27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü kutlu olsun!
“Bu dünya hayatı, (kendine bakan yüzüyle) boş bir oyalanma ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise, işte o, (her şeyin diri olduğu) gerçek hayattır. Bunu bir bilselerdi!” (Ankebut, 64)
Bazı kelimeler vardır ki hayat onda düğümlenmiştir, hayatın düğümü ondadır âdeta!.. O kelimeyi anladınız mı hayatı da anlamışsınız demektir. Bu kelimelerden biri ve belki de en önemlisi “oyun”dur. İsterseniz şimdi “oyun” kelimesinin anlam dünyasına bir yolculuk yapalım, ne dersiniz?
Oyun kelimesi, hayatımızı da anlatan bir kelimedir; bu, hem hayatımızın içinden bir parça hem de hayatımızın anlamını ortaya koyan kavram. Bu kelimenin anlam katmanları da epey fazla, en az on farklı anlamda kullanılıyor bu kelime. Bazıları olumlu anlamda olsa da bazıları olumsuz anlamıyla hayatımızda yer edinmiş bu kelimenin.
Sözcük türlerinden isim olan oyun kelimesi en genel anlamıyla “yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence” olarak tanımlanır Güncel Türkçe Sözlük’te (TDK). "Tenis, tavla, dama, çelik çomak, bale” gibi oyunlar bu anlamı çevreleyen örneklerdendir. Bir de yazımızın odağını teşkil eden anlamı vardır ki o da “tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi”dir. Bu anlam hem sinema hem de tiyatro için geçerli olduğu kadar buradan yan anlam kazanarak üzerine aldığı vazifenin hakkını vererek onu yerine getirmesi anlamı da vardır. Bu da kelimenin olumlu anlamlarından biridir.
Yöresel halk oyunları olarak da adlandırdığımız “müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü” olarak tanımlayabileceğimiz bir anlam katmanı da vardır ki bunlar zeybek, bar, çiftetelli, harmandalı gibi oyunların özellikleridir.
Edebî bir eser türü olarak oyunun “seslendirilmek veya sahnede oynanmak için hazırlanmış eser, temsil, piyes” olarak açıklanan bir anlamı vardır ki bir önceki paragrafla bağlantılı bir anlamdır. Bu eserdeki kişileri canlandıran, onu canlandırma işini en iyi yapan kişiye de oyuncu diyoruz.
Kelimenin beceri anlamları içeren yönü vardır ki bu “bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma” olarak açıklayabileceğimiz “Olimpiyat oyunları, Akdeniz oyunları." gibi kullanımlara karşılık gelir.
Kelimenin bundan başka “şaşkınlık uyandırıcı hüner” olarak “Hokkabazın oyunu. Cambazın oyunu."; “kumar” gibi belalı ve illetli oyun anlamlarının yanı sıra spor gibi insana yararlı yönleri bulunan, “güreşte rakibini yenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket”anlamıyla yarışmalardaki güzel hareketi karşılar. Yine spor alanındaki anlamıyla“teniste, tavlada taraflardan birinin belirli sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç” demektir.
Oyun kelimesinin bir diğer çağrışım zenginliği olan kısmı ise “hile, düzen, desise, entrika” gibi hem olumlu hem olumsuz diyebileceğimiz anlam dünyası söz konusudur.Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu, Bizans oyunu, şark kurnazlığı(oyunu) bu anlam doğrultusunda kullanılan deyim ve ibarelerdir.
Yazımızın temelini teşkil eden edebî tür olarak seslendirilmek ve sahnede canlandırılmak üzere yazılan eser ve bunun temsil edilmesi anlamıyla oyuna gelince, buna kısaca tiyatro da diyebiliriz. Tiyatro kelimesi batı dillerinden bize geçmiş bir kelime. Bizim geleneksel kültürümüz içerisinde oyun kelimesi ile karşıladığımız ve tiyatro yerine kullandığımız kelimelerimiz mevcuttur. Bunlar ortaoyunu, köy seyirlik oyunu, meddah, kukla, çengi ve Karagöz oyunu gibi oyunlardır.
