Yarın 24 Kasım, Öğretmenler Günü. Türkiye’de 1981 yılından beri 24 Kasım Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.
İnsanoğlu açısından ilk muallim Allahu Teâlâ, ilk öğrenci de Hz. Adem (aleyhisselam)dır. İnsanlık âlemi içinde de on sekiz bin âleme rehber olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) en güzel örnek, en iyi muallimdir.
Hz. Peygamber, henüz peygamberlik vazifesiyle taçlanmadığı zamanlarda da toplumu içinde en güvenilir insan, sözüne itimat edilir bir bireydi. Çünkü O, risaleti öncesinde olduğu gibi sonrasında da hep “emin” insan olarak kabul görmüş bir kuldu. Toplumdaki kişilerin İslamın evrensel mesajını, Fendimizin peygamberliğini kabul etmemiş olması onun bu özelliğine halel getirmez. İslam’la müşerref olmak bir irade ve nasip meselesi.
İnsanlara bilmediği hususları öğretmesi, iyiliği, doğruluğu, güzelliği, hakkı, hukuku anlatması, kötülüklerden sakındırması, insanları Allah’a imana, davet etmesi hâsılı tebliğ vazifesini en güzel örneğiyle yapması insanlar için en güzel muallim olduğunu bize göstermektedir. O, bütün insanların İslam’la müşerref olmalarını o kadar çok istiyordu ki bu hususta âdeta kendini hırpalıyordu. Hattâ Allahu Teâlâ (celle celalühü), bu konuda İki Cihan Serverine (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle hitap ediyor: “Öyle görünüyor ki, o insanlar iman etmiyorlar diye üzüntüden neredeyse kendini helâk edeceksin.” (Şuara,3) Aynı şekilde bir başka ayet-i kerimede ise “Öyle görünüyor ki (ey Rasûlüm), o müşriklerin peşinde, bu Söz’e (Kur’ân) inanmazlarsa diye duyduğun üzüntüden dolayı kendini neredeyse helâk edeceksin.” (Kehf, 6) Evet, peygamberler halkasının sonuncusu, hâtemülenbiya Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi vesellem) bütün insanlara her konuda olduğu gibi öğretmenlik, muallimlik konusunda da şüphesiz en iyi, en güzel örnektir.
***
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’te öğretmen, “mesleği bilgi öğretmek olan kimse” olarak açıklanmış. “Hoca, muallim, muallime” kelimeleri de eş anlamlısı olarak verilmiş. Her ne kadar sözlükte “eş anlamlısı” olarak verilse de “öğretmen” kelimesi çağrışım değeri bakımından “muallim” kelimesi kadar zengin değildir. Çünkü muallim, “ilim, âlim, talim” gibi kelimeleri çağrıştırdığı gibi bu kelimelerin çağrışımlarını da beraberinde çağrıştırır.
İster öğretmen ister muallim ister hoca ister müderris isterse üstaz/d diyelim, sonuçta ortada bilme ve anlama ile alakalı bir durum vardır. Bildiği, anladığı bir durumu, bilgiyi başka insanlara anlatarak öğretme ameliyesini gerçekleştiren bir kişi vardır karşımızda. Bu kişi dünyanın en iyi paylaşımcısıdır ve paydaşları vardır onun. Bir programa bağlı olarak kendisine emanet edilen insanların, öğrencilerin -eskiden talebe denirdi- bilme, öğrenme, merakını giderme isteklerini karşılayan kişidir. Nihayetinde öğretmen dediğimiz kişi de bir öğrencidir; çünkü o, bildiklerinin öğretmeni bilmediklerinin öğrencisidir.
Öğretmenlik, elbette ki her şeyden önce bir aşk derecesinde sevgiye ihtiyaç duyan bir meslektir. Bu derece olmasa bile öğretmen, mesleğini en azından sevmelidir. Sevdiğini ders anlatımında, öğrencisiyle ve velisiyle iletişiminde, tavır ve davranışlarında en güzel biçimde hissettirmelidir. Bunu yapmalıdır ki öğrenci anlatılanı tam olarak anlama ve alma çabası içerisinde olabilsin, veli de çocuğunu kuruma teslim ederken gözleri arkada kalmasın, onunla ilgili bir endişeye kapılmasın.
Öğretmen, kendisine emanet edilen öğrencileri ve öğretim programını iyi bir biçimde ve kıvamında birbiriyle buluşturup kaynaştırmalıdır. Bakanlığın, kurumsal olarak öğretmene anlatması için belirlediği konular bütününe kısaca, öğretim programı diyoruz. Öğretim programları bir derse ait konuların çerçevesini ve hangi kazanımları ne şekilde öğrenciye kazandırılacağını belirler. Öğretmen buna riayet etmek durumundadır, aksi hâlde eğitim ve öğretimde keşmekeşlik söz konusu olur. Fakat bu programlar da sık sık değiştirilmemeli. Bakanlık, olaya konjonktürel yaklaşmamalı, çünkü eğitim öğretim vatandaşını geleceğe hazırlama adına siyasi ve sosyal bir meseledir ama asla politik arenaya yem edilecek bir konu değildir.
