|   | 
  • Cevahir Kadri

    Hâller ve Hâllerimiz

    “Ne doğan güne hükmüm geçer;/ Ne hâlden anlayan bulunur;/ Âh, aklımdan ölmümüm geçer;/Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.” der Cahit Sıtkı Tarancı Gün Eksilmesin Penceremden adlı şiirinde. Şüphesiz yaşamak ve ölüm temasını şiirlerinde en çok ele alan şairlerden biridir Cahit Sıtkı. O yaşamayı çok sevmekte, ölümden o nispette korkmaktadır. Bunu o meşhur Otuz Beş Yaş şiirinde de görürüz:

    “Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!

    Her yıl biraz daha benimsediğim.

    Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

    Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?

    Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?”

     

    İnsan her canlı gibi doğar, büyür, gelişir, yaşlanır ve bu fâni âlemi terk eder. Ahir zaman insanlarının hayatının ortalaması muhtemelen İki Cihan Güneşi, Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) ömrü kadardır. Sadece günümüz insanını ele aldığımızda normal ölümler için bu belki de yetmişli yaşlara dayanmış olabilir. Bunda teknolojinin ve tıbbi gelişmelerin payı şüphesiz büyüktür. Ancak aynı gelişmeler, insanın değişik hastalıklara yakalanma ihtimalini de artırmaktadır. İnsanoğlu bugün, yüz yıl öncesinde var olmayan hastalıklarla karşı karşıyadır. Bunun başlıca sebepleri, üretimde teknolojiden faydalanırken insan sağlığının ana eksen alınmaması ve salt kâr elde etme anlayışının esas alınmasıdır. Değişik hastalıkların tedavisi için geliştirilen ilaçların yan etkilerinin odaklanılan hastalığa çare olmasını geçen bir vaziyet almasıdır.

     

    Alman Filozofu Goethe’nin meşhur bir sözü vardır: “İnsanlar önce para kazanmak için sağlıklarını,sonra da sağlıklarını kazanmak için paralarını verirler.” Evet,para kazanmak için sağlığımızı kaybediyoruz, sağlığımızı kazanmak için para harcıyoruz. Hayatımızı en güzel şekilde özetleyen bir söz bu. Ama hayatını bir gaye için harcayanlar bu bu kategorinin dışındadır. Onlar da sağlıklarını, hatta özgürlüklerini zaman zaman kaybedebilirler. Ama onların kazandığı manevi gelirler söz konusudur; hem dünya hayatlarına hem de sonsuz hayatlarına yönelik bir kazanımdır söz konusu olan. Bu konuda Üstat Necip Fazıl Kısakürek deşöyle der:

    Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,

    Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!

    Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,

    Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!

     

    Necip Fazıl’ın Kaldırımlar şiirinden aldığımız yukarıdaki dizelerde belirtildiği gibi insan yüce değerler, faziletler, gayeler uğruna yaşadığı ve ona göre hereket ettiği, o değerler çerçevesinde hayatını devam ettirdiği sürece insandır. O ölçüde “sonsuz mesafelerin üstünden aşar” insanoğlu. Yoksa bir beşer olarak diğer canlılardan farkı olmaksızın doğar, hayat sürer ve ölür. Tabii öbür âlemde nelerle karşılaşır, onu şimdiden kestirmek mümkün değil. Şüphesiz kendisini bekleyen sürprizler vardır; bu, iyi yönde midir kötü yönde olur, bilinmez. Yüce Mevlâ başkasına zarar vermeyenlere rahmetiyle, merhametiyle muamelede bulunsun; bütün dileğim budur.  Bir kul olarak ne cennetin ne de cehennemin sahibiyim; ben kendi kendime bile malik değilim ki onlara kimin gireceğine veya girmeyeceğine dair ahkam keseyim! Bir hana kimin kabul edilip kiminedilmeyeceğini ancak han sahibi karar verir. Cennetin de cehennemin de mülkiyeti Cenab-ı Hakk’a aittir. O hâlde oraya kimin gireceğini ve kimlerin giremeyeceğini ancak o bilir. Dilerse herkesi alır, dilemezse sadece bu dünyanın cetin imtihanından başarıyla geçenleri alır; o husus O’nun bileceği bir iştir. Allah’ın işine karışmak ne haddimize!

