“Dünya nüfusunun yarısı kadın, diğer yarısını da kadınlar eğitir.” diye bir söz var, yerden göğe kadar doğru ve haklı bir söz. Dünya, kadınların ellerinde ama onun yönetimi erkeklerde. Bu, geçmişten günümüze – ne yazık ki- çok da değişmeyen bir durum.
Tarih, kadın yöneticilerin, savaşçıların varlığına şahittir. Kur’an-ı Kerim’de Saba Melikesi Belkıs’tan söz edilir. Hz. Süleyman (aleyhisselam) ile yazışmalarından, devlet başkanı olarak görüşmelerinden bahsedilir. Bu durum, Mesnevî’de de el alınır.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, belirli gün ve haftalar çizelgesinde yerini almış günlerdendir. Bu güne mahsus olarak ülkemizde ve dünyada kadın hakları, kadınların durumu, sosyal hayata katılımları, seçme ve seçilme hakları vb. konularda mülki ve idari amirlerin, kadın derneklerinin görüşleri toplantı salonlarında dile getirilir. Bazen ilim erbabınca kadınların sosyal statüleri ve haklarına dair paneller, açık oturumlar, bilgi şölenleri düzenlenir. Yazarlar konuyla ilgili yazılar ortaya koyar. Ben de bu yazımda, 8 Mart’ın bu sene aynı zamanda üç ayların başlamasına ve Regaip Kandili sonrasına denk geldiği için kadınlarımızın yüreklerinden kopup arş-ı âlâya ulaşan dualarını, dileklerini kısaca da olsa ele alalım istedim.
Konu oldukça geniş, zaman ve yer dar. Bu imkânlar nispetinde kadın şair ve yazarlarımızdan mümkün olduğunca dualarını iktibas etmeye gayret edeceğim.
Edebiyatımızda tarih boyunca kadın yazar ve şairlerimiz elbette var olagelmiştir. Bunların hepsinden burada söz etmem mümkün değil, gönülde var olan, her zaman ifade edilemiyor ne yazık ki!
Her şey şimdiki gibi değil tabii, adını duyurabilen var, duyuramayan var. 19. yüzyılın imkânlarında adını duyurabilen şairlerimizden Şeref Hanım (1809-1860) vardır. İçli, duygu yüklü, gönül titreten eserleri tanırız biz onu. 1224 (1809) yılında doğan Şeref Hanım, şair Mehmet Nebîl Bey'in ve Şerîfe Nakiye Hanım’ın kızıdır. Kaynaklarda, Hz. Peygamberin (sallalahu aleyhi vesellem) soyundan geldiği bilgisinden hareketle onun “seyyide” olduğu belirtilir.
Şeref Hanım, kimsenin sesini duymadığı bir anda ulaşabilecek tek kapı vardır. O da Yaratanın kapısıdır. Şaire Şeref Hanım, o kapıda, Yüce Rabbine:
“Rahm eylemezsen sen bana
Kimden olur lutfu 'ata
Malum her hâlim sana
Tevfikini kıl reh-nüma
Ya Rabbena Ya Rabbena”
diyerek Allah’tan merhamet diler, O’nun vermemesi hâlinde başka gidecek bir kapı bulunmadığını, halinin Yaratıcı tarafından zaten bilindiğini ifade ederek yalvarır. Duasının devamında ise dua dua yalvarmaya devam edeceğini, çok günahı olsa bile Rabbinden ümidini asla kesmediğini söyleyerek şöyle yalvarır:
Ey menba‘-ı cûd u kerem
Mebzûl iken lutf u himem
Mücrim isem de ben ne gam
Billâh ümîdim kesmezem
Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ
Ne günah itdim ise ma'lûmun
Kimi incitdim ise ma'lûmun
Ne yola gitdim ise ma'lûmun
N'eyleyip n'etdim ise ma'lûmun
Sana her hâlim ayan Allah'ım
Meded Allah'ım aman Allah'ım.
Türk edebiyatının bir diğer önemli şairi Nigâr binti Osman’dır. Şiirlerini Nigar binti Osman imzasıyla yayımlar. Nigâr Hanım (1862-1918 İstanbul), 1848 Macar İhtilâli’nden sonra Türkiye’ye sığınan ve sonradan Müslüman olan Macarlardan Osman Paşa’nın ve sadrazam Keçecizâde Fuad Paşa’nın mühürdarı Nuri Bey’in kızı Emine Rif’atî Hanım’ın kızıdır. Nigâr Hanım; Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca bilen entelektüel birikimi olan nadide şairlerimizdendir. O, Feryad şiirinde çaresizlik içinde kaldığı durumlarda herkesin gönlünü Yaratana açması gibi o da içinde bulunduğu durumu Allah’a arz eder. İşte, o dizelerden birkaçı:
Feryâd ki feryâdıma imdâd edecek yok
Efsus ki gamdan beni azâd edecek yok.