Eğitim öğretim meselesi elbette sadece öğretmen meselesi değildir. Eğitim yöneticisinden, müdüründen başlamak üzere bakanlığa, cumhurbaşkanlığına kadar uzanan bir “siyasi” yanı söz konusu eğitimin bir de mekânları, imkânları bakımından eğitim ortamları yanı. Merhum Nurettin Topçu, Türkiyenin Maarif Davası adlı eserinde konuyla alakalı olarak “Her binada ders okutulmaz. Barınılan binanın üslûbundan taşarak ruhlara dağılan telkin, ilmin “hazır ol!” kumandasıdır. Ancak böyle mekânlarda ders yapılır. Mâbetteki “ibadete hazır ol!” sesine benzer bir sesi her köşesinde sızdırmayan bina, mektep binası değildir.” diyerek eğitim ortamlarının nasıl ve ne şekilde düzenlenmesi gerektiğini hatırlatır.
Peki, eğitim öğretim ortamlarının bu şekilde düzenlenmesi yeterli mi? Asla değil! Topçu bu hususta da “Hakikat aşkına sahip insanlar, cemiyetin içinde çoğalmadıkça, hakikat aşkı cemiyet içinde en yüksek ve muhterem yeri tutmadıkça ve hakikatin ihtirası cemaat [topluluk] içerisinde bir umumî cereyan, büyük bir hareket haline gelmedikçe, millî mektep gerçekten var olmıyacaktır.” diyerek eğitim öğretim konusunda kişilerin her şeyden önce niyetlerinin iyi olması, planlama ve programlamaları “hakikatin tecellisi” amacıyla yapılması gerektiğini ve bunun şart olduğunu belirtir.
Her şeyi hazırladık. Eğitim öğretimde işler “tıkırında” mı? Elbette değil. Eğitim öğretimde varılmak istenen hedeflerin istenen oranda gerçekleşmesi için öğrencilerin de aynı niyet ve çaba içerisinde olmaları gerekir. Öğrenci okula giderken, sınıfa dersine girerken bir şeyler öğrenme amacında değilse öğrencinin alıcıları kapalı demektir. Çok sevdiğim bir örneği burada tekrar edeceğim: Ağzı kapalı biçimde nehre, denize bırakılan şişeye gram su girmez. Şişenin ağzı açık olacak ki şiyeye su dolabilsin. Aynı şekilde, öğrenmeye açık olmayan, eğitim öğretim adına bir beklentisi olmayan öğrenciye öğretmenin kendini hırpalayan, paramparça eden çabası bir yere kadar işe yarar. Ya ondan sonrası? Ondan sonrası ne yazık ki boş!..
Öğrenmeye istekli ve hevesli olmayan bir öğrenci topluluğuna derse girmenin zalim bir gurbete düşmek olduğunu bilenlerdenim. Öğrenci istekli olduğu zaman öğretmenin küçük adımları, çabası öğrenci nezdinde büyük etkiler meydana getirecektir. Bu durum biraz da çığa benzer; nasıl ki küçük bir ses, ufak bir kımıldanma kar topu etkisiyle devasa bir çığa dönüşür. Öyle de öğretmenin küçük bir tavrı, hareketi öğrenmeye istekli ve hevesli öğrencilerde büyük bir öğrenme hamlesine vesile olur.
İnsanımızın, memleketimizin, devletimizin geleceğinin şekillenmesi demek olan eğitim öğretim meselesi, çok önemli bir konudur. Bunu, sadece öğretmeninin çabasına, isteğine yüklemek asla doğru değildir. Öğretmenin çabası çok önemlidir ama asla yeterli değildir. Buna maddi manevi her türlü desteğin verilmesi, imkânın hazır edilmesi lâzım. Sistemin işleyişinde maddi birtakım tasarrıuflara gidilecek olsa, gidilmesi lazım gelse en son kalem eğitim öğretim alanı olmalıdır. Ama bizde aileden başlayarak devletin yönetiminin geneline uygulanan bunun tam tersidir; tasarruf önce eğitim öğretim alanında yapılır. Ne yazık ki bu dün de böyleydi bugün de böyle!..
Yarın 24 Kasım. Öğretmenlik mesleğine hayatını adamış öğretmenler içinde bulundukları manevi acılı gurbette bir an önce kurtulup mesleğine, öğrencisine ve okuluna kavuşmalrını diliyorum. Bütün öğretmenlerin öğretmenler gününü kutluyorum. Son dileğim, öğretmen sıfatıyla anılanların ya bu sıfatı hak etmenin gayreti içerisinde olmaları yahut onların kendilerine başka bir “maişet” bulmaları! Çünkü, öğretmenliği aşk derecesinde seven, kendilerine bu mesleği icra edebilmeleri için büyük bekleyiş içerisinde olan o kadar çok eğitimci var ki!.. Gölge etmesinler yok başka ihsana bir gerek!..