Dede Korkut ve Boğaç Han
İsimler konusunda ne çok şey varmış söylenecek. Hele konu açılmışken Dede Korkut’tan söz etmemek, vefasızlık, insafsızlık olur. Hepiniz biliyorsunuz, harsımızın, edebiyat geleneğimizin başyapıtlarından Dede Korkut Hikâyeleri’nde o günün alperen ulularını temsil eden Dede Korkut, ettiği nasihatlerin ve duaların yanı sıra yaptığı isim babalığıyla da karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan en dikkat çekici olanı, Dirse Han’ın, Bayındır Han’ın boğasını öldüren oğluna Boğaç Han adını vermesidir. Bu hikâyeden iki husus anlaşılmaktadır: Birincisi, Türk örfünde çocuklara isim verme işinin ulu, bilge kişilere yaptırıldığı. İkincisi, çocukların isimlerini, ortaya koydukları davranışlarından hareketle, sanki bir bakıma alınlarının teriyle hak ederek aldıkları. Aslında bu örnekten giderek örfümüzdeki eğitim mantalitesi ve çocuğun yeri konusunda da önemli ipuçları yakalamış oluyoruz. Dirse Han’ın oğlu, uzun bir zaman isimsiz yaşıyor. Ta ki boğayı öldürüp bir üstünlük, bir başarı ortaya koyuyor, isim almayı hak etmiş oluyor. Bu uygulama biçimi belki biraz da destansı hattâ masalımsı üslup içinde karşımıza çıkıyor ve o vasatta kendini kabul ettiriyor ama ateş yanmadan duman tütmez.
Tabi İslâm böyle demiyor. Dinimize göre isim, hem de güzel isim vermek, babanın sorumluluğudur. Kendisine güzel isim konulması, çocuğun hakkıdır. İslâm geleneğinde de baba, bu hakkını bilge, ulu kişilere devredebilmektedir. Ama öyle ya da böyle, isim seçilirken elbette bazı hassasiyetler gösterilmelidir. Örneğin inanç manzumemizin büyüklerine ait isimler tercih edilirse o ismin sahibine benzeme ve o ismin hatırı için Allah’ın hoşnutluğunu kazanma ihtimali söz konusu olabilir. Muhammed, Yusuf, Davud, Musa, İlyas, İsa, Eyüp, İbrahim, Ali, Hasan, Hüseyin, Hamza, Ömer, Ebubekir, Talha, Enes, Bilal, Hatice, Fatma, Âmine, Ayşe, Zeynep, Safiye, Rukiye, Halime, Rabia, Nesibe, Esma, Nuseybe … Peygamber Efendimiz’in uygulamaları ve tavsiyeleri araştırılıp o istikamette hareket etmek, bizi yanıltmaz. Abdullah, denilebilir ki isimlerin en şereflisi, en onurlusudur. Millî tarihimizde de nice dev insanlar vardır, bunların isimlerini de taşımak gurur verici bir güzelliktir. Oğuz, Alpaslan, Murat, Fatih, Yavuz, Yıldırım, Korkut, Emre, Akşemseddin, Nasreddin…İsm-i fâil (özne) niteliğindeki kelimeleri ve bazı güzel sıfatları isim olarak kullanmamız gayet hoş olmaktadır. Âlim, Âkil, Kâşif, Sâlih, Sâlim, Selim, Kâmil, Câhid, Sabrî, Lütfî, Zekî, Müslim... Bunların müennes şekilleri sizce zaten malûmdur: Âlime, Âkile… Sabriye, Zekiye.
Bir kısım insanlarda bazı isimlerle alay etme, dalga geçme eğilimi vardır. O insanları bu tutumlarından vazgeçirmeye çalışmak, görevimizdir. Ama çocuklarımıza böyle dangalaklara fırsat verecek türden isimler koymaktan da kaçınmak iyi olur.