Tesir-i-muhabbetle yıkılmış güzel amma
Virâne dili bir daha abâd edecek yok.
diyerek feryadını duyurmak için feryat etmekte olduğunu ama yazık ki gam ve kederden uzaklaştıracak kimsenin olmadığını sevginin etkisiyle viraneye dönen gönlü abad edecek kimsenin olmayışını duyurmak ister Yüce Allah’a. Daha sonra da içindeki vesveseli durumu, dert6lerden, gam ve kederden her daim ağlayan bu Nigar kulunu dertten derde salan çok da o dertlerden uzaklaştıran bir kulun yok diye hâlini arz eder:
Ya Râb ne için zâr-ı Nigârı şu cihanda
Naşâd edecek çoksa da bir şâd edecek yok.
Osmanlı Devleti zamanında doğup büyüyen Cumhuriyet döneminde de hayatını devam ettiren öğretmen şair ve yazarlarımızdan Halide Nusret Zorlutuna da içli şairlerimizdendir. Kadın yazarların annesi olarak bilinir; Romancı Emine Işınsu’nun annesi, Pınar Kür’ün ise teyzesidir. Onun şiirlerini okuyanlar içli hicranlı şiirlerle karşılaşırlar. Çünkü o, hayatının baharında iken Balkan Savaşlarını, 1. Dünya Savaşını ve Kurtuluş Savaşını gören talihsiz neslin bir ferdidir. O, “Ya İlâhî” isimli şiirinde gönlünü o kadar geniş tutar ki hakkın tanınmasını, kimsenin gaddar ve kimsenin de mağdur olmamasını, şu dünya misafirhanesinde kimsenin de gurura kapılıp başkasına zarar vermemesini isteyerek şöyle der:
Hak tanınsın: kimse gaddar, kimse mağdûr olmasın!
Mest olup ikbâl meyinden, sonra mahmûr olmasın.
Bir misafirhanedir, dünyâya mağrûr olmasın;
Yâ İlâhi, rahmetinden kimseler dûr olmasın!
Kalplerin, gönüllerin tertemiz kalmasını, zulmetin, karanlığın kalkması için şafağın doğmasını, aşkıyla gönlümüzü nurlandırmasını, hiç kimsenin Allah’ın rahmetinden uzak kalmamasını Rahman Allah’tan diler:
Dil nazargâhındır elbet, yüz çevirme, kalbe bak;
Aşk ile pürnûr kıl sen gönlümüz Rabbülfelâk!
Zulmet artık kalmasın, doğsun müebbet bir şafak,
Yâ İlâhi, rahmetinden kimseler dûr olmasın!
Halide Nusret Zorlutuna gibi, ondan 5-6 yaş daha büyük olan kadın yazar, şair ve eğitimcilerimizden Şükufe Nihal Başar da hem Osmanlıyı hem cumhuriyeti yaşamış edebiyatçılarımızdandır. O da sıkıntılı dönemlerde milletine öncülük etmiş, toplumu uyarma, uyandırma görevini yerine getirmiştir. Millî uyanış hareketi içinde de yer alarak Fatih mitinginde etkileyici bir konuşma yapan ve Türk Kadınlar Birliği'nin kurucuları arasında yer alan bir haksızlıklara isyan eden yazarlarımızdandır. Onun Son Dua adındaki şiirinde vatanın savunmasında şehadet mertebesine ulaşan şehitlerimiz, onların acıları, ümitsizlik, yalnızlık, çaresizlik gibi temaları işler. Günahsızlar hürmetine, bizi vatandan da etmemesi için Yüce Mevlâ’ya yalvarır:
Sessiz, kara gecelerde Allah’ım
Senden nûr isteyen hasta bir âhım!
Yıllar var ki bekliyoruz bir ümid,
Âsmân-ı kudretinden, bu şehid
…
Bir vatansız esir etme bizi sen,
Bî-günahlar hürmetine, Ya Rabbî!
Bahtımızın son yıldızı düşmeden
Lâyık eyle rahmetine, Ya Rabbî!
Sözümüzü deneme, roman ve hikâyelerinin yanı sıra akademik kimliğinin de hakkını veren, günümüz yazarlarından Nazan Bekiroğlu’nun da daha önceki yazılarımızın birinde tanıtımını yaptığımız Yerli Yersiz Cümleler adlı eserinde gecen Allah’a içten bir yakarışı ile bağlayalım. İşte o yakarıştan bir bölüm:
“Yâ Rabbi bize saf olanı ver, kendi kaybolsa bile geçmişi yok olmayanı. Bunu vermezsen bile, bize içimizdeki hallere tercüman olacak lisanı ver.”
…
“Allah’ım, çöz dilimi, aç kalbimin örtülerini. Cümleler dökülüversin. Söz kalbimden taşarak, coşarak gelsin. Öyle bir dil ver ki bana çektiklerime değsin.”
Not: Kadın okurlarımızın, -sosyal statüsü ne olursa olsun, hiçbir ayrım yapmadan, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!