Öğretmen ve imam; toplumla iç içe olanmesleği yapan iki insan. İki güzel mesleğin güzel temsilcileri…
Zaman zaman bu iki meslek erbabını birbiriyle yarıştıran yazılara rastlamış, onları okumuş olabilirsiniz.
Toplum üzerinde en çok etkili kişilerden ya da mesleklerden ilk ikiyi şüphe yok ki öğretmen ve imam paylaşır. Zaman zaman birbirinin görev alanlarına girmiş olsalar da toplum nezdinde bu kişilerin konumu ve durumu bellidir.
Öğretmen ve imam derken hem öğretmenlik ve imamlığı hem de o mesleği icra eden kişileri kastederek yazıyorum bu yazıyı.
Her mesleği toplum nazarında değerli kılan da onu değersizleştiren de o mesleği icra edenlerdir. Genellikle bu böyledir, istisnalar, anormal müdahaleler zaman zaman yaşansa da mesleği itibarlı kılan ya da onu itibarsızlaştıran onun çalışanlarıdır.
Hiç şüphe yok ki öğretmenlik ve imamlık, topluma sağladığı yarar açısından çok güzel iki meslek. Bu iki mesleğin birbiriyle benzeşen yönleri, benzeşmeyen yönlerinden daha fazladır.
Şöyle bir düşünelim: Öğretmen, mesleğini okulda, okulun içinde de sınıflarda icra eder. Sınıfı hem mekân hem de o mekânda ders gören öğrenciler topluluğu olarak düşünelim. Öğretmen kendisine emanet edilen bu öğrencilerine Bakanlıkça belirlenmiş müfredat çerçevesinde konularını anlatır, diğer yandan da öğrencilerini yüksek karakterli, “iyi insan” olarak yetiştirmeyi hedefler. Bunda şüphesiz bazıları başarılıdır bazıları başarısızdır; bu başarısızlığın sebeplerinin başında metotsuzluk gelir. Bu da pedagoji eğitimi alıp almamasıyla ilgilidir. Bu pedagojinin temel noktasını ise işini severek yapması ve anlattığını hâl olarak yaşaması düşüncesi oluşturur. Evet, işin nirengi noktası mesleğini yaşama biçimine dönüştüren, kendini âdeta o mesleğe veren, mesleğinin âşığı öğretmenlerin varlığıdır. Bu öğretmenlere çocuğunuz rastlarsa bu rastlantıların en güzelidir. Çünkü derler ki “Hayatta en büyük mucize, küçükken iyi bir öğretmene rastlamaktır.” Karakteri sağlam öğretmenler, sağlam karakterli nesiller yetiştirir.
Öğretmen kendisine emanet edilen öğrencileri öncelikle tanıma yoluna gider; öğrencisinin beğendiği şeyleri, korktuğu hususları, yani hobilerini ve fobilerini iyi bilir, bilmelidir de. Okula, derse hangi psikoloji ile geldiğini, öğrencinin ailesini bilip tanımaya çalışır.
Öğretmenlerin rahle-i tedrisinden geçmiş ve üzerinde bazı öğretmenlerin etkisini çokça hissetmiş insanlara sorun, size şunu söyleyecektir. En sevinçli anlarında sevincini paylaşan veya en kederli ve yalnız hissettiği zamanlarda halini hatırını soran öğretmen etkilidir. Bu da öğrencisini iyi tanımaktan geçer. Buna bir de tatlı dil, güler yüz, sevgiyle çarpan bir yürek eklenirse tadından yenmez olur. Hasılı, öğrencisini bilen, öğreteceklerini öğretmeyi de çok iyi bilir.
Din ve inanma, insanlar için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. İslam insanların kurtuluşa ermeleri için Allah tarafından gönderilmiş son hak dindir. Bu dine inanan kişilere Müslüman diyoruz. Dilimizden düşürmediğimiz bir söz, “Müslümanız, elhamdülillah!” Ama İslam’ın özüne ne kadar uygun bir hayat yaşıyoruz o tartışmalı bir durum. Yusuf İslam’ın bu konuda söylediği şu söz Müslümanların o içler acısı hâlini ne de güzel resmeder: Eğer İslam’ı Kur’an’dan değil de Müslümanlardan öğrenseydim, eğer Kur’an’dan önce Müslümanları tanısaydım asla Müslüman olmazdım!”
İslam’da din adamı sınıfı yoktur aslında. Günlük beş vakit namazı kıldırmak için birilerinin görevli olmasına da gerek yoktur. Cemaatten, Kur’an ayetlerinden birazını ezbere bilen, o kelimelerin telaffuzunu iyi yapabilen, ilmihal bilgilerini de namazın şartlarını ihlal etmeyecek derece bilgisi olan ve onları uygulayabilen kişilerden en iyi olanı imam olarak öne geçer ve cemaatin namazını kıldırır.