     

    Söz sultanlarımızdan, meselenin künhüne, aslına esasına vakıf olan Yunus Emre “Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri/İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni” diyerek asıl istenmesi gerekenin ne olduğunu, aslolanın Allah’rızasını kazanmak olduğunu bize hâlleri ve kavilleri ile gösterir. Kavil, söz verme anlamının yanı sıra söz anlamını da barından bir kelimedir.

     

    Hayata bakışımız, söz ve davranışlarımızı, söz-davranış ilişkimizi de belirler. Söz-davranış ilişkimiz de bizim kişiliğimizi belirler. Değerler manzumesi çerçevesinde yaşamaya gayret gösterirsek o zaman sözlerimiz davranışlarımızın, davranışlarımız da sözlerimizin aynası durumundadır. Yani dervişin fikri ile zikrinin aynı olması gibi bizim sözü ile özü bir olan çelik şahsiyetlerden olma gibi bir altın hâle kavuşmamız söz konusudur. Bu da diğer insanlara güzel örnek (hüsn-i misal), rol model olma gibi başka bir değerle bizi donanımlı hâle getirir ve o nispette de daha sorumlu davranmaya sevk eder.

     

    Hayatın bütün anlarında Allah’ı “görüyor gibi” davranabilsek hiçbir problem kalmayacaktı. Çünkü Peygamber Efendimiz’den rivayet edilen o meşhur Cibril Hadisi’nde ifade edilen “ihsan şuuru” ile yaşamak değerlerin en büyüğüdür. İnsanlar ihsan şuuru ile harelet edip o şuurla “bilenseydi” olumsuz bütün davranışlarının kökünü kazıyacaktı. Heyhat ki heyhat!

     

    Allah’ı görüyor gibi yaşamak bir yana bırakılıp kulların görmesini en önemli mesele olarak görünce her şey altüst oluyor. Ne değerler kalıyor ne ilkeler ne güzellikler. Yirminci yüzyılımızın en önemli şairlerinden Arif Nihat Asya -ki 5 Ocak, vefat yıl dönümü idi (Allah rahmet eylesin)- unutulmaya yüz tutmuş olan Mevlid yazma geleneğimizi canlandırmıştır. O meşhur Na’t isimli şiirinde devrini anlatırken şu dizeleri sıralar:

    Haset gururla savaşta;

    Gurur, Kaf Dağı'nda derebeyi..

    Onu da yaralarlar kanadından,

    Gelse bir şefkat meleği.

    İyiliğin türbesine

    Türbedar oldu iyi!

     

    Vicdanlar sakat

    Çıkmadan yarına.

    İyilikler getir, güzellikler getir

    Âdem oğullarına!

     

    Günümüz toplumundan insanların davranışları, hâlleri şüphesiz dünden daha beter. Ne güzel anlatmış Üstat, “iyiliğin türbesine türbedar oldu iyi”; iyiler, iyilikler ölmüş, onların başında da iyi, bekçilik etmektedir. İyi olanlarımızın da bugüne söyleyecek bir şeyi kalmamış, hep geçmişten nakillerle, hamasetle işi kotarmaya çalışıyoruz demek istiyor ve sonra da “Vicdanlar yarına sakat çıkmadan bir na önce gel, yetiş Ya Rasülalllah!”

     

    Evet, şairi şehrimizin öngörüsü ne yazık ki gerçek oldu; vicdanlar sakat çıktı, ne yazık ki bu böyle! Üstat Mehmet Akif’in “Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam” diye ortaya koyduğu ilkeli ve vakarlı duruşu bugünün insanı ne yazık ki gösteremedi ve bu yüzden vicdanları sakatlandı.Bu öyle bir sakat hâl oldu ki değil sadece hak, hakikat namına; bugün hak diyerek batıl nefisleri uğruna nice haklar yene yene haksızlığa tpınmalar söz konusu oldu, olmaya devam etmektedir de.

     

    Hutbelerde okunan bir dua ile yazımızı sonlandıralım:Rabbim cümlemizi hakkı hak bilip Hakk’a ittiba; batılı da batıl bilip batıldan içtinab edenlerden (sakınan) eylesin. Hâllerimizi hâllerin en güzeli ile hemhâl eylesin! Âmin!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.