol (M5) boyunca marketler, restoranlar, tamirhaneler, benzin istasyonları sıklıkla rastlanılan yerelerdi. Burasının yerleşme merkezleri arasında yer alan geniş tarım arazilerinde tahıl, zeytin ve antepfıstığıtarlalarıçok geniş yer kaplıyordu. Dünyada İran ve Türkiye’den sonra en fazla antepfıstığı üretimine sahip olan Suriye’nin önde gelen fıstık tarımı alanları Türkiye sınırına yakın olan bu kısımlardı.
Nihayet Hama’ya geldik…Şehrin girişinden merkezine doğru inen hafif eğimli yolun belli noktalarında seyyar satıcılar yöresel yiyecekleri satmak için, kollarını havaya kaldırıp durmamızı istiyorlardı.Hama’ya ilk kez gelen Düş Gezginleri ana caddeden güney yönünde ilerleyip Hama’nın dünyaca meşhur tarihi eserlerinden olan Bizans döneminden kalan kalıntılar ve “Roma Su Değirmeni”nin bulunduğu yere geldik. Bir saat kadar bu çevreyi ve Hama’yı turladık. Ardından da Humus Kenti’ne gitmek üzere tekrar yola koyuldu.
Humus
Humus, orta Suriye’de önemli bir ticaret, sanayi, tarımve turizm şehridir. Nüfusu 1 milyondan fazla olan Humus’taki nüfusun yarısını Araplar; yarısını da Türkmen, Ermeni, Kürt ve diğer halklar oluşturur. Bizi taşıyan araç Humus şehir merkezine ulaşınca Kaptan Abdullah’a “Merkezdeki Halid bin Velid Camii’ne yakın bir yerde duralım, önce camiye gidip namazımızı kılarız, ardından da HalidbinVelid’in mezarını ziyaret ederiz.” dedim.
2010 yılı ocakayının oldukça serin havasında Halid bin VelidCamii’ne doğru yöneldik.Öğle ezanı vaktiydi; namaz kılmak ve camideki Büyük İslam Komutanı Halid bin Velid’in kabrini ziyaretimiz için çok isabetli bir vakit olmuştu. Grup üyelerimizle güzel şadırvanından abdest alarak kadınlara ve erkeklere ayrılan, çok ferah ve aydınlık bir ortamda namaz kılıp caminin alt ve üst katlarındaki bölümlerine geçtik. Cami hem tarihi özelliklere sahip hem de konforlu bir cami olup etrafı da ana caddeye kadar genişçe bir mesafede güzel bir peyzaj mimarisi ile dinlenme gezme ve rekreasyon (eğlendinlen) alanı olarak yani park şeklinde düzenlenmişti. Manevi bir atmosfer içinde kılınan namazın ardından caminin içindeki Halid Bin Velid’in (r.a.) kabrini ziyaret edip dua okuduk. Sonra ben gruba “Herkes bir saatlik serbest gezi yapıp alışveriş yapabilir, güzel hediyelik Sedef kaplamalı kutular (mücevher kutusu kalemlik vb.), yöresel giysiler alabilir, burada fiyatlar Türkiye’ye göre çok daha ucuzdur.” dedim.
Grubumuzdan sekiz kişi bu seyahate (dört çift olarak) eşleriyle birlikte katılmışlardı. Onlar eşleriyle birlikte çarşıya doğru yöneldiler.BenTarihçi Selahattin Hoca’ya: “Hocam az ileride 1915 Ermeni Tehciri” sırasında babaları Anadolu’dan buraya göç ettirilen ve Türkçe bilen Hagop Amca’nın dükkânı var; uygun görürseniz ikimiz beraberce oraya gidip hem bir kahvesini içelim hem de onun dükkânındaki telefonla Şam’da konaklayacağımız oteli arayalım.” dedim.
Bir saatlik sürede çarşı pazar gezildi, hediyelikler alındı. Hagop Amca ve Selahattin Hoca’nın güzel sohbeti ve leziz kahve ikramından sonra tekrar yola çıktık. Şam’a doğru devam eden geniş yolun üzerinde bir hayli yol alındı. Herkes gezinin gidişinden çok memnundu. Zaman zaman şarkılar ve türküler söyleyerek coşkuyu artıran yolcular arasıra espriler yaparak da iyice havaya giriyorlardı. Yaklaşık iki saatlik yolun yarısından fazlası geçmişti.Herkes, Şam’ı görmeyi dört gözle, merak ve heyecanla bekliyordu.