Bu, özellikteki kişiler her mahallede, köyde bulunamadığı için imamlık ya da diğer vazifeleri de kapsayan günümüzdeki ifadesiyle “din görevlileri” diye bir meslek vücuda gelmiştir. İslam’da her kişi, iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmakla görevlidir. Yani bugün vaizlik, imamlık, hatiplik vs. bütün vazifeleri her bir Müslümanın yapması farz-ı kifayedir, bir emirdir.
Bugün Müslümanların topluca ibadet ettiği mekanlara cami veya mescit, burada vazifeli olan kişilere en genel anlamıyla “imam-hatip” diyoruz. Kısaca imam olarak vasfettiğimiz bu insanlar, İslam’ı bilen, yaşamaya gayret eden, başkalarının da onu yaşaması için çabalayan “görevli” Müslümanlardır.
Bir imam, vazifesini en güzel biçimde ve hakkını vererek yerine getirebilmesi için onun bir öğretmen formasyonuna sahip olması gerekir. Bu, aynı zamanda Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) sünnetini uygulamak demektir. Çünkü bu dünyaya gelmiş en güzel, en iyi öğretmen İki Cihan Güneşi Hz. Muhammed Mustafa ‘dır(sallallahu aleyhi vesellem). Elbette diğer peygamberlerin durumu da böyledir.
Hz. Peygamber, toplumun, insanların bilmediğini bildirmesi ve öğretmesi bakımından aynı zamanda bir öğretmen, tebliğ ettiği İslam’ı en güzel şekilde yaşayarak bize “en güzel örnek” olması yönüyle de imamdır.
İmamlar, günde beş defa cemaatiyle beraberdir. Dolayısıyla o, cemaatinin her bir ferdini iyi tanımalı, onların sevinçlerini ve kederlerini bire bir paylaşmalıdır. Camide göremediği zaman, filan kişi camiye gelmez oldu, sebebi nedir acaba? diye sorup soruşturmalı, araştırmalıdır.
Daha camiye kimlerin geldiğini fark edemeyecek derecede cemaatinden gafil bir imam esasen vazifesini hiç ama hiç yapmamış demektir.
Öğrencilerine kötü örnek olduğu veya zamanında vermesi gereken dersi vermediği, anlatması gereken konuyu anlatamadığı için güzel ahlaktan mahrum kalmış öğrenciler yetiştiren öğretmenlere “Kaç kişinin katilisin?” derlerdi. Bu soruyu imamlara yöneltirsek acaba imamlar buna ne cevap verecektir, cevap verebilecekler midir yahut da?
Her meslekte istisnalar vardır ama ekseriyetle bugün imamlar cemaatini tanımaktan uzaktır. Bu bakımdan dinin özünü temsil etme konusunda ciddi sıkıntılar vardır. Hele bir de camiye siyasetin girmesine sebep olmuşsa, camileri, mescitleri birtakım siyasi düşüncelerin arka bahçesi hâline getirmişse!.. Hâlimiz, ahvalimiz perişandır.
İmam, cemaatini iyi tanıyacak, her birinin güzel yanlarını iyi bilecek, onun kalbine giriş yolunun oradan geçtiğini bir an olsun hatırdan çıkarmayacaktır.
Nasıl ki bir öğretmen mesleğinin hakkını verince görev yaptığı okulun öğrenci sayısında artış olur, imamlar da görevlerini bihakkın yerine getirirlerse cemaatinde artış olacaktır.
Her bir imam, cemaatimi acabanasıl artırabilirim?İnsanların gönlüne en güzel şekilde nasıl girerek İslam’ı olması gereken şekliyle anlatıp onları bu güzellikten nasiplendirebilirim duygu ve düşüncesinde olmalıdır. İmam, toplumdaki hiçbir insanı “öteki” olarak görmemelidir.
Mesleğini sevgiyle yapan toplumun önündeki bu güzel insanların görevlerini yerine getirmede daha hassas davranmaları hassaten önemlidir. Bu olmazsa, birincisinde toplumun yozlaşması ikincisinde dinin yanlış anlaşılması söz konusudur ve ikisi de büyük vebaldir. Bu vebali sanırım kimse üstlenmek istemez!
Sözün özü öğretmenlik ve imamet ikisi de manevi değerleri haiz iki güzel meslektir, bu mesleği yapan öğretmen ve imamlar da bu güzellikleri önce yaşayarak sonra yaşatma azmi düşüncesiyle sevgi temelli hareket etmelidir.
Sözün hasını gönül insanı Yunus Emre’m söylemiş:
Yunus Emre der hoca
İstersen var bin hacca
Hepisindeniyice
Bir gönüle girmektir.