Çocukluğumuzda, ramazan gelince mutlaka söylerdik; “Ramazan geldi, hoş geldi. Baklava tepsisi boş geldi.” Ne güzeldi o yıllarda ramazanlar. Baklavanın da tarhananın da tadı, lezzeti daha iyi idi.
Köyler köydü, mahalleler mahalle. İnsanlar da insandı. Saygıyı herkes tanır ve sayar, sevgiyi herkes tanır ve severdi. Yataydı mahalleler, bahçeler, bacalar görünürdü. Sosyal idi ortalık, tek katlı evlerin küçük bahçelerindeki kümeslerden duyulan horoz sesleri kanıtıydı bunun. Yaslar, sevinçler paylaşılırdı. Ramazanlar hissedilir, bayramlar çığlıklarla, kahkahalarla büyük küçük herkes tarafından işitilirdi. Dünyaları küçüktü insanların. Küçük, ihtirassız, mütevazı ve tabi sakin. İnsanca. Hattâ yoksulluk, yaşamı biraz daha insancalaştırmaktaydı.
Yaz ramazanları ayrı, kış ramazanları ayrı güzeldi. Gerçi ben, 1952 yılında, tam da ramazanın çakıştığı haziranın birinci günü dünyaya gelmiş olduğum için çocukluğumun yaza denk gelen ramazanlarını pek fazla hatırlayamıyorum. Ama hayatımın ilk kış dönemi ramazanlarını unutamam doğal olarak. 1966’dan sonraki yıllar. Ben de oruç tutmaya başlamıştım o dönemlerde. İftar vakti yaklaştığında, salonda yanan kömür sobasının üzerine çorba tenceresi ve yanına da pideler konurdu. Aman Allah’ım, biz radyodan iftar programını dinleyerek beklerken, mutfaktan gelenlerle sobanın üzerindekilerin mis gibi kokuları birbirine karışır, hepimizi mest ederdi. Sıcacık ortamda sofranın başına toplandığımızda dışarıdan soğuk rüzgârların sesleri işitilirdi. Bu, yuvamızdaki güven ve mutluluk duygusunun pekişmesine neden olurdu. Çorba, ortaya konan sahandan kaşıklanır, ardı sıra annemin marifetleri teker teker gelirdi sofraya. Ramazanın, kışın tam ortasına geldiği yıllarda üniversite öğrencisi idim.
1981 yılında ise ramazan benim için ikinci kez yazın tam ortasına denk gelmişti. Dershane öğretmeniydim, hızlı devre kursları veriyorduk. İzmir’in kavurucu sıcağında, bırakın klimayı vantilatör bile olmayan, öğrenci dolu sınıflarda günde sekiz saat ders anlatıyorduk. Öğrencilerin çoğu da oruçluydu. Bir yandan onları uyutmayacaksın, diğer yandan sınav için bilmeleri gerekenlerin tamamını kısacık bir döneme sığdırıp öğreteceksin... Kâbus gibiydi. Allah kabul etsin. Ben üçüncü kez yaz ramazanlarına bir iki yıl önce veda ettim. Bir dahaki yaz dönemi ramazanlarda kim bilir kimler oruç tutacaklar. Onlara selâm olsun. Benim önümde pek fazla ramazan kalmadığını söylemeye gerek yoktur sanırım. Artık ihtiyarım, emekliyim, yorucu işler yapmak mecburiyetinde değilim; bana zor gelmiyor. Allah, oruçluyken çalışmak zorunda olanlara yardım etsin. Hepimizin ibadetlerimizi kabul etsin. Bu mübarek günleri ve geceleri, hayırlara vesile kılsın. Âmin. Helâl kazanç için alnının teriyle çalışmayı bir tür (fiilî) dua kabul edip çalışan ve bu kazancını iktisat ve kanaatle, Yaratıcı’ya minnet duyguları içinde mutluluk ve lezzet vesilesi yapan adam, gerçek bahtiyar adamdır.
Semavî bütün emirlerde ve bütün yasaklarda olduğu gibi, bütün ibadetlerde olduğu gibi, işin özüne varmaya ve içinde sakladığı hikmetleri anlamaya çalışmak çok önemlidir. Yani tahkik, taklitten evlâdır. Kaliteli insana da bu yakışır; herkes kendi çapınca emirlerin, yasakların hikmetlerine kafa yormalıdır. O zaman ibadetler, derinlik, zenginlik ve lezzet kazanır.
Oruç, Kur’an’ın beyanıyla, bütün peygamberlere ve ümmetlerine emredilmiş bir ibadettir. Demek ki bireysel öneminin yanı sıra toplumsal önemi de vardır. Yani bireyin oruç tutması, kendi selâmeti kadar mensubu bulunduğu toplumun selâmeti açısından da önemlidir, gereklidir. Birey, topluma; “Sana ne, ister oruç tutarım ister tutmam, bu beni ilgilendirir.” derse hata etmiş olur. Toplumun da buna kaşları çatık bir cevabı bulunmalıdır. Oruç bütün toplumlar için gereklidir. Nafile oruçlar da birer mücevher taşı gibidir ama farz olan, İslâm’ın şartlarından olan ve şeâir-i İslâm’dan (yani İslâm’ın toplumsal göstergelerinden) biri olan ramazan orucu çok özel bir önem taşımaktadır. Ramazan orucunu doğru anlamak, hikmetleri üzerine araştırma yapmak, konuyla ilgili ayetleri, hadisleri, kelâm-ı kibârı etraflıca incelemek lâzım gelir. Bunun için de diğer pek çok konuda olduğu gibi ilim sahibi üstâdların ve te’lif ettikleri eserlerin yardımına başvurmak işimizi kolaylaştırır ve bizi çeşitli yanılgılardan, yanlışlardan korur. Allah’a şükür ki günümüzde konuyla ilgili pek çok güzel eser var. İnceleyip istifade edenlere ne mutlu. Ben, çoğu konuda olduğu gibi, ramazan ve oruç konusunda da Bediüzzaman’ın te’lif ettiği Ramazan Risalesi’ni öncelikle öneriyorum. Önceki yazılarımda bu risaleyi elimden geldiğince analiz etmeye, anlamaya çalışmıştım. Bunu aslında kendim için yaptım ama yüksek sesle yaptım. Sizler benim analizlerimi beğenmediyseniz, okumadıysanız bile mezkûr eserden yaptığım alıntılar biliyorum ki müthiş yarar sağlamıştır.