Şam (DamascusDımaşk)
Yola çıkalı henüz bir saat kadar olmuştu.Yaptığımız plana göre akşamüstü Şam'da olacaktık. İkindi vakti, doğu yönünden Şam'a girdik. Aracımız Şam Tren istasyonu ve müzesine doğru ilerledi.Suriye’nin başkenti olan Şam, 3 milyondan fazla nüfusuyla ülkenin en büyük şehriydi.Şam meclis binası ve bakanlıkların görkemli binaların yanında geniş caddeleri, kültür sanat merkezleri, alışveriş merkezleri ile birçok tarihi mekânların yer aldığı önemli bir merkezdir.Suriye,uzun yıllar Osmanlı Devleti egemenliğinde kalmış, 1914'te sonra Fransa’nın işgaline uğramış, daha sonra 1946’da bağımsızlığını almıştır. Suriye’nin 2010 yılında 21,5 milyon olan nüfusunun hâlen devam eden iç savaş nedeniyle 2020 yılında 17 milyona gerilediği tahmin edilmektedir.Halkının çoğunluğunu Araplar, Kürtler, Türkler ve Ermeniler oluşturmaktadır.
Gezi grubunu taşıyan araç bir süre şehir merkezi çevresinde yol aldıktan sonra Avrupa Oteli'ne gelip yerleştik. Eşyalarımızı odalarımıza koyup dinlenmeye çekildik. Oteldeki bir saatlik bir dinlenmenin ardından kafiledeki herkes, merakından bir an önce Hamidiye Çarşısı’nı ve hemen bitişiğindeki Emevi Camisi’ni görmek için can atıyordu. Hep birlikte yürüyerek serin bir akşamüstünde Şam'ın ana caddelerinden Hamidiye Çarşısı ve Emevi Camisi'ne doğru hareket ettik.
Ana caddenin her iki yanında belirli aralıklarla dikilmiş muhteşem bir manzara oluşturan palmiye ağaçları, ortasında aydınlatma direklerinin bulunduğu geniş bir bölünmüş yol yeralıyordu. Sakin ve oldukça serin bir havanın olduğu bu vakitte ana cadde boyunca aheste aheste ilerleyen Düş Gezginleri grubunun üyeleri kısa süre sonra Hamidiye Çarşısı'na geldiler.
Çarşının girişinde ve çarşı içinde hediyelik oyuncak satan çocuklar birden kafileyi çeviriverdiler. Bu çocuklar âdeta koro hâlinde, durmaksızın "Tealteal! ehlenbiküm." yani "Buyurun, buyurun, hoş geldiniz!" diyerek etraflarından hiç ayrılmıyorlardı. Gruptan bazıları bu küçük satıcı çocuklardan uygun fiyata hediye olarak oyuncaklar aldılar. Doğu-batı yönünde uzunca bir yapıda inşa edilen Hamidiye Kapalı Çarşısı’nın her iki yanında yan yana dizilmiş yüzlerce dükkân bulunuyordu. Sedef kakma eşyalar, deri ve her çeşit değerli kumaştan elbise, çanta, meşhur Bektaş dondurmaları, meyan kökü suyu şerbetleri ve Antep fıstığı mamulleri bu çarşıda en fazla satılan ürünlerdi. Ben grubuma "Sevgili hocalarım yarın bu çarşıyı daha erken ve daha geniş bir sürede gezeceğiz.Şimdi Emevi Camisi'ne akşam namazımızı kılmak ve gezmek için geçiyoruz.” dedim. Herkes Çarşı gezisini ve alışverişi yarına bırakıp Emevi Camisi'ne geldi.Camiye girmeden önce dış avlunun kuzeybatı köşesinde bulunan ilk Türk Hava şehitlerimiz olan Şehit Fethi Bey ve arkadaşlarının mezarlarını ziyaret edip dualar okuduk.
Haftaya, Şam’ı dolu dolu gezip sizlerle hatıralarımızı paylaşacağım.Hoşça kalın, dostça kalın!