Tanzimat Edebiyatı ile Batı tarzı tiyatro oyunları yazılmaya ve temsil edilmeye başlanmıştır. Bu anlamda ilk tiyatro eserimiz Şinasi’in kaleme aldığı Şair Evlenmesi’dir. Tanzimat Döneminde bu alanda önemli eserler verilmiş, bunlar Cumhuriyet Döneminde gelişme göstermiştir. Tiyatro yazarlarımızdan biri de Necip Fazıl Kısakürek’tir. Şairliği ve düşünce insanı olmasından başka, en büyük özelliğinden biri de onun tiyatro yazarı oluşudur. O, Reis Bey adlı eserinin mukaddimesinde tiyatro sanatıyla ilgili olarak insanoğluna yararı açısından tekerleğin icadı ile tiyatro sanatının icadını eş tutarak şunları söyler:
“Bana sorarsanız beşerî keşiflerin en büyüğü olarak tekerleği gösteririm. Sanat şekilleri içinde bence en büyükkeşif de Tiyatro… Tekerlek nasıl bitmeyen mesafeler üzerindesonsuz bir dönüşse tiyatroda durmayan zamanın küp biçimi bir kavanoz içinde, bütün madde ve hareket kadrosuyla dondurulması…”
Necip Fazıl, tiyatronun hayatı dönüştürücü bir özelliğe sahip olduğunu, toplum davasının ancak tiyatro ile ifa edileceğini ortaya koyar. Çünkü yeni insanın yeni toplumu oluşturma çabası ve bu çabaya katkı sağlayacak en büyük enerjisi tiyatrodadır.
XIX. yüzyıl ile XX. yüzyılın başları arasında yaşamış olan ünlü Fransız tarihçisi ve eleştirmeni Brunetier tiyatronun topluma tutulan bir ayna olduğunu hatırlatarak bu konuda şunları söyler: “Tiyatro sahnesi insanın ferdi ya da sosyal, her türlü gizli veya açık hayatını yansıttığı sihirli bir aynadır. Biz bu aynada başkalarını, bizden ayrı veya uzak olanların maceralarını seyrederken, aynı zamanda kendi kendimizi de seyretmekte olduğumuzu belki fark etmeyiz.”
Brunetier’e göre toplumu yansıtan bir ayna olarak tiyatronun toplumu yansıtırken aynı zamanda kendimizi yansıtması söz konusudur. Başkalarının maceralarını seyrederken bu maceranın aynı zamanda bize ait bir macerayı seyretmekte olduğumuzu belirtir. Bu kendimizi seyretme işini bazen fark edebildiğimizi bazen de fark edemediğimizi söyler.
Cumhuriyet Dönemi tiyatro yazarlarından Nazım Kurşunlu, İstanbul’un fethinin 500.yıldönümü kutlamaları çerçevesinde yazdığı, beş perdelik Fatih adlı tiyatro eserinin önsözünde “Sanatkâr daima değişik ve yeni bir şey getirmek zorundadır; eğer realiteye taassupla bağlı kalmak endişesi, ön planda ona hükmederse, sanat yapmak imkânı ortadan kalkar.” diyerek sanatçının gerçek hayata ilişkin olayları olduğu gibi yansıtmayacağını kendinden de bir şeyleri katacağını, bu katma işinin esere yenilik ve orijinallik kazandıracağını belirtir. Bunun böyle olmadığı takdirdekonusunu tarihten alan eserlerde, aynı konuyu seçenler için yeni bir şey söylemenin, orijinal olmanın, vakalara yeni bir ışık serpmenin imkân ve ihtimalinin kalmayacağını ve bu sebeple birbirinin can sıkıcı kopyaları hissini veren eserlerin ortaya çıkacağını hatırlatır.
Tiyatro bir oyundur, hayatın aynası olan bir oyun. Hayatta olanların yansıması olan oyun. Aslında biz bu oyunun sahnede temsilini seyrederken gördüğümüz başkaları değil kendimizdir. Başkalarının hayatında kendimizi buluruz. İki Cihan Serveri’nin(sallallahu aleyhi vesellem) şu kutlu beyanlarını da bağlamı dolayısıyla şuraya not edelim: “Mümin müminin aynasıdır, mümin müminin kardeşidir, (ihtiyaç duyduğunda) onun geçimini temin eder / zarardan-ziyandan korur ve arkasından da / gıyabında da elinden geldikçe onu savunur."(Ebu Davud, Edeb, 49).
Oyun kelimesinin hangi anlam katmanından dünyaya bakarsak bakalım, dünya fanidir, ölüm anidir. Dünyanın fani olduğunu biliyoruz, ölümün de ne zaman gelip çatacağını bilmiyoruz. Hayatın bir aynası olan tiyatro oyunlarında kendimizi görmeye gayret edelim, varsa kusurlarımız tekrar etmeyelim. Daha huzurlu ve ebedi yurdumuza en iyi şekilde hazırlıklı bir ömür yaşayalım.
Hiçbir zaman başkalarına zarar verecek bir oyun içinde olmayalım. Zarar verecek oyun içinde olanlara da oyumuzu onların lehinde kullanmayalım. Kelimelerdeki seslerin çağrışımından da yararlanarak oyum değerli, oyun değerli diyorum. Oyunları hem okuyalım, okutalım hem de izlemeye gidelim ama vatana ve millete zararlı bir oyun içerisinde asla olmayalım.