“…Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri; hem Cenâb-ı Hakk’ın rubûbiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı ilâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var…”
Yukarıdaki sıra çok önemlidir aslında; ilk önce ‘Cenâb-ı Hakk’ın rubûbiyetine’, sonra hemen ikinci sırada ‘insanın hayat-ı içtimaiyesine’ deniliyor. ‘hayat-ı şahsiyesine, nefsin terbiyesine’ sonra geliyor. En sonunda da ‘niam-ı ilâhiyenin şükrüne’ denilmiş. “…NİAM-I İLÂHİYENİN (Allah’ın verdiği nimetlerin) ŞÜKRÜNE BAKAR hikmetleri var…” İktisat Risalesi’nde geçen şu ifadeyi de hatırlıyoruz; “HÂLIK-I RAHÎM, NEV-İ BEŞERE VERDİĞİ MİMETLERİN MUKABİLİNDE ŞÜKÜR İSTİYOR…”
En aptal olanımız da dahil her insanın, cevabını aradığı en önemli soru; “Ben kimim, buraya niçin geldim veya gönderildim?” değil midir? Bunu ise şu soru takip eder: “Beni yaratan, benden ne istiyor?” Hayvanların ve bitkilerin bu sorularla işi olmaz ama insanlar mutlaka bunların cevaplarını merak ederler.
Cevapları, hepinizin bildiği gibi, öncelikle Kur’an-ı Kerim’de buluyoruz. Mealen, “…beni bilesiniz, bana kulluk edesiniz diye…” buyruluyor. Kulluk etmenin ise en güzel, en âlî yollarından biri, (maddî, mânevî bütün nimetler için) şükretmektir. İman ettiğimizi söylüyorsak, bunu da böylece kabul etmek zorundayız, gak guk yok. Bir köpeğe iki lokma yiyecek veriyoruz da buna karşılık köpeğin bize minnet etmesini, teşekkür etmesini bekliyoruz. Aksi takdirde ona “nankör hayvan” diye kızıyoruz. Üstelik yalnızca iki lokma yiyecek verdik ve verdiğimiz yiyeceği biz yaratmadık, sadece aracılık ettik.
“Bilâkis, sen yalnız Allah’a kulluk et ve O’na şükredenlerden ol.” (Zümer Suresi)
“Hâlâ şükretmez mi onlar?” (Yâsin Suresi)
“O halde Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr edebilirsiniz!” (Rahman Suresi)
“Biz, şükredenleri elbette ödüllendireceğiz.” (Âl-i İmran Suresi)
“Eğer şükrederseniz, Ben nimetlerimi daha da artırırım.” (İbrahim Suresi)
“Mün’im-i Hakikî, … hadsiz derecede o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır. (Yumurta için tavuğa, süt için ineğe, elma için ağaca veya bunları ücret karşılığı bize veren bakkal amcaya şükretmek hamakatine düşmeden…) İşte ona teşekkür etmek; o nimetleri doğrudan doğruya O’ndan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve O NİMETLERE KENDİ İHTİYACINI HİSSETMEKLE OLUR. İşte Ramazan-ı Şerif’teki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır.” Allah bizleri, Ramazan orucunu doğru anlayıp doğru uygulayanlardan, Kendisine karşı insanî ve İslâmî vazifelerini yapanlardan eylesin. Bizleri, gayr-i Müslim gibi, hayvan ya da ot gibi olmaktan muhafaza etsin. Âmin.
Allah, kavuşmayı ve gerçek anlamıyla kutlamayı nasip etsin, işte bayram geliyor. Hiçbir geçerli mazeretleri bulunmadığı halde oruç tutmayıp, hattâ bir kısmı oruç tutanlarla alay edip sonra da bayram yapacak olanları, (CORANANIN İKAZINA RAĞMEN) bayramın en azından tatil nimetinden yararlanacak olanları düşünmeden edemiyorum, içimde bir tiksinti duyarak. Allah’ım biliyorum benim gibi bir mücrimin bu tiksintiyi duymaya da hakkı yok, SEN BENİ BAĞIŞLA. Ama yine de iyi fikir bence: Ramazan’ı Allah’ın emrettiği şekilde geçirmeyenler, eğer biraz haysiyetleri, onurları varsa, Ramazan Bayramı’nı da kutlamamalılar. İzin kullanıp tatil yapmamalılar. Ve bizler de Allah’ı Allah, Kitap’ı kitap, Ramazan’ı Ramazan bilmeyenlerle bayramlaşmamalıyız. Hele hele açıktan açığa dinimizle dalga geçen gerzeklerle.
Elvedâ hikmetlerle, bereketlerle dolu Ramazan. Vesselâm.