İsim verirken telaffuzu zor tercihlerden de kaçınmak iyi olur, demiştik. Çoğu zaman da kendi başına kolay telaffuz edilebildiği halde soyadıyla birlikte telaffuzu zorlaşan isimlere rastlıyoruz. Demek ki telaffuz açısından ismi seçerken ikinci adla ve soyadıyla birlikte düşünmek gerekir. “Dal sarkar, kartal kalkar. Kartal kalkar, dal sarkar.” gibi söylenmesi zor oluşumlar çıkabilir karşımıza. Bir öğrencim vardı, adını ve soyadını birlikte söylemekte oldukça zorlanıyordum: Kâsım Alpay Baykal.
Bazı kimselere taşıdıkları isimlerin ağır geldiğinden söz edilir. Doğru olabilir bu. Benim bu sorunu çözme adına teklifim, çocuğa iki isim vermektir. Böylelikle biri ağır gelecek olursa veya ileride kendisi birini beğenmezse diğerini kullanabilecektir. Örneğin benim adım Ramazan Serdar, ben ikinci ismimi daha çok seviyor ve iki isim verdiği için rahmetli babama dua ediyorum. Ben de üç evlâdıma ikişer isim verdim: Fatma Âyet, Ömer Cihangir, Âmine Nur. İkiz torunlarımdan birinin ismini Ercüment, diğerininkini Taha Emir koydular. Biri çift isimli, diğeri tek isimli. Bence haksızlık oldu, ikisinin de isimleri aynı sayıda olmalıydı. Bana sormadılar, sorsalardı ben ikişer isim koymalarını, birer isimlerinin “Vakur” ve “Rüçhan” olmasını teklif edecektim. Rabbim hayırlı ömürler versin.
“İsmiyle müsemma” tabirini bilirsiniz. Gerçekten de bazı insanların karakterleri, huyları, isimlerinin anlamlarıyla çok örtüşür; hep rastlarız. Ama bunda isimin karaktere etkisinden mi söz edilmelidir, ben bilmiyorum. Eğer öyleyse koyacağımız isimlerde buna da dikkat etmemiz gerekir. Esasen bu konunun da araştırılması lâzım. Bilgisi olan varsa beni de bilgilendirsin lütfen. [email protected] .
İsimler konusunda büyük sorunlardan biri de romanlarda, öykülerde, filmlerde, dizilerde karşımıza çıkan bazı tiplerin (roman, film kahramanlarının) insanları etkilemesi ve o kahramanların isimlerine karşı değişik tepkilerin oluşmasıdır. Çok beğendiği için bir roman ya da film kahramanının ismini çocuğuna verenlerin sayısı pek de az değil. Tabi tersi de olabilmektedir. İşte tam da bu noktada yazarlara, senaristlere, yapımcılara büyük sorumluluklar düşmektedir. Bugün korkarım ki hiçbir ebeveyn çocuğuna Şaban ismini vermek istemez. Bunda İnek Şaban tiplemesinin rolü inkâr edilebilir mi? Rıfat Ilgaz bunun hesabını kabirde veriyordur mutlaka. Avanak Avni’nin yazar çizeri yine insaflıymış, daha önemli, daha kutsal bir kelimeyi değil, Avni ismini tedavülden kaldırdı. Yine bir dönem, iğrenç filmlerin kahramanı Parçala Behçet’ten dolayı ben şahsen çocuğuma Behçet adını veremem. Cüneyd-i Bağdadî hayranı biriyim ama bugün oğluma Cüneyt adını da veremem diye düşünüyorum. Bu tabi benim takıntım. Abdülcambaz… bu tiplemesiyle, Turhan Selçuk muydu o karikatüristin adı, “Abd’ül…” ile başlayan nice mübarek isimle alay etti durdu yıllarca. Ve bu koca milletten lâyık olduğu tepkiyi görmedi, kaşındığı tokadı yemedi. Çok mu sabırlıyız, çok mu vurdum duymazız, çok mu pısırığız bilmem.
Bir de bazı özel şahsiyetler, taşıdıkları isimlerin farklı görülmesine neden olabilmektedirler. Örneğin, Bülent Ersoy Hanım. Bu konuda konuşmak istemiyorum.
