Erdem Bayazıt, Şehrin Ölümü adlı şiirine bu dizelerle başlar. Şair, yedi bölüm hâlinde yazdığı bu şiirinde şehirde yaşayan insanların nasıl da yoz bir hayat yaşadığını, değerlerinden nasıl da uzaklaştığını şiir sanatının imkânları çerçevesinde şairane bir üslupla anlatır.
Küresel bir Koronavirüs salgınıyla karşı karşıya olduğumuz şu günlerde “Evde Kal”, “Hayat Eve Sığar” mottosuyla telkinlerin yapıldığı, hatta altmış beş yaş üstünde olanlara sokağa çıkma yasağı ilân edildiği, gençlerin de caddelerde, sokaklarda “yaşlı avına” çıktıkları ilginç bir dönemden geçiyoruz.
Bu süreçte şiirimiz ve ev üzerine bakışlarımı yoğunlaştırınca nice güzellerle, güzelliklerle karşılaştım. Bu güzellikleri de karınca kararınca, düşüncelerimizle birlikte paylaşacağım.
Sosyolog ve filozof Edgar Morin, “Evlerimize kapanmışlık, yaşam tarzımızdaki zehirlerden arınmamıza vesile olabilir.” diyor. Morin haklı; insan sürekli hareket hâlinde olduğu zaman birçok şeyi düşünmekten uzak kalıyor, hatta düşünemiyor bile. Bu vesileyle insanın, bakışlarını, gözlemlerini içe, kendine döndürmesi, böylece tefekkür ve tezekkür etmesine vesile olabilir.
Bakışın eve dönmesi, aile fertlerinin evde kalması ile hayatın hay huyu içerisinde birbirinden uzak kalan, aile fertleri birlikte daha çok zaman geçireceklerinden anneler, babalar çocuklarını; çocuklar da anne babalarını daha iyi tanımış olacaklardır. Bu bir nimettir ve böyle görmek gerek!
Evde kalmak, çok eski bir tedbir usulü olan karantina uygulamasıdır. Esas olan salgının bütün insanlara yayılmasını önlemektir. İnsanla insanın fiziki iletişimini kesmeyi amaçlar. Bundan dolayı sürekli olarak “sosyal mesafe”ye -aslında buna fiziki mesafe demek lâzım- dikkat etmemiz gerektiği vurgulanır.
Şiirin ev hâlleri
Madem evde kaldık, evlerimize çekildik; o hâlde şiirlerimizin ev hâli nedir, nasıldır, nicedir bir görelim. Okurlarımız bilir; önceki yazımızda salgın hastalıklar ve şiirimiz konusunu ele almıştık. Şimdi de şiirimiz ve ev bahsini aralayalım isterseniz.
En basit tanımıyla “ev”, “bir âilenin oturması için yapılmış yapı, içinde yaşanılan, ikāmet edilen yer, konut, mesken, hâne, ikametgâh” demektir. Kelime sadece bu anlamdan ibaret değil elbette.
Ev kelimesini telaffuz edince aklımıza Alman filozofu Martin Heidegger’in meşhur “Dil, varlığın evidir.” sözü gelir. Heidegger bu sözüyle dil ve varlık arasındaki ilişkinin önemine dikkat çeker.
Şiir kitaplarını devirdiğinizde şiirlerini beğenerek okuduğunuz pek çok isim olacaktır. Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin pek çok önemli ismi şiirlerinde ev, oda, otel, han, sofra, pencere, kapı, balkon, duvar gibi doğrudan doğruya ve dolaylı olarak evi işlemişlerdir.
Peki, evlerle ilgili hangi şairlerimiz şiir yazmıştır? Şiirleri incelediğimizde Behçet Necatigil, Necati Cumalı, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dıranas, Özdemir Asaf, Gülten Akın, Ziya Osman Saba, Yusuf Ziya Ortaç, İlhan Berk, Turgut Uyar, Birhan Keskin, Nilay Özer, Sezai Karakoç, vb. isimlerin, şiirlerinde evi ya bir bütün olarak ele almış ya da bir bölümü şiirlerinde ana tema olarak işlemiş şairlerimizden oldukları anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra bazı şiirlerde evin bir bölümü ya da ev olmadığı hâlde ev gibi kullanılan han, otel gibi mekânlar veya evde bir etkinlik, sofra; ev imge/mecaz olarak anlatılmış, birkaç dizesinde evden bahsedilmiştir.
