|   | 
  • Nurettin Bilgen

    HANGİ SAYGI

    Rahmet, bereket, yardımlaşma ve Kur’an ayı Ramazan’ın ilk haftasını geride bırakırken selamların en güzelini ve dualarımı takdim ederim!

    Emekli eğitimci ve ilahiyatçı olan arkadaşım Nail Hoca geçen hafta bana, V. Tahir Erdoğan’ın hazırladığı ve Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayınlanan “Kur’an Bana Ne Diyor” adlı bir meali okumamı tavsiye etti. Daha önce Türkiye Diyanet Vakfı’nın hazırladığı Meali üç defa baştan sona kadar hem Arapça hem de meal olarak okuyup bitirmiştim.

    Arkadaşımın tavsiye ettiği Meal’i arayıp buldum ve heyecanla ilk sayfadan okumaya başladım. Daha başta ikinci cümle şöyle idi: “Kur’an okumak; Allah’ın dünyadaki tercihe göre takdir yasasının işleyişini okumaktır.”. Anlamca çok derin olan bu cümle beni çok etkiledi. Öyle ya, tüm varlıklar ve biz insanlar, var oluş serüvenimizin başında ve sonunda bir tercihte bulunarak varlık sahnesine gelmedik, serüvenimizin sonunda da artık ölmek istiyor musun diye bir soru sorulup tercih hakkımız da verilmeyecek. Öyle ise işte tam bu noktada Kur’an’ı okumak; Allah’ın dünyadaki tercihe göre takdir yasasının işleyişini okumamız ve anlamamız gerekmektedir. Onu okurken maddi olarak belki basit bir su damlasından yaratıldığımızı göreceğiz ama varlıkların en değerlisi olduğumuzu ancak sınırlı bir süre için dünyada kalacağımızı fakat burada kaldığımız süre içinde inançlı bir mü’min olmak ve salih ameller işlemek zorunda olduğumuzu da öğreneceğiz.

    Tarihimizde sıkça anlatıla gelen bazı meşhur saygı konulu olaylar vardır. Bunlardan birisi şudur: “Osman Gazi’nin Şeyh Edebali Hazretlerini ziyaret etmek üzere yola giderken, vakit bir hayli ilerlediği için, yol üzerinde bir evde misafir kalmaya mecbur oldu. Kendisini misafir odasına buyur ettiler, yorgundu. Tam yatacağı sırada duvarda asılı duran Kur’an-ı Kerîm’e gözü ilişti, bir müddet Kur’an-ı Kerîm’i alıp okudu, sonra da bağrına basarak sabaha kadar edep üzere bekledi. Bir ara oturduğu yerde içi geçmiş, işaretlerle dolu bir rüya da görmüştü.

    Güneşin doğuşuyla “yolcu yolunda gerek!” diyerek yollara düştü. Edebali Hazretleri, yüzü mütebessim bir şekilde onu bekliyordu. Osman Gazi o gecenin sabahında gördüğü rüyayı Edebali Hazretleri’ne anlattı. Bu rüyada, Edebali’nin göğsünden çıkan ve giderek Hilâl şeklini alan Ay’ın bir ucu kendi göğsüne girmişti. Ardından kendisi ile Şeyh Edebali arasında ortaya çıkan bir fidan, çınar hâline dönüşmüş; dallarını üç kıtaya yaymış ve birçok milleti gölgesi altına almıştı. Bu topraklarda haşmetli kule ve kubbeler üzerinde Ezan-ı Muhammedî okunuyor, bülbüller Kur’an-ı Kerîm tilâvet ediyorlardı. Gökyüzünün görülebilen her yeri, gül bahçesine dönmüştü.

    Asıl olan Osman Gazi’nin Kur’an’a olan saygısı, onu anlayıp onun ayetlerine uygun yaşamasıdır. Bu konu üzerinde durulmayıp sadece Kur’an-ı Kerim olan odada yatıp istirahat etmemesi üzerinde durulursa Kur’an’a gerçek saygıyı göstermiş olmayız. Mehmet Akif’in şu müthiş şiirine kulak verelim:

    İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
    Yoksa hiç maksat aranmaz mı bu ayetler de?
    Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur’an’ın:
    Çünkü kaydın da değil, hiçbirimiz mananın.
    Ya açar Nazm-ı Celil'in bakarız yaprağına;
    Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
    İnmemiştir hele Kur'an şunu hakkıyla bilin,
    Ne mezarlıkta okunmak, nefal bakmak için!”

    Çeyiz olarak ince ince işlenen süslü torbalarda duvarlara asıp saklamak, aman kutsaldır Kur’an bulunan odada ayağımızı uzatmayalım deyip hayatı zorlaştırmak, hele meali okumak tam anlam vermez deyip mealini hiç okumamak asla Kur’an’a saygı değildir! Sonuç olarak şunu diyorum: Kur’an’ı anlamıyla mutlaka baştan sona okuyalım. Okumaya da Fatiha ve namazda okuduğumuz kısa surelerin anlamından başlayalım. İnternet çağında önceliğimiz hafızlama değil, manasını anlamak olmalıdır. Asıl saygı onun anlamını öğrenmektir.
    ***
    Şimdi seyahat notlarımızla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeyiz.

    Akdeniz’in Nazar Boncuğu Yavru Vatan Kıbrıs’tayız!

