“Medenîlere galebe ikna ile olur.” Bediüzzaman Said Nursi
*
İstişareye, meşverete arkasını dönen, eninde sonunda perişan olur. Nasihat dinlemeyen, mutlaka pişman olur.
*
Kişisel açıdan da toplumsal açıdan da kader kaleminin varlığı inkâr edilemez bir gerçektir. Kadere iman, imanın şartlarındandır.
*
Bize öğretilen şu kutsal ölçü daima hesaba katılmalıdır: “Bizim hayır zannettiklerimizin ardında şer, bizim şer zannettiklerimizin ardında hayır bulunabilir.”
*
Kul’un, kulluğun hudutları olduğu gibi, toplumların, toplulukların da hudutları vardır. Haddi, hududu aşmak, musibetlere davetiye çıkarmaktır. Her konuda “ölçü”lü olmak zorundayız. Mutlak ölçü ise semavî ölçüdür. Ancak, semavî ölçüleri de te’vil edip kendimize göre yorumlamamalıyız.
*
Kişi olarak kimliğimiz farklı, toplumun bireyi olarak kimliğimiz farklıdır. Anne’nin, baba’nın kimlikleri daha farklıdır. Aile reisi olan kişinin kimliği ise apayrı özellikler gerektirir. Doğru kimlikler, doğru sorumluluklar, doğru yetkiler bilinemediği, sergilenemediği için aileden itibaren toplum hayatımız felçtir bugün. Devlet’in de bir kimliği vardır, tüzel kimlik. Devleti temsil eden kişiler, bu kimliği bilmeli, hazmedebilmeli ve sergileyebilmelidirler. Değilse o görevi, o sorumluluğu, o yetkiyi omuzlamaya kalkışmamalıdırlar. Sıradan birer kişiyken yaptıklarını, yapabildiklerini yapamaz, yapmamalıdır bu kişiler. Bilinen bir örnek vereyim: Dolmabahçe Sarayı’ndaki nöbet yerlerinde nöbet tutan erleri bilirsiniz, taş gibidirler. Özel kişilikleri belki de çok şakacı, nüktedan olan, söyleşip gülmeyi seven bu nöbetçileri, ne yaparsanız yapın güldüremez, kıpırdatamazsınız. Onlar gülemezler, kızamazlar, onlar küfür edemezler. Onlar bazı takıntılarının dürtüsüyle hareket edemezler. Büyüklere büyüklük yakışır. Buna yakışmayanlar, en âlî rütbeleri, nişanları taşısalar bile gerçekler dünyasında mikrop kadar küçüktürler.
*
Toplum içindeki ve toplum önündeki her tutum, her davranış ve her olgu, salt kendi varlıkları itibariyle değil, kötü ya da iyi örnek olmaları ve bu şekilde etkilerinin büyüklüğü açısından da değerlendirilmelidir. Toplumun önündeki kişiler bu hususa daha çok dikkat etmelidirler.
*
“Nasılsanız, öyle idare olunursunuz.” düsturu daima göz önünde bulundurulmalıdır. İdare edenler, iyi iseler veya kendilerini böyle görüyor iseler, bu onların marifeti olmaktan çok, idare ettikleri toplumun marifetidir. Elbette bunun zıddı da kesinlikle doğrudur.
*
Kişisel açıdan da toplumsal açıdan da yanlışlar yapılması çoğu zaman söz konusudur. Yapılan yanlışların karşılığı olarak bu dünyada da bazı tokatlar (Bazıları şefkat tokadıdır.) yenilmesi, yine sıklıkla rastlanan gerçeklerdendir. O halde, yaşanan olumsuzluklardan ibretler alınmalı ve özeleştiri yapılmalıdır.
*
Empati, özeleştiri, bütün yolları aydınlatan ışık kaynaklarıdır.
*
Peygamberler hariç, herkes hata yapabilir, en azından yanılabilir. Beşer, şaşar. Esasen sırat-ı müstakim üzere olan bir kimsenin veya bir toplumun yaptığı yanlışlar, o kimsenin veya o toplumun hemen ve tamamen afaroz edilmesini gerektirmez. Bu tutum koca bir haksızlık, koca bir insafsızlık olur.
*
Hataların, kabahatlerin, gerçeklikleri kesin olarak kanıtlanmadan ilân ve muhakeme edilmeleri cinayettir. Ayrıca bunların ardında yatan nedenleri bilmeden, en azından araştırmadan verilen hükümler, adaletsizliğin, insafsızlığın, iz’ansızlığın en açık göstergeleridir.
*
Suçları örtbas etmek kadar cezaların te’cili de çok büyük bir hatadır, bir zulümdür. Gerçek caydırıcılık ve kamu vicdanında gerçek rahatlama sağlanması, ancak cezaların ve yani adaletin geciktirilmeden uygulanmasıyla mümkündür.
*
Şeytan’a karşı uyanık ve donanımlı olunması çok önemlidir. Çünkü O asla boş durmaz, bizi pisliğe sokmak için elinden gelen her şeyi yapar. Çoğu zaman da sağdan girer. Şeytan’ın tilmizi, Firavun’un şahs-ı manevîsi olan iç ve dış odakları da daima hesaba katmamız, onlara karşı uyanık olmamız gerekir.
*
Ölçüleri içinde “taraf” olmak, elbette normal karşılanacak bir durumdur; bir açıdan bakıldığında bir yüceliktir bile. Ancak ölçüsüz fanatiklik, mütecaviz holiganlık, zarardan başka bir şey getirmez.
*
Kırılmak, kızmak ile nefret etmek arasında dağlar kadar fark vardır. Bir mü’mine karşı nefret duymak, nefreti muciptir.
*
Öfkeyle kalkan zararla oturur.
*
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı.
*
Söz gümüşse sükût altındır. (Hele benim gibi bildikleri damla, bilmedikleri okyanus olan ufaklıklar için.)
*
Setretmek, affetmek, kutsal birer erdemdir. Yüce Yaratıcı’nın da bize böyle muamele etmesini arzuluyorsak, bunu yapmak zorundayız. Fedakârlık ve feragat da öyle. Efendimiz Aleyhisselatu vesselam, Mekke’yi fethettikten sonra nasıl davrandı, bunu bilmeyen yoktur değil mi? Bediüzzaman Hazretlerinin, kendisine haksızlıklar, zulümler edenleri, hattâ kendisini defalarca zehirlemeye kalkışanları, hangi dualar eşliğinde bağışladığını da bilmeyenler öğrensinler lütfen.
*
Hüsn-i zann, hem bireysel hem toplumsal huzurumuz için dört elle sarılmamız gereken erdemlerden biridir.
*
Gıybet, su-i zann, yalan ve iftira, hem hayatı Cehennem’e çevirir hem de sahibini kesinlikle Cehennem’e götürür. Tabi inananlar ve inandığıyla amel etmeyi önemseyenler için.
*
Yangına körükle gitmek, belki de en büyük aşağılık, şerefsizliktir.
*
Bir Müslüman, din kardeşiyle üç günden fazla küs duramaz.
*
İyi niyet, samimiyet ve ihlâs her işin başı olmalıdır.
*
Dilerim Rabbim, bu satırları yazarken beni iyi niyetli, samimi ve ihlâslı bir kulu olarak görmüştür. Sanki biraz haddimi aştım, ahkâm kestim... sizler de haklarınızı helâl ediniz. Vesselâm.