Evler
“Vatan şairi” denince “Namık Kemal”, “iman ve bağımsızlık şairi” denince Mehmet Akif, “hikemî şiir” denince de Şeyh Galip’in akla geliyorsa “evler şairi” denince kim akla gelir acaba? Bu soru, şiirle iştigal edenlere sorulsa onların vereceği ortak cevap “Behçet Necatigil” olurdu herhâlde! Çünkü, Necatigil’in Evler diye başlı başına yayınlanmış bir şiir kitabı vardır ve bu kitabında eve, evlere ve evin hâllerine dair şiirlerini yayınlamıştır. Ama onun bu kitabındaki şiirlerinde başka da evlere dair şiirleri vardır.
Necatigil, Evler şiirini aşağıda izahı yapılan şiir kitabına dahil etmemiştir. Demek ki yazılıp yayımlanması o kitabından sonra. Evler şiirinde Necatigil, insanın farklı biçimlerde ve hacimlerde evler yaptığını, iç düzeninin devirlere, zamana göre değişse de dışı itibariyle “kapı, duvar, pencere” aksamından ibaret kaldığını söyler.
Necatigil’in, bu şiirinde esasen, toplumu oluşturan insanların tip ve karakterlerini evler üzerinden vermeye çalıştığını görürüz. Şu dizeler bizi haklı çıkarır mahiyettedir: “Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde/ Kalbi kara insanlar oturdu./ Gündelik korkuların çökerttiği evlerde/ O fıkara insanlar oturdu.”
Şu karantina günlerinde, hiç kimsenin evinden çıkmaması için söylenen “Hayat Eve Sığar” mottosunda ifade edildiği gibi Necatigil, bu şiirinde ayrıca acı, tatlı, hüzünlü ve mutlu yönleriyle geçip giden hayatın ev hâlini anlatır bize. Evlerin de insanlar gibi yıprandığına, eskiyip gittiğine, tamir edilemeyeninin bulunduğuna işaret eder.
İnsanların sosyal hayatına göre zengin, yoksul, yetim, öksüz durumları olduğunu ve evlerde bu hâllerin nasıl yaşandığını, hayatın akışından damlaların âdeta gözyaşı şeklinde akıp gittiğinin tablosunu çizer. Ayrıca bir toplum için yara olan evsizleri, “köprü altı çocukları”nı dizelerinde misafir eden şair, şu dizeleriyle kalplerde o derin acının hissedilmesini sağlar: “Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı,/ Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar/ Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı/ Ama size hiçbir hisse ayrılmadı/ Duvar dipleri, yangın yerleri halkı,/ Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar.”
Evin hâlleri
Behçet Necatigil, Evler adıyla yayınlanan şiir kitabına evlerle ilgili olarak aldığı Evin Hâlleri, Evlerle Savaş, Perili Ev, Bir Ev Bir Çocuk, Varsa Ev, Ayrı Evlere Çıkmak, Sokaktan Gelmek şiirleri doğrudan evlerle alakalıdır; diğerleri de içinde bazı bölümleri ev olan şiirlerdir. Dahası, evi bir isim olarak düşünürseniz bu evin “yalın hâli”, “-i hâli vardır ki “sabah”tır; “-e hâli vardır, “gün boyu”dur; “-de hâli vardır, “saadet”tir; “-den hâli vardır ki o, evden “uzaksınız” demektir ki evden ayrı olduğumuzun remzidir. Kitaptaki şiirler bu başlıklar altında verilmiş. “Evin Hâlleri” hem bir şiirin adıdır hem de kitapta yer alan şiirleri gruplama ölçüsüdür.
İster cüce otursun isterse dev ama içinde hiçbir insanın yaşamadığının belirtisi camlarında perdesi olmayan yalın hâldeki bir evdir. Bu da evin, evet evin yalın hâlidir. Orada, varlıktan eser yoktur!
Sabah, herkes uykunun en tatlı zamanında uyanacak; kimi kahvaltısını yapacak kimi okulda, işyerinde yapma düşüncesiyle mahmur gözlerle yollara vuracak kendini. Hatta okuluna, işine geç kalmamak için büyük bir telaş içerisinde koşuşturacak. İşte bu, evin -i hâlidir.
Evden uzaktasınız; kimimiz iş yerinde kimimiz okulda, kimimiz de seyahattte. Herkes yarınlar için çalış ha babam çalış vaziyetinde. Yorgunluk üzerinize çökmüştür, akşamın olmasını çok istersiniz, eve erkenden ulaşmaya can atarsınız. Bu da evin -e hâlidir.