Aslında bitmedi, hamam böceğine “karafatma” adını veren zihniyet gibi, insanlara lâkap takma ve böyle kötü lâkap takanlara karşı takınılması lâzım gelen tavır gibi, daha başka konularda da söylenmesi gereken şeyler olmalı mutlaka ama çok uzattım, biliyorum. Fakat eğitim’i masaya yatıracak bir kişinin isimler konusunu ele almaması, çalışmayı eksik bırakır, bunu da siz bilin.
Alıntı aktararak yazımı noktalıyorum.
ALINTIDIR…………. (Yazanın elleri dert görmesin.)
{Lâkab kelimesi hem övgüyü hem de yergiyi ifade etmek için kullanılır. Kur’ân-ı Kerim’de “Birbirinizi kötü lakablarla çağırmayınız.” (el-Hucurat, 49/11) denilmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.), Medine’ye hicret ettiğinde Ensar’dan bazılarının iki, üç adla çağrıldıklarını gördü. Onlar, bu adlardan bazılarıyla çağırıldıkları zaman rahatsız oluyorlar, inciniyorlardı. İşte bu ayeti kerime hem bu konuya açıklık getirdi, hem de Müslümanların sevmedikleri adlarla çağırılmalarını yasakladı.
Hz. Peygamber yeni Müslüman olanları huzuruna kabul ettiğinde onların adlarını sorar; hoşuna gitmeyen, insanlar arasında hoş karşılanmayan, bir anlam ifade etmeyen bazı isimleri değiştirir, yerine daha güzel, daha uygun adlar verirdi.
Müslümanlar arasında birliğin, beraberliğin, sevginin egemen olması için kötü adlandırmalardan uzak kalmak gerekmektedir. İman eden bir müminin başka bir mümini kötü adla anması “fâsıklık” olarak nitelenmekte bu kötü fiili işledikten sonra pişman olmayan, tevbe etmeyen insan da zalim olarak zikredilmektedir (el-Hucurât, 49/11).
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (İnsanlarla alay edene, Cennetten bir kapı açılır, “haydi gir” denir. O da, telaşla gelir, fakat kapı hemen kapanır. Sonra başka bir kapı açılır. O yine üzgün olarak kapıya gider. Kapı yine kapanır. Bu durum, defalarca tekrar eder, artık, gel denildiği halde, gidemez.) [Ebu Davud] Demek ki, bir kimsenin üzüleceği bir lakapla yüzüne karşı da, arkasından da konuşmak yanlıştır. Mesela Şişko Tekin, Bücür, Kütük gibi lakaplarla çağırmak veya arkasından konuşmak günahtır. Hadis-i şerifte “Bir kimseyi, sevmediği bir lakapla çağırana, melekler lanet eder.” buyuruldu. (İbni Sünni)
Müslümanlar hakkında övgü ve saygı ifade eden lâkablar yasaklanmamıştır. Bu tip isimler ve sıfatlar insanların birbirlerini sevmesine, saymasına sebep olur. İnsanların birbiriyle olan münasebetlerini iyi yönde etkiler.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’den rivayet edilen bir hadiste: “Müminin mümin kardeşi üzerindeki hakkından birisi de onu en çok sevdiği ismiyle çağırmasıdır.” buyurulmaktadır. Bu hadisin ifadesine göre Müslümanları sevdikleri adlarla çağırmak hem sünnettir hem de örfe uygundur. İnsanları güzel buldukları adlarıyla çağırmakta bir sakınca yoktur. Mesela, Yiğit Hüseyin, Hasan Onbaşı gibi lakaplarla insanları çağırmak günah olmaz. Hatta Hz. Ömer künyelerin yaşatılması fikrinde ısrar etmektedir.
Hadis-i şerifte, (Çocuklarınıza çeşitli lakap takılmadan, onlarla künyelenin) buyuruldu. Araplar, en büyük çocuğun ismi ile künyelenirdi. Mesela Peygamber Efendimize Ebul Kasım, Hazret-i Ali’ye de Ebul Hasen denirdi.} (Cemil ÇİFTÇİ)
ÇOCUKLARA İSİM VERİRKEN BİLMEMİZ GEREKEN BİLGİLERDEN GAFİL KALMAYA hayır. Vesselâm.
R. Serdar ÖZMİLLİ