Nasrettin Hoca’ya bir gün, “Hoca’m, yeni ay çıktığı zaman eskisini ne yaparlar?” diye sormuşlar. Her sözü birbirinden kıymetli ve ders verici niteliğinde olan Nasrettin Hoca, nükteli sözlerine bir yenisini daha ekleyerek cevabı yapıştırmış: “Ne yapacaklar, kırpar kırpar yıldız yaparlar!”
Eski ayları yıldız yaparak değerlendirme durumu söz konusu. Bu mümkün;peki, hayatımızın değişik dönemlerinde eskittiklerimiz, kırdığımız kalpler, kırıldıklarımız? Onları ne yapacağız? Elde birikmiş bunca kırık kalp, acılar, kederler, ıstıraplar?..
Yalnız bir ardıç değiliz ki şu dağ başında. Toplumla iç içeyiz; ailemiz var, apartmanlarda yaşıyoruz, olmasa bile sokaklarımız, çıkmaz sokaklarımız var, kapı komşularımız, mahallemiz, köyümüz var. Şehrimiz var bütünüyle etkileşimde olduğumuz!.. Her bir insan, farklı bir âleme açılan pencere. Onun kendine mahsus düşleri, düşünceleri, hayalleri var. Birbirinin dünyasını harap etmeye, düşlerini karartmaya, dünyasını yıkmaya hiç kimsenin hakkı yok! Bunlara hakkımız olmadığı gibi gönlü kırıklara, mahzunlara, masumlara, dünyası bir şekilde karartılmış olanlara, yalnızlara, hâl bildirmeyenlere sahip çıkmak da hepimizin görevi.
Rus edebiyatının önemli isimlerinden Tolstoy’un güzel bir sözü vardır; insan olma çizgisini, insan duyarlılığını çok iyi yansıtır: “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın.” Tolstoy, ne kadar da haklıdır bu sözünde. Bencil insanların, insanlığa sunacağı herhangi bir katkı yoktur.
Dünya her zamankinden daha çok acılarla yoğruluyor; bilhassa Ortadoğu coğrafyasında kan gövdeyi götürmüş, haksızlıklar, hukuksuzluklar almış başını gitmiş vaziyette. İşte Suriye, İşte Irak!.. Yer yer ülkemizde de canlar yakan hadiselerle karşı karşıya kalınması söz konusu.
Arap dünyasının sadece kendine insan şeyhleri, emirleri, sultanları, kralları halkının duygu ve düşüncelerine, bireysel hak ve hukuklarına riayet etmemekte alabildiğine ısrarcı davranmaktalar. Düşünce özgürlüğü, inanç ve kanaat özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü, bireysel mülkiyet hakları, evrensel insan hakları konusunda ne yazık ki yaya vaziyetindeler.
Sadece Ortadoğu mu böyle? Uzakdoğu’dan hiç de hayırlı haberler gelmiyor. Çin, Uygur Türklerine asimile politikasında her geçen gün daha da ileriye giderek soykırım uygulamaktadır. “Eğitim kampı adını verdiği kamplarda türlü işkenceler etmekte, onları git gide mankurtlaştırmaktadır. Arakan’da evleri yakılan, hakları gasp edilen Müslümanlar, yüreklerimizi burkuyor mu? Filistin’de Yahudi zulmüne maruz kalan kardeşlerimize tepkimiz ne ise Uygurlara sahip çıkmada aynı hassasiyeti göstermemiz gerekmiyor mu?
İslam adına ortaya çıkanların İslam’ı yanlış anlama ve yorumlamaları, o güzel dinimizin parlak çehresi onların bu kötü uygulamaları sebebiyle karartılmış vaziyettedir.
İslam’ın yanlış yorumlanması, gençlerin dine bakışlarında -haklı olarak- problemler ortaya koymaktadır. Hak, hukuk, adalet, insan hakları, vb. konularda İslam’ın çok bağnaz bir din olduğu algısı gençleri dinden soğutmaktadır. Dinden soğuyan gençler, ruhunu başka başka gıdalarla beslemenin yoluna gitmektedir.
Müslümanın en önemli vazifelerinden biri olan “emr-i bi’l-ma’ruf nehyi ani’l-münker” yani “iyiliği emredip kötülükten sakındırma” vazifesi, siyasi mülahazalar sebebiyle terkedilmiş vaziyettedir. Aslında buna terkedilmiş denek tam doğru olmaz,buna olsa olsa yanlış yola sevk etmek denir.
Siyasi mülahazalarla toplumun bir yarısını ölüme mahkûm etmenin, yokluğa mahkûm etmenin hiçbir dinde yeri yoktur. Evvel emirde herkesin masumiyeti esastır.
İnsanları temel hak ve hürriyetlerinden mahrum ettiğiniz takdirde sosyal patlamalar, intiharlar peş peşe gelir. Ülkeyi ve toplumu idare edenler öncelikle idare ettikleri toplumun huzur ve sükunu için ne yapılması gerekiyorsa yapmakla yükümlüdürler. Üstat Mehmet Akif Ersoy, Hz. Ömer’in (radıyallahu anh) sözünü manzum hâlinde şöyle söyler:
“Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!”
İdarecilerimizin sorumluluğu var da halk olarak, toplumun bir ferdi olarak bizim hiç mi sorumluluğumuz yok? Yanımızda, yöremizde, apartmanımızda, çevremizde maddi manevi sıkıntılar içerisinde olan komşumuz var mı? Sorduk, soruşturduk mu? Devletin yapması gereken başkadır, bizim fert olarak yapmamız gereken başkadır. Kişiler kendisini devletin yerine koyamaz, koyarsa toplum alt üst olur, haksızlık hukuksuzluk zirve yapar.
Çevremizdeki insanlara kötü, olumsuz bir gözle bakmayalım. Bakışlarımızı siyasetin gözlüğü bulandırmasın, olaylara dinimizin aydın bakışıyla bakalım. Bir konuda kimin suçlu, kimin masum olduğunu adalet dağıtan, hukuk işlerinin yürütüldüğü mahkemeler yapar. Kişilerin burada kendini mahkeme reisi olarak görüp karar vermeleri yersizdir.
Hiç kimseye hor bakma, kötülük edip kalbini yıkma. Bugün ah aldıklarının ahı yarın seni yakar, masum çocukların sanauzaktan bakar. Kimseyi içyüzünü gerçekten bilmediğimiz herhangi bir konuda suçlamayalım, dışlamayalım. Bir ve bütünlük içerisinde olalım. Aileler dağılmasın, komşular birbiriyle hoş geçinsin. Unutmayalım bizim bir olumsuz bakışımız neticesinde morali bozulan, yaşama sevincini kaybeden, zorluklarla başa çıkma azmini aklını kaybederek cinnet getirip intihar eden kişinin vebali bizim boynumuzadır. Çünkü sebep olan yapan gibidir derler. O kişinin bu sıkıntıya düşmesine bizim bir sözümüz sebep olmuşsa?.. Eyvahlar olsun, eyvahlar olsun!
Güneş balçıkla sıvanmaz. Hakikat er geç gün yüzüne çıkar. Karanlık bir zamanda birbirimizi karalama yoluna gitmeyelim. Ola ki bir gün o davranışımız yüzümüzü karartır.
Kalbi kırık, yüreği hüzün dolu, mazlumları gözetelim. Gözetelim ki sağlıklı bir toplum olalım. Geleceğimizi de ipotek altına almayalım. Ahirete ağzına kadar alacaklılarımızla dolu olan listeyle gitmeyelim. Hak ve hakikatten ayrılmayalım.