İsterseniz diğer hâllerini Necatigil Hoca söylesin: “Evin -de hâli, saadet,/ Isınmak ocaktaki alevde/ Sönmüş yıldızlara karşı/ Işıklar varsa evde.” Evet, bu da evin -de hâlidir!
Evin, -den yani ayrılma hâlini mi soruyorsunuz bana? Öyleyse, söyleyeyim hemen: “Evin -den hâli, uzaksınız,/ Hattâ içinde yaşarken/ Aşkların, ölümlerin omzunda/ Ayrılmak varken evden.” Öyle değil mi zaten? Evden ayrılmak sadece ölümle olmuyor, sadece ölümle!..
Odalar ve Sofalar
Sabri Esat Siyavuşgil; şair, yazar, ansiklopedist, psikolog, çevirmen gibi sıfatları haiz ve Yedi Meşaleciler Topluluğu'nun kurucularından. Psikoloji alanında akademik çalışmalarda bulunmuş, 1942'de profesörlük unvanını almış ve ömrünün sonuna kadar öğretim üyeliğini sürdürmüştür. En tanınmış şiirlerinden biri Odalar ve Sofalar’dır. Şair, bu şiirinde odalar ve sofaları karşılaştırır, kendini daha çok sofalarda bulur:
Şair, burada, evi bir nar meyvesine benzetir. Nasıl ki nar meyvesi her bir odacığında bir nar tanesini muhafaza eder. Evin odaları da nar tanelerinin odaları akşamları sükûnun yol bularak gezdiği yerlerdir. Akşam üzeri camlara yansıyan kor hâlindeki güneş ışıklarının benzeri şairin kalbine düşer: “Evler, bir nara benzer,/Nar tanesi, sofalar,/Akşam, yol gibi gezer;/Sükûn, su gibi odalar.//Odada bir pancurun/Sofadadır güneşi;/Camlarda yanan korun/Düşer içime eşi.”
Odaları biliyoruz ama sofa nedir, evin neresidir? Evlerde oda kapılarının açıldığı ve eskiden ev halkının birlikte oturduğu, yemek yediği genişçe bir yer demek olan bu yer, ev halkının daha çok iletişimde olduğu sosyal bir alandır.
Şaire göre odalarda yığın yığın gölge salkımları mevcuttur. Yani odalar kalabalıktır ama sofalar ise yalnızlıkla iç içedir. Herkes odasına çekilmiştir, şair yalnızlıkla baş başadır, yalnızlıkla iç içedir. Odalar, oluktan düşeni, sofalar ise evin iç merdivenlerini veya eve çıkan merdivenlerine yakın olduğundan geleni gideni bilir.
Herkes sofadayken birbirleriyle konuşmakta, sohbetler etmektedir. Sofalar, ailenin sosyal iletişim ve faaliyet alanıdır. Herkes birbirinin hâlini hatırını sormaktadır. Aile fertleri odalarına çekilince şairin zihninde/odasında sadece eski konuşmalar kalmakta ve birikmektedir. Bütün uykular şairin odasında toplanınca uyanık kalan sofalardır bu kez: “Toplar odam kuş gibi/Sofamın lâflarını./Birer bibloymuş gibi/Süsler boş raflarını.//Beni duvar boyunca/Bir kum gibi ufalar/Odam uyku dolunca/Uyumayan sofalar.” Odasında uyuması şairin, bir bakıma ebedi uykuya yatması yani ölümü demektir.
Tefekkür
Evim evim güzel evim deyip akşam olunca ulaşmaya can attığımız mekanlarda huzur varsa bu can atış vardır. Evde kalmak önemli; başkasından zarar görmemek ve başkasına zarar vermemek için. İşin bir de tefekkür boyutu var. Zira “bir saat tefekkürün bir yıllık nafile ibadetten daha hayırlı” görülmesi boşuna değil. "Evde kal"ması aynı zamanda kişinin içe, nefsine yönelmesi, bir iç muhasebe ve mücadele ile tefekkür ufkuna yürümesi, hariçlerden, mâsivâdan sıyrılarak mânâya yönelmesi değil de nedir?
Ev demişken evlerinde annesi, babası yahut her ikisi çeşitli sebeplerden ötürü başka bir evde, cezaevinde olan çocukların hâllerini de tefekkürümüze dahil etmeliyiz.
Bu konuya, şiirimizde evin hâlleri konusuna devam edeceğiz!