    Bir gün, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıfta okuyan büyük kızım Gül ile telefonda konuşuyordum. Ona, yabancı dil sınavı için yarın başvuru yapacağım, dedim. O da babacığım ben de o sınava başvuracağım, dedi. Kızım o zaman aynı yeri yazalım bari sınav bahanesiyle görüşürüz, dedim. Kızım, olur babacığım nereye yazalım, dedi. Kıbrıslı bir öğrencim var, babası Aydın Bey ile burada tanıştık ve epeyce de dost olduk. Sürekli arıyor ve Kıbrıs’a davet ediyor, Gazi Magosa’da oturuyorlar, dedim. Kızım benim de Kıbrıs’ta okuyan arkadaşım var iyi olur, ben de onu görürüm, bana uyar, dedi. Kızımla tatlı bir heyecanla ortak bir karar almıştık. Her ikimizde de Kıbrıs’a ilk defa gidecek olmanın bir heyecanı vardı. Hem kızım Gül ile birlikte beraber olacak hem Kıbrıs’ta bir dost aileye ziyaret edecek hem sınava girip hem de Kıbrıs’ı gezecektik.

    Kıbrıs yolculuğu için sadece bir gün kalmıştı. Denizli’de çarşıya çıkıp çam sakızı çoban armağanı lokum ve havlu vb. hediyeler alıp çantamı hazırladım. Kızım İstanbul’dan ben de İzmir’den uçağa binip Lefkoşa’da Ercan Havaalanında buluşacak şekilde konuşup plan yaptık. Ertesi sabah erkenden kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra eşimle vedalaşırken o da kardeş aileye selam gönderdi.

    Dostlarla Lefkoşa’da Buluştuk!

    Aydın Bey’in kızı Esra, üniversiteden öğrencimdi. 1. sınıfta bir rahatsızlık geçiren Esra için hem hocası hem de danışmanı olarak ilgilenip ailesi ile iş birliği yapmıştık. İşte, Aydın Bey’le tanışmamız bu şekilde olmuştu. Biz eğitimciler için bu tür ilişkiler diğer mesleklere göre fazla olan özelliklerdendi. Çünkü bizim öğrencilerimiz geleceğin öğretmenleri yani eğitimcileri olacaklardı.

    Aydın Bey ve ailesi, İzmir ve İstanbul uçağının gelmesinden epey zaman önce Ercan Havalimanı’na gelip beni ve kızımı beklemeye başlamışlardı. Akşam Ercan Havaalanı’na önce ben, ardından da kızım geldik. Aydın Bey ve çocukları heyecanla bizi bekliyorlardı; güler yüz ve sevgi ile karşıladılar ve sarılarak hoş geldiniz, dediler bize.

    Kıbrıs’ın gündüzleri kadar geceleri de çok sıcak ve nemliydi. Ama hiç kimse bu sıcaktan olumsuz etkilenmiyordu. Çünkü dostların yüreğindeki sıcaklık ve yüzlerindeki gülümseme her şeye değiyordu.

    Gazimagosa Yolunda Bir Köy: “Dörtyol
    45 °C’yi aşkın sıcaklığı ile Kıbrıs’ın en sıcak gündüz ve gecelerini yaşıyordu; temmuz ayı başında ekinler biçilmiş harmanlar çok azı dışında kaldırılmıştı. Yüzölçümü 3.355 km² olan (Kıbrıs Adası’nın %36,5’i) Kuzey Kıbrıs’ta Beşparmak dağları ile Dipkarpaz bölümündeki ormanlar dışındaki düz alanlarda narenciye (portakal, limon, greyfurt, mandalina) ve tahıllar (buğday, mısır, arpa) yetiştirilir.

    Aydın ve Fatma çiftinin Magosa yolu üzerinde Rumlardan kalan iki katlı bir bahçe evi vardı. Ev oldukça güzel bir mimariye sahipti. Odalar geniş, tavanlar yüksekti. Pencere ve kapı üstleri kubbeli bir özellikte idi. Evin bitişiğinde garajı ve deposu (kileri) da vardı. Evin etrafını saran bir dekarlık bahçede neredeyse yok yoktu; her türlü sebze ve meyve türleri bu bahçede mevcut idi.

    Fatma hanımefendi ve çocukları da çok misafirperver kimselerdi; günler öncesinden misafirlerine neler ikram edeceğini planlamışlardı. Öyle ki hazırladığı kahvaltı ve yemeklerde Kıbrıs’a özgü yiyecekler ön plana çıkıyordu. Ben ve kızım bu durumdan çok memnunduk. Yeni bir memleket ve bu yöreye özgü yemekler, giyecekler, müzikler yani tüm folklorik ögeler dikkatimizi çekiyordu. Kıbrıs’a özgü hellim peyniri, yuvarlak peynirli puf böreği ve enginar dolmasını çok sevmiştik. Bu yüzden memlekete dönünce bu tür özgün yiyecekleri eşime de anlatıp birlikte yapıyorduk. Bu sayede bizim mutfağımız âdeta bir dünya mutfağı olmuştu.
    ***
    Kıymetli gönül dostlarım haftaya Lefkoşa, Gazi Magosa ve Girne’de görüşmek üzere hoşça kalın, sağlıcakla kalın.

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.